Ayvalık Film Festivali notları 2: Parlak filmler son günlerdeydi
Festivalin belki de en parlak filmleri karşımıza festivalin son günlerinde çıktı. ‘Nuh Tepesi’nin birçok övgü aldığını ve kazandığı ödülleri duymuştuk ve diğer iki film ise neredeyse bir kalite garantisi kanıtı olan Dardenne Kardeşler ve Pedro Almadovar'dan geliyordu.
Geçen yazımızda, ikincisi yapılan Başka Sinema Ayvalık Film Festivali'nin bizde bıraktığı olumlu izlenimleri ve seyrettiğimiz bazı filmler hakkındaki düşüncElerimizi paylaşmıştık. Festivalinin üstü fazla küllenmeden, diğer filmler hakkındaki yorumlarımıza geçmek isteriz.
GÜRCİSTAN'DA DANS ETMEK BAŞKADIR
Yönetmen Levan Akin’in yönettiği Ve Sonra Dans Ettik, Gürcistan gibi sınırlı bilgi sahibi olduğumuz bir ülkeyi senaryosunun arka planına koyuyor, genç yaştaki profesyonel dansçı karakteri üzerinden bütün bir jenerasyon ve bu jenerasyonun ülkelerine bakışı üzerine ilginç bir yapı inşa ediyordu. Dağılmış ve sorunlu bir ailede yaşayan başkarakter Merab, ülkesini temsil eden dans grubunun ön sıralarında olmak için inanılmaz bir enerjiyle çalışıyor ama aynı zamanda da her gencin yaşadığı büyüme sancıları hissediyordu. Aradığı yakınlık bağını önceleri kadın dans partnerinde bulmaya çalışan Merab, zamanla gruba yeni katılan Iraklı Bachi ile önce rekabete dayalı ardından arkadaşlığa uzanan en sonunda aşka varan bir ilişki yaşayacaktı... Film, başkarakterini ve onun yaşadığı eşcinsel ilişkiyi merkezine koyarken makro planda sosyal yapıyı unutmuyor ve kompakt bir yapıda, başarılı bir şekilde akıyordu. Başkarakteri canlandıran Levan Gelbakhiani’nin dans performansı kadar (kendisi zaten profesyonel bir dansçıdır) oyunculuk performansı da takdire şayandı.
KÜÇÜK ŞEYLER ASLINDA BÜYÜK ŞEYLER…
Daha önce katıldığı festivallerde dikkat çeken ve genelde beğenilen ‘Küçük Şeyler’, yönetmenin yarattığı bir üçlemenin ikinci ayağıydı ancak tek başına, bağımsız bir film olarak düşününce de ilgimizi çekti. Görünürde mutlu olan orta-üst düzey sosyal tabakaya ait bir çiftin evliliklerinin çatırdamasını anlatan bu film, araya serpiştirdiği hayal/rüya sekanslarıyla ciddi bir ‘Beyaz Türk’ eleştirisi sunuyor, bunu yaparken de bir ‘yargılamadan’ ziyade ironik bir bakış açısı getiriyordu. Bizce hem ‘küçük şeyler gibi görünen şeylerin aslında o kadar küçük olmadığını’ açıklaması açısından hem de sinemamızda az işlenen bir sosyal tabakanın bütün katmanlarını teker teker açması açısından başarılı bir filmdi.
JİM’LE TANIŞMAK VE CALIFORNIA DREAMING
Festivalde gördüğümüz bu iki belgesel film ise ne yazık ki biraz beklentilerimizin altında kaldı. ‘Jim’le tanışmak’ aslından işlediği yazar karakter ve onun hayatını öğrenmek açısından belli ölçülerde ilgi çekiciydi ancak sanki filmi çekenler ellerindeki malzemenin altında biraz ezilmişlerdi ve ısrarla seyircilerin de sanki kendileri kadar bu karakterden etkilenmelerini bekliyorlardı. Kuşkusuz karakter çok renkliydi ve hem politik hem de edebiyat açısından çok ilginç bilgiler sunuyordu ancak sanki yazarın film boyunca geçmişinde dolaşmak, anlattığı şeyleri çok ufak arşiv görüntüleriyle kavramaya çalışmak, merakımızı yeterince gidermiyor, filmle aramıza sürekli bir mesafe koymamıza yol açıyordu.
California Dreaming’te ise bizce durum biraz daha vahimdi çünkü yönetmen Amerika’nın ücra bir köşesinde kendilerine yeni bir hayat ve dünya kurmuş karakterleri mercek altına alırken, senaryosunda sürekli bir dramatizasyon ve abartı hissiyatı mevcuttu. Her ne kadar yönetmen bu karakterlerin bütün yaşam zorluklarına rağmen bir ‘umut’ taşıdıklarını göstermeye çalışsa da bizce seyircilerde tam tersi bir etki oluşuyordu.
EMRE YEKSAN’DAN ‘OLGUN’ BİR İKİNCİ ADIM
Yönetmen Emre Yeksan’ın ikinci uzun metrajlı filmi ‘Yuva’, temposundaki bazı boşluklara ve tekrarlara rağmen, ilk filmine nazaran (Körfez) duygusal olarak daha yoğun, atmosferi daha etkileyici, daha kompakt kısaca daha olgun bir filmdi. Filmin bütünü bir ormanda gerçekleşiyordu ve yönetmen burayı bir dekor gibi değil bir ana karakter gibi kullanıyordu. Burada karşılaştığımız her canlı (veya ölü!) varlık, ortam ve durum senaryoyu belli ölçülerde beslese de bu ‘sembol’ bolluğunda bazı sekanslar biraz kafa karışıklığı yaratıyordu. Ancak son kertede yönetmen ticari kalıpların dışına çıkan, özgün ve değişik türlerde ‘özgürlüğü’ irdeleyen ilginç bir film çıkarmayı başarmıştı.
FESTİVALİN ZİRVESİ: NUH TEPESİ, GENÇ AHMED VE ACI VE ZAFER
Festivalin belki de en parlak filmleri karşımıza festivalin son günlerinde çıktı. ‘Nuh Tepesi’nin birçok övgü aldığını ve kazandığı ödülleri duymuştuk ve diğer iki film ise neredeyse bir kalite garantisi kanıtı olan Dardenne Kardeşler ve Pedro Almadovar gibi isimlerden geliyordu.
‘Nuh Tepesi’ bizce geçmişlerindeki hatalardan, pişmanlıklardan hatta günahlarından kaçmaya değil bunlara tutunmaya çalışan bir baba-oğlun hikayesini anlatıyordu. Filmin senaryosu ‘ölmeden önce son istek’, ‘bürokrasi ve adaletin eşitsizliği’ ve ‘yabancılara karşı duyulan öfke’ gibi temaları birbirinden oldukça kopuk, iletişimleri zaman içinde oldukça yıpranmış iki ‘yalnız’ karakter üzerinden anlatıyordu. Her ne kadar finalini biraz sönük bulsak da bizce film hem atmosfer hem yönetmenlik hem de oyunculuklar açısından tam anlamıyla hedefini tutturuyordu.
Dardenne Kardeşlerin yeni filmi ‘Genç Ahmet’ ise beklentilerimizi boşa çıkarmadı. Dardenne’ler yine kendilerine has üsluplarıyla yargılamadan, ders verir gibi durmadan, şu anda Batı'da yükselen ‘İslamofobi’ gibi çok önemli ve güncel bir soruna inanılmaz gerçekçi ve dozunda bakış atan bir yapım sundular. ‘Genç Ahmet’ aslında sadece Müslümanlığını rahatça yaşayabilmek ve dininin gerekliliklerini yerine getirmek isteyen bir ergenin, yanlış yönlendirmelerle neredeyse ‘cihatçı’ bir suçluya dönüşmesini anlatıyordu. Bu kadar hassas bir konuyu Dardenne’ler çok ince bir dille bize aksettirdiler.
Pedro Almadovar, son filmi ile bizce yaşadığı ufak ‘düşüşten’ sonra eski, güçlü filmlerini hatırlatan sağlam bir yapım sundu. Fetiş oyuncularına ve temalarına sıkı sıkıya sarılan yönetmen, alter-egosu olarak yine Antonio Banderas’ı seçti ve bizce en iyi filmlerinden birini çıkardı. Bir sanatçının sancılı ‘yaratma sürecini’, ‘geçmişinden getirdiği hatıraları’ ve ‘geçmişe gömemediği pişmanlıkları’ gibi konuları deşen Almadovar kendisine has mizahı asla elden bırakmıyordu.
Son olarak, bu şekilde sürmeye devam ederse, bizce ileriki yıllarda Türkiye’nin önemli festivallerinden biri olabilecek Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nden bize kalan izlenimler ve film görüntüleri kısaca bunlardan oluşuyordu…