YAZARLAR

Bu bir savaş değil

Zaman, bombaya adı nakşedilenlerin, savaş istemeyene, barış isteyene kolpacı diyenlerin, sırtını devletine, devletinin tankına, topuna, silahına yaslayıp etrafa parmak sallayanların, tehditler savuranların, yıkıntıları makyajlarına fon yapanların zamanı.

Olan şeye "savaş" demek yasaklanmış. İsabetli bir karar.

Yapılan şey bir savaş değil. Bunu herkes biliyor.

Fakat savaş olmayan şeyin ne olduğunu söylemek yasak.

Yazmak yasak, konuşmak yasak.

Savaşla ilgili yazacaksan da, savaşa barış dememek yasak.

Gördüğümüz savaş uçakları savaş uçağı değil. "Gazeteci" ismi nakşedilen bomba, bomba değil.

Kendine "savaş muhabiri" diyenler de savaş muhabiri değil. Onlar "operasyon muhabiri".

"Gazetecilik suç değildir" deyip durduk bunca zaman. Hayır, gazetecilik suç.

Gazeteciliğin yasak olduğu bir dönemde gazetecilik yaptığını söyleyenlerin yüzlerindeki makyajın rengi haki.

Ama zaman onların zamanı.

Zaman, bombaya adı nakşedilenlerin, savaş istemeyene, barış isteyene kolpacı diyenlerin, sırtını devletine, devletinin tankına, topuna, silahına yaslayıp etrafa parmak sallayanların, tehditler savuranların, yıkıntıları makyajlarına fon yapanların zamanı.

İki gün içinde tekrar gördük, kimlerin arasında yaşadığımızı. Güçlüye sırtını yaslayan gazetecisi asker, hukukçusu, siyasetçisi, çevrecisi, futbolcusu, oyuncusu, müzikçisi, şarkıcısı, hatta muhalifi bile asker.

Artık kanun bu: Ya asker olacaksın ya da gazaba uğrayacaksın. Gazaptan korkmayanların hâli perişan, korkanlarınki daha da perişan.

Ama yine de bir yol var herkes için: Konuşmak yasaklanabilir ama susmak hâlâ yasak değil.

Bu devirde olanı konuşamayıp yüzünü öte tarafa çevirerek "hayatın olağan akışı" içinde başka şeyler konuşmak o yüzden insanı utandırıyor.

Eğer en büyük hakikati konuşmak yasaksa, başka bir konuda yapılacak her konuşma, hakikati örtenlerin esirliğidir.

Tarih kayıtlarına geçsin: Esirin esir olduğunu söylemesi, hatta yüksek sesle haykırıp "ben özgürüm ve minnettarım" dememesi suç.

Üniversite yıllarımda okuyup da zihnimin bir yerine kazıdığım sınırlı sayıdaki sözlerinden biridir Nietzche’nin: “Konuşulmayan tüm gerçekler zehirler.”

Bizler zehirleniyoruz.

Gördüklerimizi söyleyememekle zehirleniyoruz.

Bu seneki Nobel Edebiyat Ödülü, bir savaş suçlusu olan Miloseviç’in muhibbine, Avusturyalı yazar Peter Handke’ye verilmiş. Kendisi bile şaşırmış buna. Geçelim.

2016 yılındaysa ödül, dünyanın ozanı Bob Dylan’a verilmişti. Ve Dylan’ın It's Alright, Ma (I'm Only Bleeding) "Bir şeyim yok, anne (Biraz kanıyorum sadece)" şarkısında dediği gibi: "Düşünce-rüyalarım görülebilseydi/ Herhalde giyotinle uçururlardı kellemi."

Ve tarih kayıtlarına geçsin: Bizler giyotinin altındayız demek de suç.

Eh, bu da bize ders olsun.

Bu arada Kara Plak yayınları, Bob Dylan’ın tüm şarkı sözlerini Türkçeye tercüme ederek yayınladı geçen hafta.

Donald White’ın Türküsü şarkısındaki birkaç dizesiyle, sözü üstada bırakalım:

Ama okyanus tehlikeli

Çatlayan dev tuzlu dalgalarıyla

Savaş meydanları da tehlikeli

Mermi kovanları uçuşuyor havada

Bu engin dünya da tehlikeli

İnsanların özgür olma mücadelesi verdiği

Benim için en tehlikeli olansa

Toplumun içi

Ondan gönderin dedim beni

Yeniden cezaevine

Dediler içerisi çok kalabalık

Bana hiç yer yok

Dizlerimin üzerine çöküp yalvardım

“Lütfen beni kodese atın”

Ama ne ricama kulak astılar

Ne de başka sözlerime


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.