Taner Öngür’e, bir hatıra olarak…
Bu yazı, Taner Öngür’e adanmış bir armağan. Albümlerini imzalarken kullandığı ifade gibi: “Bir hatıra olarak…” Hayatımızı özetlerken ona dokunmuş insanların kaçı hakkında yürekten bir “iyi ki” çıkıyor ki ağzımızdan?
1993 yılının 31 Mayıs günü, bir dev uyandı: Adını bildiğim, şarkılarının (henüz) küçük bir kısmını dinlediğim Moğollar, o gün Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda verdikleri muazzam bir konserle geri döndü. 1967 yılının sonlarında kurulan, ‘70’li yılların sonlarına kadar varlığını sürdüren, arada bir suskunluk yaşayan topluluk, sadece eski şarkıları çalmadı, yeni şarkılarla dinleyicileri selamladı. Bu, sonrasında yapacaklarının ilk habercisiydi. 21 yaşındaydım ve okumakta olduğum Ankara’dan tek başıma gittiğim konseri heyecanla izlemiş, bir Moğollar hayranı olarak Ankara’ya geri dönmüştüm. Sonrası, Moğollar’la geçen yıllar…
Bu yıllarda kahramanım, Taner Öngür. Bitmek bilmez sorularıma uzun uzun cevap veren, bıkmadan usanmadan anlatan, her seferinde karşıma yeni şeylerle gelen insan… Bunu yazarken Cahit Berkay’la yaptığımız uzun sohbetleri, Engin Yörükoğlu’yla yaptığımız (kimi zaman çatışmayla biten) atışmaları, Serhat Ersöz’le yaptığımız içten konuşmaları unutmuyorum elbette. Taner Öngür’ü diğerlerinden ayıran, Moğollar konserleri dışında da görüşüyor oluşumuz. Bu yüzden tarihimiz diğerlerine nazaran biraz daha eski, iletişimimiz az daha derin.
Uzun uzun anlatmak isterim ama sıkacağımdan korkarım. Onun için, Taner Öngür’lü hatıraları başka bir yazıya bırakayım, bu yazıyı yazma vesileme geleyim. Öngür, dün 70. yaşını kutladı ama asıl mevzu, son üç yıla üç şahane albüm sığdırması. Bugün, bu üç albümden söz edeceğim ama elbette Moğollar’la yaptıklarını ıskalamadan; onu tanımama vesile olan “Alarm”ı, şarkılardan önce kapağına vurulduğum “Evde Tek Başına”yı ve 43.75’le yaptığı çalışmaların habercisi sayılabilecek (Avam adını verdiği grupla yaptığı) “Sarı Kuru”yu unutmadan…
Taner Öngür ve 43.75, bu albümlere imza atan topluluk. İlki, 2017 yılında yayımlanan, “eski Türkiye’den Türkçe sözlü hafif müzik yahut 1920’ler ile 1970’ler arası kayıp İstanbul şarkıları”nı derlediği “Elektrik Gramofon”. Bunun üzerinde çok durmayacağım zira iki yıl önce yazdığım bir yazıda albümü uzun uzun anlatmıştım. İkincisini de hızla geçeceğim zira “saykodelize edilmiş türküler”den müteşekkil “Sayko Ana”, anlatılabilecek bir albüm değil. Yine de albüm kapağındaki Taner Öngür imzalı notu buraya alayım: “Bu albümün amacı, hem biraz hoşça vakit geçirmek, hem de halk musikimizin, henüz pek bilinmeyen (ya da az bilinen) örneklerini tanıyıp onları ‘saykodelize’ etmek. Son yıllarda ‘saykodelik’ (psychedelic) kelimesi gerçek anlamını iyice yitirdiği için bu tabiri rahatça kullanabiliyorum. Bu albümde yer alan eski türküler, progresif bir tencerede uzun süre kaynatıldıktan sonra, saykodelik baharatlarla iyice karıştırılıp, buharı imbiklerden geçirilerek süzülmüş ve ev ortamında kaydedilmiştir.”
Bu notta iki şeyin altını çizmek gerek: İlki, “ev ortamında kaydedilmiştir” sözü. Taner Öngür, solo albümlerini kendi kaydediyor. Bunda, bir dönem kayıt masasının başında oturmasının büyük payı var. Fuat Güner ve Turgut Berkes’in kurduğu Stüdyo FT, Öngür’ün ‘90’lı yılların ikinci yarısına doğru çalışmalarını yaptığı yer. “Alarm”, tam da bu dönemin ürünü. Sonrasında, bütün çalışmalarını kendi kendine kaydetti. “Evde Tek Başına”, salt bir yalnızlığı değil, bunu da imliyor.
“Sayko Ana”da en sevdiğim düzenlemenin 7 dakika 20 saniye süren “Kedi” olduğunu söyleyeyim, yeni albüm “Asrî Sadâ”ya bağlanayım. Toplam on şarkıdan oluşan bir hazine bu. Zuhuratbaba’da ikamet eden Telgezer Çadır Tiyatrosu’nun atmosferini albüme taşıyan “Telgezer”in hikâyesiyle başlıyor, bir dönem efsane olarak anılan “Cihangir Vampiri”nden uzaylı “Baytekin”e atlıyor, Reşat Ekrem Koçu’nun izinden ilerleyen “Dalkavuk”tan Ahmet Rasim’den ilham alan “Cenk Destanı”na geçiyor ve önce “Dıgıdık Fışş” aracılığıyla bitmeyen çocukluklara selam çakıyor, sonra Muhlis Sabahattin’in “Ayşe” operetinin meşhur şarkısıyla eski zaman eğlencelerini hatırlatıyor, “Trak, Beni Bursa’da Bırak” ile bizi hiç bilmediğimiz bir yolculuğa çıkartıyor ve ‘30’lu yılların kayıp şarkısı “Asrî Asrî Kızlar”ı önümüze bıraktıktan sonra “Gönül Hırsızı” adlı fokstrotla nihayete eriyor. Zaman tüneli gibi! Öngür’ün yapmak istediği tam da bu: Bizi, zamanda bir yolculuğa çıkartmak. Bunu yaparken şaşırtıyor, gülümsetiyor, öğretiyor, öğreniyor. Bildiklerini bize anlatmayı seven bir insan, Taner Öngür. Bu yüzden yukarıda “kahramanım” dedim. Sahiden öyle. Her konuşmamızda yeni bir şey öğrenebildiğim az sayıda insandan biri…
Uzatmayayım; meraklısı nasılsa albümleri bulur, dinler. Sıkıcı tarih derslerine inat sivil tarihin en eğlenceli kısımlarını önümüze seren bu albümler, ilerideki güzelliklerin de habercisi. Merak ettiğimiz soru şu: Taner Öngür, bir sonraki albümünde kim bilir bize ne hikâyeler anlatacak? Belki bir Tanpınar şiirini getirip önümüze koyacak, belki Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”ndan esinlenecek, belki de hiç bilmediğimiz sulara götürecek bizi, orada birlikte “surf” yapacağız…
Yazıyı bitirmeden, üç albümün de Tantana Records tarafından bize ulaştırıldığını söyleyeyim. Tantana, albümleri, “Donkey Farts izni ile” yayımlamış. Son dönemde yaptıkları işlerle bir adım öne çıkan, Palmiyeler’den Ayyuka’ya bizi şahane seslerle buluşturan bu şahane şirketi selamlamadan yazıya nokta koyarsam ayıp etmiş olurum. Kataloğunun tamamına sahip olduğum, yeni “iş”lerini heyecanla beklediğim firma bu. Üstelik küçük sürprizler de yapıyorlar: “Asrî Sadâ”nın içinden çıkan, Gökhan Akçura’nın editörlüğünde hazırlanan aynı adlı gazete, bunlardan biri. Plağı alırken istemeyi unutmayın, eksik kalırsınız!
Moğollar’ın bas gitaristi, Volkanlar’dan TANK’a uzanan toplulukların esas çocuğu, “neşesiyle, enerjisiyle, çalışkanlığıyla” ilham kaynağımız, afili delikanlımız Taner Öngür, dün, 70. yaşını kutladı. Bugün, dünden daha genç. Yarın, daha da gençleşecek. Takip ederseniz, size de sırrını açıklar.
Bu yazı, Taner Öngür’e adanmış bir armağan. Albümlerini imzalarken kullandığı ifade gibi: “Bir hatıra olarak…”
Hayatımızı özetlerken ona dokunmuş insanların kaçı hakkında yürekten bir “iyi ki” çıkıyor ki ağzımızdan?