Erdoğan'ın Vaşington seferi, Suriye ve Kürtler
ABD’li seçilmişlerin Ermeni Soykırımı, S-400 alımına yanıt CAATSA yaptırımları, Halkbank dosyası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mal varlığının araştırılması, ne ver ne yok raftan indirip hem de 29 Ekim günü masaya yığdığı, TSK’nin desteklediği SMO unsurlarının savaş suçlarından Ankara’nın sorumlu tutulacağı yönünde seslerin yükseldiği ortamda önce Trump’la sonra Putin’le telefonda konuşan Erdoğan, 13 Kasım’da Vaşington’a gidiyor.
Kısa bir ceraim raporu verelim yahut diğer bir deyişle, Suriye mutfağında yemek tarifimizi vermeden malzemelerimizi tezgâha dizelim: ABD Suriye Özel Temsilci Yardımcısı Büyükelçi Roebuck’ın iç kullanım için yazdığı tasnif-dışı* bir andıcı** basına sızdırıldı. SDG komutanı Mazlum Abdi Rudaw’a bir söyleşi verdi. ABD Suriye ÖT BE Jeffrey Ankara’ya geldi. Rusya’nın, (Nusaybin’in Suriye’deki yarısı) Kamışlı’da bir hava üssüne yerleştiği bildirildi. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 13 Kasım’da Vaşington’a gideceğini teyit etti.
BE Roebuck, servis notunda yakından tanıdığını söylediği SDG komutanını şöyle betimliyor: “Stratejik düşünen, iyimser ve ABD ile ilişkiye güçlü biçimde inanan Mazlum, ziyaretine gelen subayları, üst düzey yetkilileri ve bölge uzmanlarını, pragmatikliği ve çarpıcı ABD ile çalışma iradesiyle etkilemeyi hep başarmıştır.” Adıgeçen, Türkiye’nin SDG tehdidinin askeri/somut değil siyasal/algısal nitelikte olduğunu belirtiyor. Buna karşılık SDG’nin IŞİD’le mücadelede verdiği on bin kaybın ve yirmi bin yaralının ise gerçek olduğunun altını çiziyor.
Roebuck, ABD-SDG ilişkisine münhasıran cari işlem (“transactional”) bakış açısıyla yaklaşılırsa, ABD’nin kendi çıkarlarını koruduğunu, SDG’nin ise kendi hesaplarını yaptığını teslim ediyor. Buna karşılık, YPG’nin Türkiye tarafından varoluşsal tehdit olarak tanımlanmasının başlıca nedeninin ABD’nin YPG ile işbirliğine girmesi olduğunu vurguluyor. ABD’nin Suriye Kürtlerine Türkiye’ye karşı koruma sözü vermemekle birlikte, “Afrin bir daha olmayacak” güvencesi sunduğunu anımsatıyor. O arada, YPG’nin PKK ile ancak gevşek ideolojik ilinti düzeyinde bir bağlantısı olduğunu ileri sürüyor.
Adıgeçen, temel amaç Suriye girdabını çevrelemek iken Fırat’ın Doğusu cephesinin asıl büyük felâketin bir yan sahnesi, Barış Pınarı Harekâtı’nın tetiklediği olayların da o yan sahnenin de bir yan oyunu olduğuna değiniyor. Türkiye’yi önlemenin devlet başkanları arasında daha sert diplomasi, daha doğrudan yaptırım tehdidi, sahadaki kısıtlı askeri gücün daha taktiksel konuşlandırılması ve devriyelerin sıklaştırılarak, sınırboyunda yeni gözlem noktaları kurulmasıyla mümkün olabileceğini kaydediyor. Bu yaklaşımın işe yarayıp yaramayacağının ise bilinemeyeceğini zira denenmediğini aktarıyor.
Roebuck gelinen aşamada Soçi Mutabakat Muhtırası’nın ve Barış Pınarı Harekâtı’nın SDG’yi Suriye ve Rusya ile perakende uzlaşılara zorunlu kıldığını, dolayısıyla bundan böyle ABD’nin IŞİD’le mücadelesini sürdürmek için Kuzeydoğu Suriye’de çok daha küçük ve çok daha istikrarsız bir düzleme mahkûm kaldığını kaydediyor. Artık SDG’nin de “ödünç alınmış bir zamanı” kaldığı sonucuna varıyor, Türkiye’nin sahada bir “el çabukluğu marifeti” gösterdiğini de teslim ediyor.
Adıgeçen, ABD’nin Türkiye’nin eylemlerini durduracak siyaset gereçlerini bulmakta beceriksiz kaldığını ve Barış Pınarı Harekâtı’nın sona ermekte olduğunu dair hiçbir belirti olmadığını yazıyor, ABD açısından “SDG’nin sorumlu biçimde yeniden Suriye devletine entegre olmasının” kaçınılmaz gereklilik olarak ortaya çıktığını ifade ediyor. Artık ABD’nin elinde kalan “kartların”, petrol sahaları, (topyekûn askeri) çekilmenin ve yeniden imar fonlarının serbest bırakılması ile bölgesel normalleşmenin önüne koydukları engelleri kaldırmanın zamanlamasının doğru ayarlanmasından ibaret olduğunu belirtiyor.
Roebuck, “acı da olsa” Suriye’de siyasal çözümün yolunun BM’den değil Moskova’dan geçtiğini kabullenmek zorunda olduklarını dile getiriyor. Cenevre sürecinin, muhtemelen 2021’de seçim yapılmasının önünü açacağını ancak Esat iktidarında ancak marjinal etki yapacağını diğer bir “acı sonuç” olarak ortaya koyuyor. Adıgeçenin servis notunun yalnızca sıralı amiri konumundaki BE Jeffrey’yi değil Beyaz Ev, Dışişleri, Pentagon vb ABD devlet kurumlarında Suriye’yle ilgili onlarca yetkili ve karar alıcıyı muhatap olduğunu da ekleyerek özeti bitirelim.
Mazlum Abdi ise Rudaw söyleşisinde, Suriye ordusunun TSK’ye karşı savunma yeteneği olmadığını ancak bölgedeki varlığının siyasal caydırıcılık bakımından bir anlamı olduğunu belirtiyor. Temel taleplerinin SDG’nin iki kolordu büyüklüğündeki milis gücünün özerk bir yapı halinde Suriye ordusuna entegre olması ve Kürtlerin Suriye’deki “yurtlarının” da siyaseten tanınması olduğunu, özetle meselenin özünün “anayasal statü” kazanmak olduğunu vurguluyor. Geleceğin SDG açısından belirsiz olduğunu teslim etmekle birlikte, IŞİD’le mücadelede ABD ile işbirliğine yeniden başladıklarını ve Rusya’yla da doğrudan müzakere ettiklerini söylüyor.
Mazlum Abdi, Cenevre’deki anayasa yazım sürecine bugüne dek katılamadıklarını kabul ediyor. IKB toplumuna ve yönetimine destekleri için teşekkür ediyor. ABD’den koruma değil Suriye’de siyasal çözüme dek askeri mevcudiyeti sürdürme taahhüdü beklediklerini paylaşıyor. Bu bağlamda ABD’nin Fransız mandası döneminde “ördek gagası” olarak adlandırılmış üçgen bölgedeki Rimelan ve daha güneydeki Deyrelzor civarında bulunan Omar petrol sahaları ile Semelke sınır kapısında ve hatta Mazlum Abdi’ye bakılırsa halen dahi Kobane’de de “tortusal” kuvvet bulundurduğunu kaydedelim.
Bu sırada Ruslar, Kamışlı’daki hava üssüne Hmeymim’de olduğu gibi 49 yıllığına bir kiralama anlaşmasıyla yerleşip, hem hava kuvveti hem hava savunma sistemi konuşlandırıyor. Rusya ile Türkiye ortak devriyelere de başlamış durumda. Sözkonusu devriyelerin yöre halkı tarafından taşlandığına, protestolarla karşılandığına, protestoculardan birinin zırhlı araçla ezildiğine dair görüntüler, belki en çarpıcı biçimde TSK destekli SMO adı verilen cihatçı gruplarca katledilen Hervin Helef’in annesinin de elinde taşla yol kenarında beklediğini gösteren bir fotoğraf da medyada yayılıyor.
ABD’li seçilmişlerin Ermeni Soykırımı, S-400 alımına yanıt CAATSA yaptırımları, Halkbank dosyası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mal varlığının araştırılması, ne ver ne yok raftan indirip hem de 29 Ekim günü masaya yığdığı, TSK’nin desteklediği SMO unsurlarının savaş suçlarından Ankara’nın sorumlu tutulacağı yönünde seslerin yükseldiği ortamda önce Trump’la sonra Putin’le telefonda konuşan Erdoğan, 13 Kasım’da Vaşington’a gidiyor. Bu ziyaret öncesinde Ankara’ya gelen Jeffrey, yardımcısı Roebuck’ın servis notunda yazanları mı konuşur, yoksa Başkan Trump’ın telefonda söyledikleri üzerinden mi gider, bilinmez.
Ankara’nın Bağdadi’nin de başyardımcısı Muhacır’ın da sınırımıza taş atımı uzaklıkta yok edilmesinden duyduğu mahcubiyeti işte Bağdadi’nin eşi, eniştesi, kızkardeşini derdest ederek ve IŞİD’e karşı sınır içinde daha sık operasyon yaparak geçiştirmek istediği görülüyor. Öte yandan, Mazlum Abdi’nin yükselen uluslararası meşru siyasal muhatap profilini de adıgeçenin Bağdadi’den, PKK/YPG’nin IŞİD’den farkı olmadığını pes perdeden yineleyerek ve ülkemizde gerçekleşen pek çok terör eylemini doğrudan Mazlum Abdi’nin üzerine kanıt gösterilemese de sözlü biçimde yıkarak aşağı çekmeye yönelindiği anlaşılıyor.
ABD yaptırımlarından da “Patriot alımı” gibi palyatif önerilerle sıyrılabilineceği, en azından mal varlığı araştırması ve buna ilaveten mümkünse Halkbank dosyalarında rica-minnet Trump’dan devreye girmesinin bekleneceği ortaya çıkıyor. O denli ki, cumhurbaşkanı ziyareti öncesinde heyet üyelerinden hiç birinin ifade vermeye çağrılmaması ve yaptırım paketinin ziyaret sırasında Senato gündemine alınmaması pazarlığı yapıldığı dahi doğru veya yanlış iddia edildi. Ankara ayrıca, Rusya ile ABD arasında sıkışmayı reddederek, ikisini birbirlerine karşı oynamayı sürdürme gayretinde.
BE Roebuck’ın ülkemizin sürekli NATO üyeliğini bir joker olarak suiistimal ettiğini ancak bölgenin güçlü devleti Türkiye’yle hatalarının bedelleri ödetilse de ilişkinin korunması gerektiği yaklaşımı herhalde Vaşington’da devlet tarafındaki genel tutumu yansıtıyor. Buna karşılık ne ABD Dışişleri gibi devlet kurumlarının ne kendi bir biçimde Ukrayna üzerinden Türkiye’ye bağlanması yönünde çaba gösterildiği anlaşılan azil süreciyle boğuşan Trump’ın ikili ilişkiye kurtarmakta ne denli etkin olabileceği kuşkulu.
Ortadoğu cephesi Birinci Dünya Savaşı’nın yan sahnesiydi. Bugünkü Fırat’ın Doğusu konusu gibi, o gün de bizde tarihsel rolü pek şişirilen Lawrence’in serüvenleri de o yan sahnenin de bir yan oyunundan ibaretti. Sonuçta, masa kurulduğunda Lawrence da, onun kendince birtakım sözler verdiği Haşimiler de derin hüsranla karşılaşmıştı. Bugün olan bitenin çok farklı olmadığını sanıyorum. Cumhuriyetimizin ise yüz yıldır çözemediği sorunları, aynı hataları yineleyerek, gerçeklerle yüzleşmekten kaçınarak, alet çantasından dönüp dönüp yalnızca güvenlikçi politika gereçlerini çıkararak bugün Suriye ve Irak üzerinden çözebileceğini hiç sanmıyorum.
*tasnif-dışı: gizlilik derecesi olmayan, “unclassified”.
**andıç: “memo”, “memorandum”, muhtıra -bizdeki karşılığı “servis notu”.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI