Yeniden, yine barış için…
Bu topraklarda Kürt sorunu turnusol kağıdı, milliyetçilikse saplantı. Kürtlerle ilgili veya Kürtlerin merkezinde olduğu her mesele karşısında aktörlerin gerçek rengi ortaya çıkıveriyor.
Ankara Garı katliamının dördüncü yıldönümünü geride bıraktık geçtiğimiz hafta. 10 Ekim 2015’te barış için bir araya geldikleri miting alanındaki canlı bomba saldırısında ölenlerin, yaralanan yüzlerce insanın acısı hiç eksilmeyecek yüreğimizden. Barış istemenin bedeli bu kadar ağır olmamalıydı, ama oldu.
Toplumsal barış talebi, her zaman netameliydi, her zaman şüpheyle karşılandı bu topraklarda. Bu talebin daha yoğun baskılara maruz kaldığı dönemlerden geçtik. On yıllardır baskının yargı mekanizmaları aracılığıyla, devletin zor aygıtı eliyle arttığına tanık oluyoruz.
11 Eylül saldırılarının ardından güvenlik kaygısının devletler arası ilişkileri şekillendirdiğini, devletlerin kendi yurttaşını potansiyel terörist olarak görmeye başladıklarını, bu bağlamda haklar alanının giderek daraltıldığını, korku politikalarının yaygınlaştığını gözlemledik. Korku yoluyla rızanın nasıl yeniden inşa edildiğine tanık olduk. Toplumsal paranoya, güvenlik politikalarının tutması, devletlerin yurttaşlarına karşı yürüttükleri mücadelenin meşru kabul edilebilmesi için kışkırtıldı. Birbirimize baktığımızda, potansiyel bir dost değil, bir düşman görmemiz sağlandı. Hep birlikte güvenlik politikalarının nesnesi haline getirildik. Güvenlik uğruna, güvensizlik yaygınlaştırıldı. Kimi sahip olduğu farklı inanç yüzünden, kimi etnik kökeni, kimi cinsiyet kimliğiyle tehdit sayılıyor artık. Herkes diğerinde olası bir “terörist” görüyor. Bu ise derin bir yalnızlaşma demek. Gündelik karşılaşmalarımızın çok daha saldırgan bir dile teslim olması demek. Kavgaya her an hazır olmak demek. Kılıçlarımızı her an el altında tutmamız demek. Zayıf olanın, marjinal olanın, iktidardan daha az pay alabilenin şiddete kurban edilmesi demek.
10 Ekim 2015’te IŞİD’li bir canlı bombanın saldırısıyla yaşanan katliam, benzersiz bir acı olmakla bunları sorgulatabilmeliydi. Ancak gördüğümüz, toplumun büyük çoğunluğunun böyle bir sorgulamanın yakınında bile olmadığı. Geçen hafta başlayan sınır ötesi harekata izin veren tezkerenin, iktidarın Suriye politikalarını kıyasıya eleştiren ana muhalefetin de onayıyla geçmiş olması bunun kanıtı. Diyalog çağrısı yaparken savaş aygıtının kullanılmasına onay vermekte bir beis görmemek nasıl bir çelişkidir, anlamak gerçekten çok zor. Muhalefetin “güvenlik” kaygısına teslim olarak bir kez daha iktidarın peşine takılmaktan, barışı değil savaşı desteklemekten zerrece utanç duymaması korkusunun ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Mehmetçiğin burnu kanamasın diye içleri yana yana başka Mehmetleri ölüme göndermeye evet demek zerrece inandırıcı değil. Bu gerekçenin sefaleti üzerine konuşmak bile konuşanı incitiyor. İnsanın içini kanırtıyor söylenenler, söylenemeyenler, olan biten her şey…
Terör, güvenlik, vatan, vatanseverlik, millet, milliyetçilik her devrin vazgeçilmez gözbağları. Oysa harekat, operasyon, savaş adına ne dersek diyelim bu sınır ötesi girişimde hangi taraftan atılırsa atılsın her mermi bir can alacak. Harekatın ekonomi açısından olumsuz sonuçlar yaratacağı, yoksulluğun derinleşmesi riskiyle karşı karşıya olduğumuzu da hatırlamak gerek. İktidarın, “güvenlik”, “terörle mücadele” gerekçelerini kullanarak komşu ülkelerde yeni rant alanları açma, böylece gücünü tazeleyebilme stratejisinin bile bile parçası haline gelmeye böylesine teşne, böylesine ürkek bir muhalefetle daha yoksul, daha yalnız, daha parçalanmış, daha umutsuz bir topluluk haline gelmemiz işten bile değil. Barış içinde birlikte yaşama ilkesine adanmış bir politika yerine güvenliğin zor aygıtı eliyle tesisi yönündeki politikalara teslim olmuş bir muhalefetle toplumsal barış umut olmaktan çıkmaz mı?
Bu topraklarda Kürt sorunu turnusol kağıdı, milliyetçilikse saplantı. Kürtlerle ilgili veya Kürtlerin merkezinde olduğu her mesele karşısında aktörlerin gerçek rengi ortaya çıkıveriyor. HDP ile yan yana görünmekten ödü kopan, Kürt sorununa terör perspektifi dışında bakmakta zorlanan, Türkiye’nin Suriye’deki varlığının ardındaki hesapların pekala farkındayken Kürtler söz konusu olunca bu bildiklerini unutmayı tercih eden, saplantılı bir biçimde en milli, en vatansever, ennnn olduğunu kanıtlama yarışında sağ partileri bile sollayan sözüm ona “sol” bir ana muhalefetimiz var. Solculuğunu ispat için bunu kanıtlamaya gösterdiğinin yarısı kadar çaba harcamıyor. Bir de Erdoğan’ın diline düşme korkusu var tabii. O da cabası. Bunca korkunun ecele faydası olmuyor maalesef. “Söz konusu vatansa gerisi teferruat” diye diye barış talebini tehdit kabul edenlerle aynı saflarda yerini alıyor. Teferruat dediğinin “insan” olduğunu unutarak… Hayata karşı ölümü, umuda karşı yıkımı kutsayarak… Üstelik IŞİD’li bir canlı bomba tarafından gerçekleştirildiği aşikar yüzlerce kişinin katledildiği, yaralandığı 10 Ekim Ankara Garı katliamının yıldönümünde hepimizle alay eder gibi milliyetçi bir körleşmeye teslim olarak…
Her şeye rağmen, korkusuzca birbirimize güvenebileceğimiz günlerin, hepimiz için barışın yakın olması umuduyla…