Terim mi, Çalımbay mı?
Galatasaray’ın attığı üç gol de pekala gol olarak rakip ağlara gitmeyebilirdi. Birinci ve ikinci gol kesinlikle bireysel yetenek sonucuydu ve bu gollerin yapılış biçimi Terim’in oyun zekasına mâl edilemez. Penaltı ise penaltı olduğu için gol oldu. Kısacası gollerin yapılış biçiminde, üretiminde oyun kurgusunun izleri yoktu.
Bir oyuna sahip olma anlamında Çalımbay’ın Terim’den beş gömlek daha üstün olduğunu her aklı başında insan kabul eder. Fatih Terim’in Türkiye liglerinde en fazla şampiyon olmuş teknik adam(!) olması bu gerçeği değiştirmez. Fatih Terim’in en çok şampiyon olan teknik adam koltuğunda oturuyor olması, Türkiye liginin şaibeli ve vesayetçi karakterinin bir tür tescilidir.
Galatasaray ve Sivasspor maçını bir kez daha hatırlayalım. Sarı-kırmızılı takım ile kırmızı-beyazlı takımdan hangisi bir teknik adam dokunuşu taşıyordu? Hangi takım, belli bir kurgusallık içinde faaliyetlerini icra ediyordu? Hangi takımda ortak akıl, oyunun her yerinde ve kesitinde işbaşındaydı? Hangi takım iyi bir disipline sahip örgüt olma niteliği taşıyordu? Bu soruların alternatifsiz yanıtı, kırmızı-beyazlı takımdı.
Maç sonrası Fatih Terim, maçı yorumlarken, inkarcı bir tutum izleyerek, oyunun kötü sonuçlarının tümünü "rehavete’’ bağladı. Bir kişi eksik kalmış takıma karşı, içine düşülen aciz durumların izahı için seçilen kavram, bir başka acziyetin belgesi aslında. Oyunun her şeyinden sorumlu kişinin, bütün suç ve sorumsuzlukları oyunculara havale etmesi, tipik bir Terim davranışı.
Söz gelimi Çalımbay, defansını öne çıkararak, Galatasaray’ı dar alanda oynamaya mahkum etti. Defansını öne çıkaran teknik adam, aslında rakip teknik adama geride geniş alanlar bırakır. Peki Çalımbay’ın bu oyun anlayışına Terim nasıl karşılık verdi? Söz konusu geniş alanları kullanmak için hangi organizasyonların altına imza attı? Belli ki Terim, Çalımbay’ın bu kadar korkusuz olabileceğini düşünmemiş. O maçın başlamasıyla birlikte Çalımbay’ın savunmayı derinde konumlandıracağını düşünmüş.
Palavracı Türk futbol yorumcularının keyfi yorumlarına itibar edilmezse, bu öngörüsüzlüğün saha içinde çözülemeyeceği görülecektir. Maç öncesi taktik kurgunun maç içi değişimler ile çözüleceğini ileri sürenler, her şeyden önce hafta içi hazırlıkları küçümsemekle kalmıyor, aynı zamanda oyunculara mucizevi nitelikler yüklemeye çalışıyorlar. Başlamış maçın içinde taktik kurguyu değiştirmek, öyle sanıldığı gibi oyuncuların pozisyonlarını değiştirmekle halledilebilecek bir sorun değil.
Nitekim bu sorun çözülemediği için, Terim, Çalımbay’ın yarı sahasında hakimiyet sağlayamadı. Çalımbay ise doğru bir analiz ve öngörü ile her seferinde Terim’in arkasına sarkmayı başardı. Terim bu sarkmalara da çözüm bulamadı.
Galatasaray’ın attığı üç gol de pekala gol olarak rakip ağlara gitmeyebilirdi. Birinci ve ikinci gol kesinlikle bireysel yetenek sonucuydu ve bu gollerin yapılış biçimi Terim’in oyun zekasına mâl edilemez. Penaltı ise penaltı olduğu için gol oldu. Kısacası gollerin yapılış biçiminde, üretiminde oyun kurgusunun izleri yoktu.
Ama Sivasspor’un iki golü de kelimenin tam anlamıyla teknik direktör golüydü. Kurgusal bir örgütün emek ve akıl katarak kotardığı gollerdi.
Salı gecesi Real Madrid, bu çağ dışı teknik adamlığın foyasını açık biçimde meydana çıkaracak.