İklim dostu ilk belediyemiz
İklim krizini durdurma politikası iklimi değiştirme politikası gibi somuttur. Öyle somuttur ki hayatın her alanında kendini belli eder. En basitinden mezarlar bile endüstriyelleşti ve bedenlerimiz beton kutulara konuluyor. Ağzımıza dayayarak içtiğimiz su bile petrol türevi şişelere giriyor.
Yerel seçimlerden bu yana neredeyse altı ay geçti. Bu arada İstanbul seçimleri tekrarlandı, önce üç büyükşehir, sonrada iki ilçe belediyesine kayyım atandı. Şimdi de iktidar büyükşehir belediyeleri ile ilgili bir taslak üstüne çalışıyor.¹
Ülkede demokrasi krizi bir taraftan, ekonomik kriz diğer taraftan derken iklim krizi de derinleşmeye devam etti. İklim krizine gerçek çözümü üreten bir belediyeyi çıkartmanın zamanı o kadar geldi ki.
75 MİLYON TON ÇİMENTO, 1°C SICAK BİR YAZ
Daha önce dökülen asfalt ve beton miktarına bakarak yazın aylarının sıcak geçeceğini tahmin etmiştik. Ardından 1971 yılından bu yana ölçülen en sıcak Haziran ayını yaşadığımızın bilgisi geldi. Son veriler ise bu yaz ayını Türkiye’nin 1981-2010 yılları arası yaz mevsimini sıcaklık ortalamasına göre 1.0°C sıcak geçirdiğimizi ortaya koyuyor. Yani bir derece sıcak bir yaz geçirdik ama üstüne Düzce, Araklı, Samsun, Artvin, Giresun ve en son Gaziantep’te yaşanan su baskınlarını da listeye eklemek gerekiyor.
Anlaşılan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)'nin dediği gibi 12 yılımız kalmadı. Bilakis 12. kattan düşüyoruz ve acil tutunmamız gerekiyor.
Tüm bunları konuşurken çimento müstahsilleri Türk çimento sektörünün Avrupa'da birinci, dünyada ise en büyük dördüncü üretici olduğunu açıkladı.² Müthiş değil mi? Ayrıca geçen yıl 71 milyon ton klinker ve yaklaşık 75 milyon ton çimento üretildiğini de açıkladılar. Yani neredeyse kişi başına 1 ton klinker ve bir ton çimento üretmiş ve dökmüşüz!
BIKTIK VE SİYASET GÖRÜYOR
Temel sorun burada. Ülke dökülen betondan çok can derdine düşmüş durumda ve neredeyse dünyanın dördüncü çimento üreticisi olmakla övünenlerimiz var. Önümüzde ise nüfusu bizim 15 katımız olan Çin ve Hindistan, dört katımız olan ABD var.
Öyle bir hale geldik ki halk beton istemiyor ve bunu artık politikacılar da telaffuz etmeye başladı. 23 Eylül’de Fox TV’ye çıkan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş "Ankara betondan bıktı" dedi ve ekledi; “Bundan sonra Belediyeye imar rantı dosyası gelmeyecek!" Geçen hafta da bir toplantıda "Yeni parklarda yapı istemiyorum" diyerek³ söylemi netleştirdi. Tabi ki Salda Gölü’ne 140 bin metrekare inşaatı, Ankara’nın ortasına yüzlerce milyon TL’lik inşaat bedelli millet parkını artık kimse istemiyor.
Diğer taraftan geçtiğimiz hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ise herkesin katılımı ile iklim eylem planları düzenleneceğini, “küresel iklim değişikliğine neden olan endüstriyel uygulamalar yerine, sürdürülebilir enerji yatırımlarının artırılması ve düşük karbon ekonomisinin sağlanması hususunda çok kararlı hamleler yapacağını” duyurdu. Böyle bakınca belediyenin kendi yetki alanlarında asıl ne yapacağı sorusu akla geliyor.
ASFALT-BETON BELEDİYECİLİĞİNDEN KİM KURTARACAK?
Belediyecilik aslında bir “alt yapı” işidir. Yani dökeceğiniz asfalt ve betonun miktarı ve biçimi bütün fosil yakıtların tüketim biçimini belirler. Oradaki her bir standart, mevzuat ve mühendislik kentin geleceğini belirler. Ama tek başına standart, tek başına mevzuat, tek başına mühendislik ise bir felakettir. Tıpkı şimdi yaşadığımız gibi.
Ancak elimizde iyi şeyler var. İki parti programında asfalt-beton belediyeciliğine net bir şekilde karşı çıkıyor. Belediye başkanlarımız net ifadeler ile “betondan bıktık” diyebiliyor. Eksik olan tek şey bunların bir politikaya dönüştürülmesi. Bu eksikliği kısmen Ankara örneğinde, ama daha net İstanbul örneğinde görüyoruz.
PLAN MI POLİTİKA MI?
Plan ve proje bir politikanın bileşenidir. Bir anlamda politika plan ve projelerin yönünü belirler. Türkiye iklimi değiştiren bu kadar hırslı politikalara sahipken yapılan plan ve projelerin iklim değişikliğini durdurmasını beklemek büyük aptallık olur. Öyle ki Türkiye’de “plancılık” ve “projecilik” mantığının aslında çözümü ertelemek için kullanılan bir araç haline dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu bakış açısı yüzünden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yerel iklim eylem planlarını öne çıkartmaya çalışıyor. Bu konuda eldeki üç temel örneği verelim.
Türkiye’nin ilk iklim eylem planı çalışması Çanakkale’de yapıldı. 10 yıl önce Çanakkale Kent Konseyi’nin öncülüğünde hazırlanan Kent Eylem Planı’nda “Çanakkale İklim Değişikliği Eylem Planı” başlıklı ayrı bir bölüm yer aldı. Planın devamı gelmedi, biliyoruz. İçeriğini bilmesek bile etkisini çok iyi biliyoruz. Mesela plan hazırlanmadan önce Çanakkale’de bir tane kömürlü termik santrali varken şimdi yedi santral var. Plandan önce “ÇED olumlu” kararı olan 438 proje varken şimdi 984 proje var. Plandan sonra altın madenleri açıldı, Çanakkale köprüsüne başlanıldı. Plan öncesine göre Çanakkale bugün Türkiye’nin en çok iklimi değiştiren kentlerden biri haline geldi. Tabi ki plan “bunları yaptı” demiyoruz. Ama “plan” iklim değişikliğini hızlandırma sürecinde bile işlevsizdi.
İkinci örnek ise Gaziantep. 2011 yılında Türkiye’nin ilk iklim eylem planını hazırladı. 2015’de ise plan yenilendi. İklim eylem planı yapan Gaziantep 20 Ekim günü metrekareye düşen 20 kilogram yağışa teslim oldu. Doğru duydunuz, GASKİ Genel Müdürü o gün yaptığı açıklamada 20-25 dakikada metrekareye 20 kilogramdan fazla yağış düştüğünü açıkladı. Yani kent 20 mm’den fazla yağış almış. Özetle 2-3 parmaklık yağmuru emecek toprak bulamamış. Tabi ki bu sel felaketi ile iklim planı arasında bir ilişki kuramayız. Zaten sorun da iklim değişikliği ile planın bir ilişkisinin olmaması değil mi?
Üçüncü örnek ise İklim Değişikliği Eylem Planı, İDEP. Plan Temmuz 2011’de tamamlanarak paylaşıldı. Sonrasında kimse yüz vermedi. Öyle ki devlet izleme raporu bile hazırlamadı, kimsede sormadı. Bu planın ne anlama geldiğini 2013 yılında hazırlanan tek izleme raporundan gördük.4 Plan var diye bu halk yıllarca oyalandı.
Şunu da ekleyelim, adına “küresel ısınma” denildiği dönemin gerçekliği ile bugün iklim planı yapıp “iklim krizi” denilen şeye müdahale ederseniz sadece kendinizi kandırırsınız. Mesele artık bunun çok ötesinde.
İKLİM POLİTİKASI ÜRETMEK
İklim krizini durdurma politikası iklimi değiştirme politikası gibi somuttur. Öyle somuttur ki hayatın her alanında kendini belli eder. En basitinden mezarlar bile endüstriyelleşti ve bedenlerimiz beton kutulara konuluyor. Ağzımıza dayayarak içtiğimiz su bile petrol türevi şişelere giriyor. Allah'tan Ankara’da pek çok insan ağzını musluğa dayayarak içebiliyor da biraz mutlu oluyoruz.
Türkiye geçen yıl 75 milyon ton çimento, 71 milyon ton klinker üretti, yaz mevsimini ise bir derece sıcak geçirdi. Konu artık “küresel ısınma” değil, iklim krizi. Diğer yandan elimizde betondan-asfalttan bıkan bir halk, bunu bilen partiler, belediye başkanları var. Şimdi yapılması gereken uygulamaya geçmek, bunun için gerekli tek şey politikası olan ve tabi ki bu politikayı hayata geçirecek kişiler. O politika da bilgi ile yapılır, matematik ile yapılır, biraz iktisat ile yapılır, biraz mühendislik ile yapılır ve daha çok sorgulayarak yapılır...
Geriye son bir soru kalıyor, iklim dostu politikaları ilk olarak hangi belediye hayata geçirecek?
Not: 25-26 Ekim’de IDEMA’nın ev sahipliğinde, Mersin Büyükşehir Belediyesi ve Yenişehir Belediyesi desteği ile Climathon Mersin’19 yarışması düzenleniyor. Climathon’un açılış sunuşu için davetli olduğum Mersin’de bu yazının ötesini tartışacağız ve yarışmacılar toprak, su ve hava konusunda çözümlerini yarıştıracak.
1. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/buyuksehirlerde-buyuk-degisim-41355617
2. https://www.dunya.com/ekonomi/turkiye-cimento-uretiminde-avrupada-birinci-haberi-455061
3. http://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/ankara/yeni-parklarda-yapi-istemiyorum-41352069
4. https://www.onderalgedik.com/2013/07/01/turkiyenin-iklim-politikalarini-izleme-raporu-aciklandi/