YAZARLAR

Dost Donald kaş yapayım derken göz çıkarttı

Graham-Van Hollen tasarısı Türkiye’ye askeri uçak, araç, mühimmat, teknoloji satışının durdurulmasını ve S-400 alımının cezalandırılması için ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlarla Karşılık Verme Yasası'nın (CAATSA) 180 gün içinde uygulanmasını öngörüyor. Senatörler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın net gelirine ve varlıklarına ilişkin bir rapor hazırlanmasını da talep ediyor.

ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye’nin Suriye’de Rojava’ya yönelik başlattığı askeri harekata Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) arkasından çekilerek yeşil ışık yakan kendisi değilmiş gibi şimdi de bu harekat nedeniyle Ankara’yı cezalandırma telaşında. Öyle bir ruh hali ki Trump’ınki... ‘Türk ekonomisini çökertmeyi hedefleyen’-ki bu kendi ifadesidir- yaptırımları imzalamakla kalmadı üzerine de bir yılı aşkın süredir derin dondurucuda bekletilen meşhur Halkbank iddianamesi için düğmeye basılmasına engel olmayı bıraktı. Ve bunların hepsi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kuzeydoğu Suriye’ye harekat emrini vermesinin üzerinden daha bir hafta geçmeden piyasaya sürüldü. Gerisi de gelecek gibi duruyor.

Suriye’den çekilip bu dosyayı tarihe gömerek 2020 başkanlık seçimi için bir zafer anlatısı yaratma hevesinde olan Trump’ın hesabı çarşıya uymadı. Sadece birkaç gün içinde kendisini Amerika’nın ulusal çıkarlarını yerle bir ederek Suriye’deki baş müttefiki Kürtlerin katliamına göz yuman ve Ortadoğu’nun anahtarını Rusya’ya teslim eden öngörüsüz-basiretsiz başkumandan pozisyonunda buldu.

Şimdi kendisini bu sarmaldan kurtarmaya çalışırken nedense devamlı aralarının çok iyi olduğunu vurgulama gereği duyduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemdeki dış politika hamlelerini cezalandırmaya yönelik bugüne kadar ötelediği ne kadar yöntem varsa hepsine hızla onay vermek zorunda hissediyor belli ki.

Son üç dört gün içinde attığı adımlar arasında öyle bir tanesi var ki Beştepe’deki dostunun normal şartlarda aralarındaki ilişkide kapıyı bacayı sağlam bırakmaması gerekirdi. Zira Trump, 14 Ekim Pazartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefonda görüşmeden hemen önce SDG’nin komutanı Mazlum Kobani’yi bizzat arayarak sahadaki gelişmelere ilişkin bilgi almıştı. Mazlum Kobani; Washington’a göre IŞİD’e karşı kuzeydoğu Suriye’de kazanılan mücadelenin en önemli ismi, Ankara için ise PKK lideri Abdullah Öcalan’ın manevi oğlu konumunda olan azılı bir terörist. Daha düne kadar Erdoğan ve ekibinin Türk-Amerikan ilişkilerini bekleyen yeni krizleri durdurması için becerebileceğinin ve hak ettiğinin çok üzerinde anlam yüklediği Donald Trump, Ankara’nın bir numaralı teröristini şahsen muhatap almaktan çekinmemişti.

Peki biz bunu nereden öğrendik? ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in kendisinden, hem de kameraların önünde canlı yaptığı açıklama sayesinde.

Daha pek çok şey öğrendik aslında o gün Pence’den. Mesela Mazlum Kobani ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından Trump’ın bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuştuğunu. Türkiye kamuoyu olarak Pence açıklayana kadar bu bilgi bizde yoktu mesela. Oysa o güne kadar iki liderin görüşmelerini hep Washington açıklamadan saatler önce Beştepe’den duymaya alışıktık. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı yoğun sosyal medya mesaisi nedeniyle Erdoğan-Trump’ın 14 Ekim görüşmesini basına sızdırmayı atlamıştı herhalde.

Halbuki Washington, Ankara’nın lafını bile etmediği o görüşmeyi çok önemsemiş olacak ki içeriğinin kuru bir yazılı açıklamayla değil ABD Başkan Yardımcısı düzeyinde canlı yayında kamuoyuna açıklanmasını tercih etmişti. Öncelikle o telefon görüşmesini Cumhurbaşkanı Erdoğan talep etmişti. Başkan Trump, Mazlum Kobani ile görüşmesinden hemen sonra aradığı Erdoğan’dan kuzeydoğu Suriye’ye yönelik saldırıyı (Pence’in ifadesi) durdurmasını talep etmişti. Dahası ABD’nin Türk ordusu ile SDG arasında bir arabuluculuk rolüne hazır olduğunu da bildirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Trump’a Türkiye’nin Kobani’ye saldırmayacağı konusunda güçlü bir taahhütte bulunmuştu.

Trump bir de, telefonu kapattıktan sonra imzalayacağı başkanlık kararnamesinin öngördüğü Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımların gerekçesini anlatmıştı Erdoğan’a. Pence tüm bunları, yanında ABD Hazine Bakanı Steve Mnuchin olmak suretiyle, bir çırpıda dünyaya açıklarken Türkiye Suriye’de istikrarsızlık kaynağı olmaya devam ettiği sürece yaptırımların süreceğini ve hatta yenilerinin gelebileceğini vurguluyordu.

Trump yaptırımlara imza atarken geçen haftadan beri her fırsatta Suriye Kürtlerine arka çıkan ve Türkiye’ye karşı Kongre’de hazırlanmakta olan daha ağır bir yaptırım paketinin mimarı Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham Oval Ofis’te yanı başındaydı. Graham, Oval Ofis çıkışında Kongre’deki ‘evet ama yetmez, çok az çok geç’ korosuna Başkan Trump’a Türkiye ile pazarlık için zaman tanımaları gerektiği mesajını gönderecekti.

Lindsey Graham’in marifetlerinden bahsederken, Demokrat Partili Senatör Chris Van Hollen ile birlikte Türkiye’nin harekata başladığı gün olan 9 Ekim’de Senato’ya sundukları karar tasarısına değinmeden geçmek resmi eksik bırakır. O tasarının Başkan Trump’tan yaptırım listesine alınmasını talep ettiği Türkler listesinin başında Cumhurbaşkanı Erdoğan var.

Senatörlerin listesi uzun; Cumhurbaşkanının altında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve beş bakan daha sıralanmış. Trump’ın 14 Ekim’de imza attığı kararnamede sadece Savunma Bakanı Hulusi Akar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in isimleri vardı. Ancak senatörler yaptırımların Erdoğan, Fuat Oktay, Hazine Bakanı Berat Albayrak, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’a da uygulanmasını istiyor. Türk yöneticilerin ABD’ye seyahatlerine vize sınırlaması getirilmesi de tasarının maddelerinden biri. Trump’ın üç bakan için aldığı yaptırım kararında vize sınırlaması yok.

Graham-Van Hollen tasarısı Türkiye’ye askeri uçak, araç, mühimmat, teknoloji satışının durdurulmasını ve S-400 alımının cezalandırılması için ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlarla Karşılık Verme Yasası'nın (CAATSA) 180 gün içinde uygulanmasını öngörüyor. Senatörler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın net gelirine ve varlıklarına ilişkin bir rapor hazırlanmasını da talep ediyor.

Başkan Trump önümüzdeki günlerde Erdoğan’ı Rojava’daki harekatı durdurmaya ikna edemediği takdirde Graham-Van Hollen tasarısı Kongre’den bir çırpıda çıkartılabilir. Evet, Trump tasarıyı ilk seferinde veto edebilir ancak vetodan sonra hem Senato hem de Temsilciler Meclisi’nde üçte iki çoğunluk sağlanırsa Kongre Trump’ın vetosunu hükümsüz bırakabilir. Bir yanda da New York Güney Bölge Federal Mahkemesi’nde başlayacak Halkbank davası Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya devam eder.

13 Kasım’a kadar bu senaryo tam tersine çevrilir mi? Tersine çevrilmese de yokuş aşağı gidişata fren basmak mümkün, yakın tarihte örnek çok.


Cansu Çamlıbel Kimdir?

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezundur. Yüksek lisansını Britanya’daki Cardiff Üniversitesi’nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi ‘Türk medyası ve oto-sansür sorunsalı’ başlığını taşıyor. NTV’de diplomasi muhabirliği ve 2005-2008 yılları arasında Brüksel muhabirliği yaptı. 2008 yılından 2019 Şubat’ına kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı gibi pek çok farklı görevde bulundu. Yaklaşık beş sene boyunca ‘Yüz Yüze Pazartesi’ köşesinde Hürriyet’in haftalık siyasi röportajları ona emanetti. Son olarak Nisan 2017-Şubat 2019 döneminde Hürriyet’in Washington Temsilcisi olarak görev yaptı. 2015-2016 döneminde ABD’deki Harvard Üniversitesi’nin prestijli Nieman Bursu’nu kazandı.