CHP’de kumpas kime karşı?
CHP içindeki yalan haberin kaynağının kim olduğu henüz bilinmemekle birlikte, eğer ortada parti içinde tasarlanan bir kumpas varsa, bu kumpasın kime yaradığını düşünmek lazım. Öncelikle, bir kez daha CHP’nin kendi iç çekişmeleriyle baş edemeyen, yalan rüzgarının önünde savrulup giden bir parti olduğu izlenimi yaratılması bakımından yandaş basının eline büyük bir koz verilmiş oluyor.
Sözcü Gazetesi yazarı Rahmi Turan’ın CHP’li bir ismin gizlice Saray’a giderek Erdoğan’la görüştüğü ve Erdoğan’ın bu ismin CHP’nin başına geçmesi için destek vereceğini söylediğine dair yazısının ardından, adeta bir kez daha senaryosu kötü yazılmış bir pembe dizinin içine düştük.
Önce Rahmi Turan, haberin kaynağının saraya yakın bir isim olduğunu söyledi. Hatta yazısında bu “Saraya yakın” ismin ağzından aktardığı cümlelerde “Sizin Saray, bizim Külliye dediğimiz yerde …. Cumhurbaşkanının ‘huzuruna çıktı’” gibi kaynağın tarafını açığa çıkaran ifadelere yer veriyordu. Kaynak, haberine o denli güveniyordu ki, “Hayır, yüzde yüz doğru ve tekzip edilmesi mümkün değil!” diyordu. Sonradan, haber Cumhurbaşkanlığı’nca yalanlanıp hatta kanıt olarak sunulan plaka numaralarına kayıtlı herhangi bir aracın dahi bulunmadığı anlaşılınca, haber kaynağının saraya yakın bir isim değil, başka bir gazeteci, Talat Atilla olduğu açığa çıktı. Talat Atilla ise haber kaynağı olarak bu sefer Saray’a yakın bir ismi değil, bir CHP’liyi gösterdi ve edindiği bilgiyi Kemal Kılıçdaroğlu’na da doğrulattığını söyledi. Bu arada Kılıçdaroğlu, konuk olduğu İsmail Küçükkaya’nın programında haberin doğru olduğunu ancak bir isim vermek istemediğini belirtiyordu. Nihayetinde Rahmi Turan saraya giden ismin Muharrem İnce olduğunu açıkladı.
Muharrem İnce, bu iddia üzerine önce kanıtlanması halinde kendisini Taksim Meydanı’nda yakacağını söyledi, sonra da köyündeki bahçesinde bir basın toplantısı düzenleyerek “ciğerini dağlayan” kumpastan parti içindeki bir çeteyi sorumlu tuttu. İnce’ye göre bu çete 24 Haziran’da, hani kendisinin ortadan kaybolduğu o talihsiz seçim gecesinde de işbaşındaydı ve bu çetenin mensupları yazın birlikte tekneyle tatile gitmişlerdi. İnce bunların hakkında çok şey biliyordu ve şimdi değil, kongre sürecinde açıklayacaktı. Aslında tek amaçları İnce’yi bertaraf etmek, parti içindeki muhalefeti susturmaktı. İnce isyan ediyor, bundan sonra partide getirilecek her eleştirinin Saray’dan emir alıyor denilerek susturulacağını söylüyordu. Dahası, “Bugün bana komplo kuranlar yarın Kılıçdaroğlu’nu hedef alır” diyerek isyan ediyordu. Muharrem İnce ile hemen hemen aynı sıralarda, Talat Atilla ise twitter’da paylaştığı mesajında, Kılıçdaroğlu’nu haberin CHP’li kaynağını “makul bir süre içinde” açıklamaya davet ediyor, aksi halde yeni bir açıklama yapacağını söylüyordu. Ben bu satırları kaleme alırken, henüz Kılıçdaroğlu’ndan ya da Atilla’dan yeni bir açıklama gelmiş değil.
Aslında birçok okurumun zaten yakından takip ettiğini bildiğim bu gelişmeleri böyle ardı ardına sıralama sebebim, olup bitenin tuhaflığına dikkati çekmek. Eğer bu bir komploysa, açığa çıkacağı biline biline, uydurma plaka numaralarıyla, yalan söylediği hemencecik anlaşılan “çok güvenilir” haber kaynaklarıyla böylesine acemice kurulmuş bir komplonun, sahiplerine faydadan çok zarar getireceği ortada. Kaldı ki, tarafların bildiklerini taksit taksit aktardığı, aslında asılsız bir iddiaya, bir yalana dayandığı anlaşıldığı için artık haber değeri bile bulunmayan bir olayın “az sonra” nidalarıyla süslenmiş bir tür arkası yarın taktiğiyle günlerce uzatılmasının da ne bu tartışmaları takip edenlere ne de bunların muhataplarına bir faydası var. Öyleyse, biz bütün bunlara neden tanık olduk? Böyle bir iddia neden ortaya çıktı? Ya da bütün bu olup bitenler kime ne gibi bir siyasi fayda sağlar?
Her şeyden önce, iddianın kaynağına dönersek, Erdoğan’ın ya da AKP’nin CHP’nin başında Kılıçdaroğlu’ndan başka bir liderin olmasını tercih edeceğini ve bu yönde bir müdahalede bulunacağını sanmıyorum. Evet, Erdoğan özellikle son günlerde Kılıçdaroğlu’nu yönelik çok sert sözler sarf ediyor. Ortağı Devlet Bahçeli daha geçen gün Kılıçdaroğlu’nun milli güvenliğe tehdit olduğunu ilan etti. Ancak, Barış Pınarı Harekatı gibi kritik anlarda kendince “devlet aklı” ile hareket eden Kılıçdaroğlu’nun CHP’deki varlığı, Erdoğan bakımından bir tehdit olmaktan çok, bir güvence. Kılıçdaroğlu, sürprizli bir siyasetçi değil, öngörülemez bir şey yapmıyor. Doğru, 31 Mart sürecinde çok başarılı bir politika izleyerek halkın karşısına doğru adaylarla çıktı; ancak tek başına değildi. Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki başarısında İstanbul il örgütünün ve Canan Kaftancıoğlu’nun çok önemli bir payı oldu. Kaldı ki, HDP’nin ittifaka verdiği destek, Selahattin Demirtaş’ın “yüreğinize taş basın” mesajı, belki de birçok ilde seçimin kaderini değiştiren etmenlerdi. Nihayetinde, HDP’li belediyelere ardı ardına kayyum atandığında, HDP benzer bir desteği CHP’den göremedi. HDP’nin erken seçim çağrısına, erken seçimin kayyum atanan yerlerde olabileceği -yani meselenin zaten seçimlerde ezici çoğunlukla galip geldiği halde hakkı gasp edilen HDP’yi ilgilendiren bir durum olduğu- yanıtını vermesi bile, CHP’nin bu haliyle önümüzdeki süreçte oyun kurucu bir rol üstlenemeyeceğini gösteriyor. Hal böyleyken, Erdoğan neden CHP’nin başına başka birinin, hele de siyasi üslubu ve duygusal çıkışlarıyla kendisine benzeyen bir siyasetçinin geçmesini istesin? Nitekim, AKP’li Mehmet Metiner, katıldığı Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında, “Bizim CHP’nin parti içi iktidar arayışıyla hiçbir alakamız yoktur. Biz kendi partimizle alakalıyız, üstelik biz Kemal Bey’den de çok memnunuz. Allah uzun ömürler versin.” diyerek partisinin bu konudaki tavrını da açıkça dile getirmiş oldu.
Gelelim haberin kaynağının CHP içinden olduğu iddiasına. Diyelim ki, böyle bir yalan haber yayarak Muharrem İnce’yi bertaraf etmeye niyetlenen bir grup var; ancak bu grup öylesine acemi ki, uydurma plaka numaralarını kanıt göstererek attıkları iftiranın kolayca açığa çıkabileceğini düşünmüyor. Böylece, Saray’a gitmekle suçladıkları Muharrem İnce’nin sessiz sedasız siyaset sahnesinden çıkacağına ya da genel merkez tarafından çıkarılacağına inanıyorlar. Oysaki olayların bugün geldiği noktada, son günlerde adını pek duyamadığımız, Ekrem İmamoğlu’nun yıldızı parlarken 24 Haziran gecesi seçmeni uğrattığı hayal kırıklığına makul bir açıklama getiremeyen Muharrem İnce, bir basın toplantısıyla, hem de Pazar günü, gündemin tam ortasına yerleşiyor. Anaakım haber kanalları basın toplantısını canlı yayında veriyor; tartışma programlarında saatlerce bu konu ele alınıyor. Bahçesinde, kendi elleriyle diktiğini söylediği zeytin ağaçlarının önüne kurduğu masasında, çocuk yaştan itibaren CHP’nin her kademesinde nasıl canla başla görev aldığını, kendisini partisine nasıl vakfettiğini, nasıl bir halk çocuğu olduğunu anlatıyor. Hem de nisan ayındaki olağan kurultaya kısa bir süre kalmışken… Laf arasında, Kılıçdaroğlu’nun kendisi aday olamadığı (buna cesaret edemediği) için onu Cumhurbaşkanı adayı göstermek zorunda kaldığını da ekleyiveriyor. Üstelik, bu basın toplantısında öğreniyoruz ki, bugün Muharrem İnce hakkında bu dedikoduyu yayanlar her kimse, 24 Haziran gecesi yaşananlardan sorumlu olanlar da aynı isimler. İşte böylece, Muharrem İnce seçmenin bir liderde en sevdiği pozisyona, “mağdurluk mertebesine”, ciğeri yana yana, güzelce yerleşmiş oluyor.
Bugün geldiği noktada, CHP içindeki yalan haberin kaynağının kim olduğu henüz bilinmemekle birlikte, eğer ortada parti içinde tasarlanan bir kumpas varsa, bu kumpasın kime yaradığını düşünmek lazım. Öncelikle, bir kez daha CHP’nin kendi iç çekişmeleriyle baş edemeyen, yalan rüzgarının önünde savrulup giden bir parti olduğu izlenimi yaratılması bakımından yandaş basının eline büyük bir koz verilmiş oluyor. Ancak aynı zamanda, Kılıçdaroğlu’nun da parti içindeki hizipler ve onların entrikaları karşısında zayıf, çekiştirildiği yöne giden, hatta belki bu entrikalarda rol oynayan bir lider olarak tasvir edilmesine yardım ediyor. Yani aslında bu kumpasın Kılıçdaroğlu’na karşı olduğunu düşünmek için pek çok sebep var.
Ülkü Doğanay Kimdir?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.
İktidarın siyaset korkusu, deprem ve sivil toplum 02 Mart 2023
Seçimleri ertelemek: Asrın felaketi mi asrın gaspı mı? 15 Şubat 2023
Muhalefet loading! 05 Ocak 2023
İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Akşener: Muhalefete her yol aynı kavşağa mı? 22 Aralık 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI