Aynı kubbenin altında
Ahmet Rüstem Ekici, sergisinde bizimle hetero-normatif dünyanın dışındaki hamam kültüründeki gerçek gözlemlerini, kişiler, semboller, dinlediği hikayeler üzerinden paylaşırken, hamamın yüzyıllar boyu devam eden hikayesine de çağdaş bir halka ekliyor.
“Osmanlı döneminde çok sayıda hamamda su ve odun tüketiminin inanılmaz ölçüde artması nedeniyle önlemler alınması yoluna gidilmiştir. Bu nedenle on sekizinci yüzyılda yayınlanan bir padişah fermanı ile İstanbul’da artık yeni hamam yapılmasının önüne geçilmiştir. Ancak tüketim öyle boyutlara varmıştır ki, Büyük Çamlıca Korusu, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Üsküdar’daki Büyük Hamam’ın sahibine satılmıştır ve bu koru yok olmuştur.”
Aydınlık Kubbenin Altındaki Sıcaklık: Türk Hamamı, Orhan Yılmazkaya, sayfa 23
Buharlar arasından girdiğin bir dünya... Herkes çıplak, bildiğin o desen örtüyor sadece sırları. Göbektaşında yatıyorsun savunmasız. Belki de sana fazla sıcak gelen sular dökülüyor başından aşağı taslarla kurnalardan alınıp. Birileri seni ovuyor, masaj yapıyor; üstüm açıldı mı acaba? Rahat mısın, tedirgin mi? Yattığın yerden tepedeki kubbeden sızan ışıkları izliyorsun belki de. Hamamdasın.
Soğukluk, Ilıklık, Sıcaklık. Frigidarium, Tepidarium, Caldarium. Anadolu topraklarında kadim bir gelenek. Kimseye ait değil, herkese ait. Antik Yunan’dan Roma Dönemi’ne Selçuklu’ya Osmanlı’ya Türkiye Cumhuriyeti’ne, Tunç Çağı’ndan beri yüzyıllarca boyunca binasıyla, usulüyle, varlığıyla bu kadar sağlam kalan kaç gelenek vardır.
Avrupa’da büyük miktarda insanı canından eden veba salgınları, hamamlar için kıyamet çanlarının çalmasına yol açmıştır. Hıristiyan Batı, “Hamamlardan uzak durum yoksa ölürsünüz!” Sözleriyle hamam ve sudan korku içinde çalkalanırken İslami Doğu’da hastalıkların doğasının bilimsel ve tıbbi açıdan daha iyi anlaşılması sayesinde hamamlar yapılıyor ve su göklere çıkarılıyordu.”
Anadolu Hamam Kültürü: Bin Işık Huzmesi, Bin Ilık Parmak/Fikret K. Yegül; Anadolu Medeniyetlerinde Hamam Kültürü, sayfa 53
On yedinci ve on sekizinci yüzyılda İstanbul’da 150 ile 180 kadar hamam her gün binlerce müşteriye hizmet ediyor ve hatırı sayılır bir istihdam sağlıyordu. On sekizinci yüzyılın ortalarında hahmamkarda çalışarak yaşamını sürdüren tellak ve erkek hizmetlilerin sayısı 2 bin 400’ü buluyordu. Buna ek olarak hamam yöneticilerinin yanı sıra külhancılar, kadın hizmetliler ve peştamal, kese, sabun, takunya, tas ve diğer gerekli nesnelerin imalatçı ve satıcıları, hamam endüstrisi olarak nitelendirilebilecek bu sektöre bağımlıydılar.
İstanbul’da Hamam İşletmeciliği: On Yedinci ve On Sekizinci Yüzyılda Çemberlitaş Hamamı/Nina Ergin; Anadolu Medeniyetlerinde Hamam Kültürü, sayfa 183
Gelin hamamlarında “şamşırak” diye bir gelenek varmış. Tarçın, şeker, pembe şeker boyası, misk ve gül kokularından oluşan karışım, mutlu evliliği olan biri tarafından hamamda yeni gelin hoşsohbet olsun, kocası ona değer versin diye kafasından dökülürmüş. Musevi müşteriler için Mikve Havuzu yapılırmış hamamlara. Manevi arınmaya ihtiyaç duyulduğunda gelin, güvey hamamları gibi özel günlerin bitiminde, saf sudan oluşan bu havuza dalıp çıkarmış müşteriler. Bu su sürekli tazelenir, hiç durağan olmazmış. Lohusa hamamı, nişanlı hamamı, börekli pastalı kadınlar hamamları pek meşhurdur. Bu ülkenin unutulmaz filmlerinden Tosun Paşa’da Adile Naşit, Ayşen Gruda’nın da bulduğu saz ekibiyle güzel Müjde Ar’a şarkılar söylerken başka bir kadınlar grubuyla atışmaya başlar ve “O kurnadan bu kurnaya şirret” sıçrar...
Dellakname-i Dilkuşa’nın yazarı Derviş İsmail esere, “Bu eseri güzellikte tek olarak yaratılmış yakışıklı bir sevgilinin zorlama ve ricasıyla yazdım… Günlerden bir gün Yemenici Bali bana, “Efendi, her günün bir akşamı vardır. Bizim ismimiz de gönüller açan küçük bir kitapta anılsa ve bu vefasızlık devrinden sonraki zamanlara bir izimiz, eserimiz kalsa ne olur? diye rica etti ve ben de yazmaya başladım,” diyor. Kitabında dönemin ünlü 11 tellakının öykülerini ve çalışma koşullarını aktaran Derviş İsmail’in anlattıklarından bazı tellakların para karşılığı eşcinsel ilişkiye girdiği ve bu işin bir pazarının olduğu açıkça belli oluyor. Derviş İsmail, Yemenici Bali’yi kitabında şöyle tanımlıyor: … Nalınlarıyla hamamın bahçesinde bir tavus kuşu gibi dolanan o temiz oğlan, Tophane’de bir yemenici ustasının çırağıydı. Yeniçerilerle leventler “biri yer biri bakar/kıyamet ondan kopar” sözünü doğrularcasına bir akşam bal çanağına eşek arılarının üşüşmesi gibi üşüştüler ve çocuğun altınla yazılmış ismini bakıra çaldılar. Bali de “Beni artık bir hamam temizler,” dedi, Tophane’deki Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa Hamamı’nda üstadlık eden bir tellakın elini öpüp işe başladı. Ücreti 70 akçedir. 20 akçe de ortağı tellak alır. Gece döşek yoldaşlığı 300 akçedir. Günde üç müşteriden fazlasına çıkmaz. Temiz ve sağlam bir göğüs bülbülüdür.”
Türk Hamamının Değişmeyen Figürü: Tellak; Aydınlık Kubbenin Altındaki Sıcaklık, sayfa 49
Zamanla öğrendim hamamın farklı topluluklar için farklı farklı anlamı olduğunu. Gaziantep’te kadınların hamam geleneklerini okudum, Tarsus’ta şahmeranın çıktığı iddia edilen hamamın hikayesini dinledim, İstanbul’da pek meşhur Çemberlitaş Hamamı’nı, İzmir’de gençliğimde tam bir mahalle hamamı olan Karataş Hamamı’nı deneyimledim. Ahmet Rüstem Ekici’den ise bilmediğim, tanımadığım bambaşka bir hamam kültürünü öğrenmiş oldum bu sergi ile.
Çok geniş ve halen de gizli saklı bir kültür hamam kültürü; üzerine yazılan kıymetli kaynaklar, insana gizli perdeleri açtırıyor, okudukça yeniden bakıyorsunuz hamama ve hamamlara ev sahipliği eden ülkenin kültürüne, toplumuna, değişimine. Ahmet Rüstem’in eserlerini yaratırken yazılı kaynak olarak kullandığı kitaplarla biraz o perdeleri aralamış oldum. Ahmet Rüstem Ekici, sergisinde bizimle hetero-normatif dünyanın dışındaki hamam kültüründeki gerçek gözlemlerini, kişiler, semboller, dinlediği hikayeler üzerinden paylaşırken, hamamın yüzyıllar boyu devam eden hikayesine de çağdaş bir halka ekliyor.
Bu halkayı eklerken de sanatçı, o bilindik deneyselliğini sürdürüyor. Sanatçının bu zamana kadar katıldığı karma sergilerde ve kişisel sergilerinde Ahmet’in hep yeni materyaller, farklı teknikler arayışını, keşfedişini, deneyimleyişini izledik. Tek bir materyalle, tek bir teknikle çalışmayı reddeden bir araştırmacı Ahmet. Bu sergisinde de, (diğer iş ve sergilerinde de) sabit kalan toplumsal cinsiyet rolleri, sosyal meseleler ve LGBTQAI konuları çevresinde, bu kez kumaşlar, hologramlar, baskılar kullanıyor. Bu malzemeleri ise son dönemde San Francisco’da katıldığı ve dijital sanat alanında eğitimler aldığı American Arts Incubator programında öğrendiği tekniklerle birleştirip hem bir sanatçı olarak kendi yeni alanlara açılıyor, hem de biz sanat izleyicilerine yepyeni deneyimler yaşatıyor. Telefonlarını elinden düşürmeyen 2019 model izleyiciye, 2019 model bir deneyim sunuyor; kumaş tasarımlarına bakarken kullanabileceğiniz özel bir sanat uygulamasıyla, çıplak gözle baktığınız tasarımın telefonunuzun içerisinde dışına çıkıp yeni eserler yaratarak önünüze animasyonlar seriyor. Yan taraftan kumaşlar sarkıyor, bir hologramda doğru bakanın görebileceği bir hikaye anlatılıyor, yüzyılların mozaikleri kaplarına, çerçevelerine sığmıyor... Bu sergi de hamam gibi, herkes için farklı hikayeler yaratmak, yüzyılların gelenekleri ile bugünün en güncel tekniklerini birleştirip kendi hikayesini kalıcı kılmak istiyor adeta. Buharların içinden yolunuzu bulmak size kalmış...
Kaynaklar:
Ergin, N. (2012). Anadolu Medeniyetlerinde Hamam Kültürü - Mimari, Tarih ve İmgelem. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Yılmazkaya, O. (2002). Aydınlık Kubbenin Altındaki Sıcaklık: Türk Hamamı. Istanbul: Çitlembik Yayınları.