Siyaset-medya-sermaye üçgenindeki RTÜK
Faruk Bildirici'nin RTÜK üyeliğinin elinden alınması vesilesiyle RTÜK’ün neden özerk olması gerektiği kamuoyuna anlatılsa; özgür basının önündeki en büyük engelin “medya patronlarının kamu ihalelerine girmesi” olduğu topluma hatırlatılsa… Ne güzel olur değil mi!
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’nun 25 yıllık tarihinde geçen hafta bir ilk yaşandı. Kurulun iktidar partisi kontenjanından seçilen üyeleri, oy çokluğuyla, kurula CHP kontenjanından seçilen gazeteci Faruk Bildirici’nin RTÜK üyeliğini sonlandırdı. Bu sıradan bir olay değil.
Tecrübeli gazeteci Faruk Bildirici, RTÜK üyeliğine 3,5 ay önce seçildi. Koltuğa oturduğu ilk günden itibaren kurumdaki hukuksuzlukları kamuoyu ile paylaştı. Belli ki Bildirici yönetimin sınırlarını, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in RTÜK Kanunu’na aykırı biçimde, iki kurumda daha yöneticilik yaptığını ifşa ederek zorladı.
TÜRKSAT ve Basın İlan Kurumu Yönetim Kurulları’nın da üyesi olduğunu açıkladığı RTÜK Başkanı hakkında şikâyet dilekçesi veren Bildirici, onu istifaya çağırdı. Sonuç: Şahin istifa etmedi. AK Parti ve MHP kontenjanından RTÜK üyeliğine seçilenler Bildirici’nin üyeliğine son verdi.
RTÜK nasıl bir kurum, üyeleri neden siyasi partilerin adayı olarak Meclis Genel Kurulu’nca seçiliyor? Kısa bir hatırlatma…
Yıl 2001… Meclis’in en kötü dönemlerindendi. “Meclis’in Anayasası” kabul edilen TBMM İç Tüzüğü’nde yapılacak değişiklikle muhalefetin sesi kısılarak yasaların Meclis’ten hızla geçirilmek istenmesi kavgaya neden oldu. Genel Kurul’daki yumruklaşma sırasında DYP Milletvekili Fevzi Şıhanlıoğlu hayatını kaybetti.
DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti iktidardaydı. Ana akımda kısmen çok seslilik vardı çünkü medya patronlarının her biri, sırtını koalisyonun bir başka ortağına dayamıştı.
Bir yıl sonrasına, 2002’ye gidelim şimdi… 18 Nisan 1999 seçimlerinde Meclis’e 5 parti girmişti. Haziran 2001’de Fazilet Partisi kapatılınca bağımsız kalanlar SP ile AK Parti’yi, DSP’den ayrılanlar da Toplumcu Demokratik Parti’yi kurunca Meclis’teki parti sayısı 7’ye çıktı: DSP, MHP, DYP, ANAP, AK Parti, SP, TDP…
Genel Kurul’da hakaretlerin havada uçuştuğu, yine kavga çıkacak mı diye diken üstünde izlenen RTÜK Yasası görüşmelerini o dönemin tanığı gazeteciler iyi hatırlar.
Tüm itirazlara rağmen Meclis’ten geçen RTÜK Yasası’nı, dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Haziran 2001’de, 13 sayfalık gerekçeyle veto etti. Sezer’in veto gerekçelerinin başında “basına getirilen keyfi ve ağır cezalar, medya patronlarının devlet ihalelerine girmesi, tekelleşme, yerel medyanın önünün tıkanması, basının haber alma ve yayma özgürlüğünün engellenmesi, üst kurul üyelerinin TBMM Genel Kurulu’nca seçilmesi” vardı.
Şöyle diyordu Sezer, “Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelerinin, siyasal parti gruplarının gösterdiği adaylar arasından TBMM Genel Kurulu'nca seçilmesi, Üst Kurul'un özerklik ve yansızlık nitelikleriyle, hizmetin gerekleriyle ve dolayısıyla kamu yararıyla bağdaşmamaktadır.”
Mayıs 2002’de RTÜK Yasası Meclis’te yeniden kabul edildi. Başbakan Yardımcıları ANAP lideri Mesut Yılmaz, MHP lideri Devlet Bahçeli ve DSP'li Hüsametin Özkan, o Genel Kurul'da nöbet tutmuştu. Bunun hemen öncesinde Milliyet’ten Hürriyet’e Radikal’den diğer yayın organlarına kadar tüm Doğan Grubu’nda “Cumhurbaşkanı Sezer’in lüks villası” başlıklı haberler yer aldı. O gün ortalığı ayağa kaldıranlar bugün o villaya gittiklerinde, yüksek yargıdan komşularıyla mütevazı hayat süren Sezer Ailesini görünce ne düşünürler bilmem ama o gün o manşetlerin neden atıldığı belliydi.
Patronlar yasa için bastırıyordu. Görünen en sıcak mesele frekans tahsisiydi ama çok daha ötesi vardı. O güne kadar ve sonrasında, RTÜK’ün frekans ihalesi planının karşısına kimi zaman siyasetçiler kimi zaman patronlar kimi zaman da yargı çıktı. Müdahale eden el farklıydı ama sonuç hep aynıydı. Sonunda hep büyük sermaye sahibi medya patronlarının istediği oluyordu.
RTÜK Yasası’nı hem cumhurbaşkanı Sezer hem de bir grup milletvekili Anayasa Mahkemesi (AYM)’ne götürdü.
Sezer, cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı Meclis açılış konuşmalarında basın özgürlüğüne, medyada tekelleşmenin ve patronların kamu ihalelerine girmesinin yaratacağı sorunlara vurgu yapıyordu. Ancak bu önemli açıklamalar, ana akım medyada yer bulmuyordu. O açıklamalardan biri şöyleydi:
Medyanın çoğulculuğunu koruyucu önlemler alınması, bağımsız ve tarafsız yayıncılığın sürdürülebilmesi için gereklidir. Unutulmamalıdır ki, kamu hizmeti yapan medyanın tekelleşerek sorumluluk bilincinden uzaklaşması, bireysel çıkarlara hizmet edecek ticarî nitelik kazanması, medya-siyaset bağlantısının güçlenmesi, medyanın Devlet'le ticarî ilişkiye girmesi, kuşkusuz demokrasinin yozlaşmasına zemin hazırlayacak, basının varlık nedeni ile çelişecektir.
Sonrası mı?.. Bugünlere gelindi.
Daha önce Kurul’un HDP kontenjanına göz dikilmiş, bir üyelik gasp edilmeye çalışılmıştı. Bu yanlıştan dönüldü ama şimdi de CHP kontenjanından RTÜK üyeliğine seçilen Bildirici’nin üyeliği elinden alındı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Bu yanlışlık düzelinceye kadar Faruk Bildirici'nin verdiği dilekçe tekrar tekrar verilecek’ diyerek bu işin peşini bırakmayacaklarını açıkladı.
Keşke bu gasp vesilesiyle RTÜK’ün neden özerk olması gerektiği kamuoyuna anlatılsa; özgür basının önündeki en büyük engelin “medya patronlarının kamu ihalelerine girmesi” olduğu topluma hatırlatılsa… Ne güzel olur değil mi!