Türkiye’nin geri vitesinin sınırı yoktur
“Hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan” oyulmuş bir imge... Bu imgeyi şiirsel olsun, müzikli olsun diye bu dizenin içine yerleştirmiyorum. Adnan Selçuk Mızraklı’ya ve onun şahsında bu ülkeye yapılan şey eski fotoğraflara götürüyor. Oradan hoyratça bir kez daha bir kez daha oyuyor bizleri. Yüreğimiz eski yangınların harını hatırlıyor.
Başımıza gelenleri bir nefeste anlatmak için daha uygun bir başlık bulamadım. Türkiye’nin geri vitesinin sınırının olmadığını bu kez Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı’nın gözaltına alınışının fotoğrafı söylüyor. “Hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan” oyulmuş bir imge... Bu imgeyi şiirsel olsun, müzikli olsun diye bu dizenin içine yerleştirmiyorum. Adnan Selçuk Mızraklı’ya ve onun şahsında bu ülkeye yapılan şey eski fotoğraflara götürüyor. Oradan hoyratça bir kez daha bir kez daha oyuyor bizleri. Yüreğimiz eski yangınların harını hatırlıyor. O imgelerden ve o ateşlerden geçip gidemediğimizi, yüreğimizin yarısının oralarda kaldığını anlatmak istiyorum. Metin Altıok’un Madımak’ta katledilmesinden sonra anlamı başkalaşan, dönüşen ve toplumsal acılara peşimiz sıra ıslık çaldıran dizelerinden çaresizce bir ifade gücü devşirmeye çalışıyorum.
Nitekim öyle bir geri vites ki bizi alıp başlıktaki sözün sahibi usta yazar ve siyasetçi Çetin Altan’ın meclis çatısı altında elli yıl evvel yaşadığı ve bir gözünün ağır biçimde zarar görmesiyle sonuçlanan linç olayına götürüyor mesela. Biliyorsunuz, o sırada Türkiye İşçi Partisi’nin 15 vekilinden biri olan Çetin Altan, dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın TİP’e hakaret içeren konuşması sırasında onunla münakaşaya girdiği için bir kısım Adalet Partisi milletvekilinin linç girişimine maruz kalmış ve ölümden zor kurtulmuştu. Çetin Altan ayrıca parlamento tarihinde siyasi görüşlerinden dolayı dokunulmazlığı kaldırılarak yargılanan ilk vekillerden. Geri vitesin sınırsızlığını ondan başka kim bilebilir? Oğlu Mehmet Altan’a söylüyor bunu; “Türkiye’nin geri vitesinin sınırı yoktur. Kendine dikkat et” diyor.
Bu konuyu dünkü Medyascope programımda bir yönüyle konuşmaya çalıştım fakat Adnan Selçuk Mızraklı’nın tutuklanma kararı öyle üzücü, öyle haksız bir karardı ki bugün burada tümüyle başka bir konuya geçemedim. O programda bıraktığım yerden devam edeyim istedim.
Bir anda elli yıl evveline, yüz yıl evveline dönüyoruz işte. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla dönüyoruz. Seçme ve seçilme hakkının gaspıyla dönüyoruz. Kayyım atamalarıyla dönüyoruz. Yerine kayyım atananların bu duruma isyan ettikleri ve sessizce baş eğmedikleri için tutuklanmalarıyla dönüyoruz. Bu durumu protesto eden başka vekillerin tartaklanması ve gözlerine biber gazı sıkılmasıyla dönüyoruz.
Geri vitesin sınırsızlığı sadece yasal bir siyasal parti olan HDP’ye yönelik tutumla, linç girişimlerine maruz kalan ve katledilen sivil Kürt yurttaşlarla, tutuklanan ve tartaklanan Kürt siyasetçilerle ilişkili olarak karşımıza çıkmıyor. Yazının akışı içinde ayrı bir parantez oluşturma pahasına, diğer “kaçırılma,” “kaybedilme” olaylarını da örnek verebiliriz. Mesela Ankara’da Şubat ayından beri kayıp olan Mustafa Yılmaz’ın kaçırılma hikayesi de sınırsız bir geri vites potansiyeliyle ilişkili epeyce bir şey söylüyor. Üzerine “Mustafam’ı İstiyorum” yazan kefen gibi bir örtü kuşanmış bir annenin sessiz çığlıklar koparan bembeyaz yüzü ve kaskatı bedeni söylüyor bunu. Kendisinden tam dokuz ay hiçbir haber alınamayan Yılmaz’ın bu hafta TEM Şube’de gözaltında birdenbire ortaya çıkma biçimi de söylüyor. Adı geçen 32 yaşındaki genç adam daha evvel FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanmış ve altı ay tutukluluktan sonra tahliye edilmişti. Tahliyesinden kısa bir süre sonra oturduğu sitenin yakınlarında bir yerden sabah saatlerinde kafasına çuval geçirilerek kaçırıldığı çevredeki kameralarca tespit edilmişti. Bu da çok çok ürkütücü bir geri vitestir. Körlemesine... Gözden kaçmasın.
HDP ve Kürtlerle -Suriye Kürtleri dahil olmak üzere- devam edersek, yaşananları sade, açık ve anlaşılır itirazlarla ortaya koyma koşullarını tümüyle sakatlayan baş aşağı çevirme ve çarpıtmalardan, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü üzerindeki siyaseten zorba denetimden söz etmemiz gerekir. Bu zorbalığın içinden kimse kolay kolay sıyrılamıyor. Milyonların oyunu alarak seçilmiş yerel siyasetçilere yönelik hak gaspını, yerel siyaset üzerindeki darbeci müdahaleyi, yurttaş iradesi üzerindeki tasallutu ve bunun aslında “yapılamaz” olduğunu sade ve sarih cümlelerle ortaya koyamıyor kimse. Konu fazlasıyla karmaşıkmış gibi ele alınıyor. Oysa karışık filan değil. Adnan Selçuk Mızraklı’nın yaşamı ve politik mücadelesi gibi berrak bir durum söz konusu. Aynı mesele Suriye’deki Kürtlerle ilişkili olarak da böyle. Sonsuz sayıda analiz içinde sade ve açıklayıcı bir perspektif bulabilme ihtimalimiz de ağır tehdit altında. Mesela Slavoj Zizek’in aşağıdaki beyanı gibi anlaşılır fikir beyanlarına az rastlıyoruz.
Slovenyalı düşünür Zizek, “Avrupa solu Kürtlere ihanet etti” deyiverdi. “Kürtlerin Amerikan askeri korumasından medet umması gerektiği gerçeğinden rahatsız olan bazı 'solcu' meslektaşlarımın tepkisi beni üzdü. Türkiye, Suriye iç savaşı, Irak'taki karmakarışık hal ve İran'ın arasındaki gerilimlerin ortasında başka seçenekleri var mıydı? Kendilerini anti-emperyalist dayanışmanın mihrabında kurban mı etmeliydiler?” diye soruverdi. Başka şeyler de söyledi: “Suriye’nin kuzeyinde, Rojava’yı merkez alan Kürt bölgesi bugünün jeopolitik karmaşasında benzersiz bir yerdi: Kürtlere, normalde kendilerini sürekli olarak tehdit eden büyük komşularından bir mola sağlandığında, gerçekten var olan ve iyi işleyen bir ütopya olarak ancak tasarlanabilecek türden bir toplumu hızla inşa ettiler. Kendi profesyonel ilgi alanımdan baktığımda, Rojava’da, beni tekrar tekrar konuşma yapmak için davet eden, gelişmekte olan bir entelektüel ortamı gördüm – bu planlar, bölgedeki askeri gerilimler nedeniyle vahşice kesintiye uğradı” dedi.
Kanın, tecavüzün, yağmanın, acının, savaşın ve ölümün coğrafyasında dünyaca ünlü bir filozofu konuşma yapmak üzere defalarca davet eden bir entelektüel ortamı ve bunu yaratan Kürt toplumunu tahayyül etme imkanımız bile elimizden alındı. Oradaki sivil Kürt yaşamlar içinde cihatçı örgütlerin barbarlığına karşı verilen mücadeleyi ve bu mücadelenin kazanımlarına yönelen tehdidi, doğruluğunu değerlendirmek ya da hatta gerekirse yalanlamak üzere özgürce konuşamadığımız, sadeleşemediğimiz, karmaşanın arasından hakikati süzemediğimiz bir geri vites ortamında kalakaldık. Böyle bir ortamda bir operasyonun, bir ateşkesin, bir geri çekilmenin anlamını sağlıklı biçimde değerlendirebilmemiz mümkün mü?
Ölüm yıldönümünde şükranla anmak istediğim Çetin Altan’ın tavsiyelerinden esinle bitireyim. Enseyi karartmayalım fakat kendimize ve birbirimize mukayyet olalım. Koca ülke yine geri vitese alındı bir kere...