Mümtaz Hoca için
Mümtaz Hoca’yı öğrenciliğimde iki defa dinledim, biri, büyük amfide, ben bu okula neden bu kadar geç girdim dedirtecek kadar heyecanlandıran bir “eski hoca” dersinde; diğeri de Şeref Salonu adlı, eski dekanlarımızın bazen korkutucu olan fotoğraflarının önünde konuşurken. Fakat elbette hocanın bende bıraktığı en etkileyici izler buralarda oluşmadı.
Gidenlerin ardından yazmak zor, insan kendine saklıyor, saklamak istiyor. Aslında konuşunca, yazınca da biraz kendine konuşuyor, kendine yazıyor. Türkiye’nin sayılı entelektüellerinden, en önemli anayasa hukukçularından biri olan Mümtaz Soysal’ı kaybettik. Çok yazı okudum, anı dinledim birkaç gün içinde. Tanıyan herkeste izi büyük bir insan, entelektüel, hoca… Öyle olunca herkes, kalan izler sadece kendinde kalmasın istiyor. O iz bırakan teması, öncelikle en etkileyici olanını anlatıyor.
Mülkiye’de kayıpların ardından törenler olur. Öğrenciliğimden beri hepsini izledim. Sütunlu salonda, tarihi kabartma haritanın hemen yanına getirilen beden ile konuşulur. En son, zor zamanların Mülkiye Dekanı Cevat Geray’ı uğurlamıştık o salondan. Zor bir zamandı yine, hangi kuşak şöyle rahat soluyabildiği bir zamana-mekana güvenebildi ki bu ülkede. Cevat Hoca’nın o salondan çıkışı, orada olup bitenler, hocanın bedeni ile yapılan konuşmalar birçoğumuzun o kapıdan ayrılışına o kadar benzedi ki… Çok daha öncesinde kürsümüzün hocası Yavuz Sabuncu’yu uğurlamıştık aynı yerden. Doktorama başlayalı altı ay olmuştu henüz, bitemeyecek bir dostluğu en güzel anlatan şeyin yarım kalan bir konuşma olduğunu öğrendim o gün, yine kürsümden öğrendim. Hâlâ öğrendiğim en önemli şey olduğunu söyleyebilirim bunun.
Mümtaz Hoca’yı öğrenciliğimde iki defa dinledim, biri, büyük amfide, ben bu okula neden bu kadar geç girdim dedirtecek kadar heyecanlandıran bir “eski hoca” dersinde; diğeri de Şeref Salonu adlı, eski dekanlarımızın bazen korkutucu olan fotoğraflarının önünde konuşurken. Fakat elbette hocanın bende bıraktığı en etkileyici izler buralarda oluşmadı. Mümtaz Hoca’yı önce başka suretlerde tanıdım. Örneğin öğrencisi olmanın mutluluğunu her zaman taşıyacağım Murat Sevinç’in lisans birinci sınıfa verdiği dersleri asistanı olarak izlemek – izlemek, çünkü asistan doktorası bitene kadar ancak pedagojik amaçlarla birinci sınıf öğrencisinin karşısına çıkarılırdı kürsümüzde- için girdiğimde saydığı isimleri ve bu dersin onların da dersi olduğunu hatırlattığını duyduğumda tanıdım. Öğrencisi olmaktan onur duyduğum Cem Eroğul’un, Birgün Gazetesi’nin Kitap Eki’nde kendi kitabı üzerine çıkan bir yazıya ilişkin telaşını gördüğümde tanıdım Mümtaz Hoca’yı. Çünkü yazıdaki, kendi yazmadığı ve kendi sorumluluğunda olmayan bir cümle sanki Cem Eroğol’un bütün meslek hayatını çalmıştı. Yazacağı bir notu yayımlatacağımızı söyleyerek biraz olsun sakinleştirebilmiştik hocamızı. Bunu paylaşmanın bugünün akademisine de kürsümüzden düşülen bir not olacağını düşünüyorum:
“Prof. Dr. Cem Eroğul'un açıklaması
Sayın Yetkililer,
Birgün gazetesinin 4 Temmuz 2014 günlü kitap ekinde, benim Demokrat Parti kitabımla ilgili bir tanıtma yazısı çıktı. O yazıda, sanırım unutkanlık nedeniyle yapılan bir yanlışı düzeltmek isterim.
Yazıda, benim Anatüzeye Giriş kitabımla ilgili olarak, "anayasal gelişmeleri toplumun tarihselliği ve bütünselliği içine yerleştirerek yazılmış ilk anayasa ders kitabı" deniyor. Oysa bu tanıma tam uyan ilk kitap Mümtaz Soysal'ın 1969'da yayınlanan Anayasaya Giriş kitabıdır. Benim sözü edilen kitabımın ilk basımı ise 1993'te, yani Mümtaz Bey'in kitabından 24 yıl sonra yapılmıştır.
Hak yememek için, lütfeder de bu açıklamayı yayınlayabilirseniz size minnettar kalırım.
Cem Eroğul”
Mülkiye Anayasa Kürsüsü’nün bütün o büyük adları ve eserleri arasında Mümtaz Soysal ile gerçek karşılaşmam ise onun iki eseri ile oldu: Yukarıda bahsedilen, suçlanması-cezalandırılmasıyla da ünlü olan 1969 tarihli Anayasaya Giriş ve aynı yıl yayımlanan, aşılamamış bir yöntemin ortaya konduğu, hukukçular tarafından aşılması zor bir üslup ile kaleme alınan Dinamik Anayasa Anlayışı: Anayasa Diyalektiği Üzerine Bir Deneme. Gerçek bir karşılaşmanın her daim sert bir temas içereceğini çok önce öğrenmiştim. Lisans öğrenimimde “ne kadar iyi kitaplar” diye okuduğum bu iki eser, doktoramı yazarken kimi zaman ikna etmeye çalıştığım, çoğu zaman başaramadığım, kavga ettiğim eski birer dost, yeni birer düşman oldu bana.
Tezimin başlığı “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin Dinamik Kavranışı” idi. Kavgalarımın ve ikna çabalarımın sonucunda çıkan akrabalığı özetle şöyle açıklamıştım:
“Burada Mümtaz Soysal’ı ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde anayasa öğretiminde onunla başlayan bir yöntemi anmak gerekir. Mümtaz Soysal, ‘Dinamik Anayasa Anlayışı’ kitabında bir anayasa diyalektiği geliştirdiği iddiasında bulunmuştur. 1961 Anayasası’nın kabulünden sekiz yıl sonra yazılan eserde, anayasanın dayanıklılığı sorusu üzerine düşünen Soysal dinamik anayasa ile anayasanın açıklığı ve kapalılığı sorununu gündeme getirmiştir. Anayasa’ya örneğin siyasal partilere açıklığı, düşünceye açıklığı, haklara açıklığı bakımından bütünlüklü olarak bakmanın, anayasacıları onu statik bir metin olarak okumaktan kurtaracağını yazmıştır. Bu yöntemi, metnin lafzını temel alan pozitivistlerin ve felsefi alanda konuşmaya eğilimli doğal hukukçuların yöntemlerini aşan bir yöntem olarak sunmuştur. Soysal’ın dinamik anayasa anlayışının kaynağında da anayasaların toplumdaki siyasal çatışmaların sonucu oluşan dengeye dayandığı, dolayısıyla anayasa hukukunun siyasal çatışmaların tarihinden bağımsız ele alınamayacağı yaklaşımı vardır. Bu yaklaşım, Mümtaz Soysal’ın Anayasaya Giriş ve Cem Eroğul’un Anatüzeye Giriş kitaplarında kendini göstermektedir. ‘Dinamik’ nitelik bakımından Soysal’dan esinlenen bu çalışmada geliştirilmeye çalışılan yaklaşım ise, siyasal topluluğun çatışma, içerme ve dışlama mekanizmalarını temel almaktadır.”
Bu yöntemi öteye taşıma tasarımı ne kadar gerçekleştirebildim bilmiyorum fakat bazen hüzünle farkına vardığım şey, benim Mümtaz Hoca ile kurduğum temasın, eseriyle kurduğum dostluğun ve ettiğim kavgaların Mülkiye’nin koridorlarında, odalarında, dersliklerinde yaşanmış onca temasın kurumsallaşması ile oluşmuş bir kürsüyle olmasıydı. Mümtaz Soysal o kürsüde bir geleneği başlatmış, taşımış ve sürdürmüş büyük hocaydı.
Saygıyla…