Trump'a cumhurbaşkanına hakaretten dava açılır mı?
Twitter hesabımdan, bir yurttaş olarak, herhangi bir kamusal mesele hakkında yürütmenin başına “aptallık etme”, “sert adam olma” yazmış olsaydım aynı karşılıklı “sevgi ve saygı”nın gereği olarak başıma ne gelirdi acaba diye düşündüm. Bu düşüncenin elbette bir tarihi ile siyasi ve hukuki bağlamı var...
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşik Devletler Başkanı Trump’ın makamına hitaben yazdığı, içinde “sert adam olma”, “aptallık etme”, “seni sonra arayacağım” ifadeleri geçen mektubuna, sevgi-saygı duygularından dolayı şimdi değil sonrasında, gerektiğinde karşılık vereceğini söyledi. Diplomatik teamüller, devletlerarası ilişkiler üzerine yazacak değilim, uzmanı da değilim. Açıkçası bu durumun bir yurttaş olarak onurumu kırdığını falan da söyleyemem, hiç öyle hissetmedim, böyle hissetmememin nedenini aşağıda açıklamaya çalışacağım.
Mektubu okuduktan ve ilk şaşkınlığım, yüzümdeki acılı tebessüm geçtikten sonra düşündüğüm şey şu oldu: Twitter hesabımdan, bir yurttaş olarak, herhangi bir kamusal mesele hakkında yürütmenin başına “aptallık etme”, “sert adam olma” yazmış olsaydım aynı karşılıklı “sevgi ve saygı”nın gereği olarak başıma ne gelirdi acaba diye düşündüm. Bu düşüncenin elbette bir tarihi ile siyasi ve hukuki bağlamı var. Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılından bu yana cumhurbaşkanına hakaret suçu da gündemimize girdi. Binlerce yurttaşa TCK 299’dan dava açıldı 2 binin üzerinde mahkumiyet kararı verildi. Dolayısıyla 2014’ten sonra, daha da vahimi cumhurbaşkanı seçilen kişinin parti ile ilişiğinin kesilmesi düzenlemesini ortadan kaldıran 2017 anayasa plebisitinin ardından yurttaşların ülke meseleleri hakkında konuşmasının bir bedeli var. Çünkü ülke meseleleri hakkında konuşmak istiyorsanız, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı atlayarak konuşamazsınız –hatta bu bile 299 kapsamına girebilir-. Zira kendisi sigara paketlerinin biçiminden, sigaranın haram olup olmadığından, kaç çocuk yapılması gerektiğinden, stadyum isimlerinden “arena” ifadesinin kalkması gereğine kadar her konuda belirleyici. Her kamusal konu bakımından “ortada” olan, belirleyici ve uygulayıcı olan Erdoğan, istediği şey hakkında istediği gibi konuşur ve her türlü korumadan yararlanırken kıyı köşedeki yurttaşlar, daha ortalara gelmiş gazeteci ve sanatçılar ortadaki konular hakkında söz söylerken defalarca düşünmek, ortanın çevresinden dolaşmak zorundadır. Çünkü cumhurbaşkanına hakaretten terör ile iltisaklı olmaya kadar birçok ceza yaptırımı sabaha karşı, uykunun en güzel yerinde karşılarına çıkabilir. Hatta bir savcı örgütlerden kokteyl yapıp önünüze koyabilir.
DIŞ POLİTİKA-İÇ POLİTİKA: TAHAKKÜM MANTIĞI-PAZARLIK MANTIĞI
Devletlerarası ilişkiler egemenlik varsayımına dayanır. Devletlerarası hukukun temelini oluşturan bu varsayımın getirdiği ilke devletlerin içişlerinde bağımsız dış ilişkilerinde ise birbirleriyle eşit hukuki statüde olacaklarıdır. Bu varsayımın olgunun karşısında direnemeyeceği elbette açık. Ancak egemen-eşitlik kurgusunun temeli olduğu devletlerarası sistemin geldiği noktada Trump ve Putin arasındaki ilişkilerin, Erdoğan’ın onlarla ve diğer dış dünya ile kurduğu ilişkilerin biçimi artık konunun başka bir yere geldiğini de gösteriyor. Burada yine Trump’ın kameralar önünde Erdoğan’ın da içinde olduğu Türkiye Devleti heyetinin yüzüne söylediklerini hatırlamakta fayda var. Heyete Hollywood’da bile onları bir araya getirecek bir set bulunamayacağına, onları idare etmenin çok kolay olduğuna ilişkin bir cümle kurmuştu Trump haziran ayında. Tabii TÜİK enflasyonu nasıl hesaplıyor ve açıklıyorsa resmi çevirmenler de benzer bir protokol uyguluyor olacak ki sözler bir biçimde “çevrildi”. Bu dış politika skandallarının Trump’ın kişiliğinden kaynaklandığını söylemek sorunu görmezden gelmek olur. Fakat sadece yapısal bir durumdan da bahsetmiyoruz. Bu fiillerin bir zemini olduğu kadar failleri de var. Türkiye’de saray rejiminin özellikleri bu zemini besliyor. Egemen eşitliği; içeride hamaset ve tahakküm biçiminde anlayan bir “dahiliye nezareti”, dışarıda ise kendi bekasını kurtaracak pazarlıklarda yer alabilmek biçiminde anlayan, liyakat ilkelerinden bağımsız biçimde oluşmuş yeni bir “hariciye” teşkilatının Trump ile çok iyi anlaşacağı açık. Güç, pazarlıkta güç, kaba güçse demokratik ilkelerin, hukuki prosedürlerin herhangi bir anlamı olmuyor. Yani cumhurbaşkanına hakaret suçu içeride muhalefeti susturmak, kamusal meselelerde tek kararın sorgusuz sualsiz kendisine ait olduğunu deklare etmenin araçlarından biri. İçeride tahakkümün aracı olarak, dış politikada, “pazarlığımız bir bitsin, dengelere göre belki ben de ona hakaret ederim” mantığı ile iş görüyor.
KAMU, DEVLET, KİŞİ
Ana akım medyanın iktidar musluklarıyla dolan havuzun bir parçası haline getirilmesi, eleştirel gazetecilerin tutuklanması, Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan yüzlerce akademisyenin ihraç edilmesi gibi uygulamaların yanında cumhurbaşkanına hakaret düzenlemesi de Türkiye’de kamusal tartışmayı kapatma amacı gütmektedir. Kerem Altıparmak’ın 2015’te yazdığı gibi AİHM içtihadı da cumhurbaşkanının hakarete karşı herhangi bir yurttaştan daha fazla koruma görmesi beklenemez. Fakat Türkiye’de cumhurbaşkanına hakaret suçlaması, yukarıda aktardığım mantıksal işleyişin bir parçası olarak güç ilişkilerinde kendini bulmaktadır. Kişisel güç kamuyu kuşatmış, devlet baştan aşağı şahsi ilişkiler bağlamında yeniden örgütlenmiştir. Hayatlarımıza ilişkin en özel meselelerin, evde izlediğimiz dizilerinden cinselliğimize kadar birçok meselenin bir kişi tarafından kamusallaştırılması karşısında ekonomik krizden savaş ve barışa kadar bütün kamusal meseleler de kişiselleştirilmektedir. İşte Erdoğan ve Trump arasındaki ilişkiyi belirleyen güdülerle Erdoğan ve 299’dan yargılanan kişiler arasındaki ilişkide savcıların güdüsü arasındaki paralelliği kuran bu şahsileşme-kamusallaşma paradoksudur.