Oyun hamurunun ahlâkı
Edeni şu hallere sokan, şuurun istirahate çekildiği derin uyku âlemlerinden beslenen meşum teşekkür hangi tenhaya sığsın! Türkiye’deki fiilî iktidar kurumu MHP’nin, memleket hayrına her öneriyi AKP’li meslektaşlarıyla birlikte reddetmekle mâruf Meclis grubu da teşekkür ayinine katıldı, biz kimiz, neyiz, nasıl canlılarız demeye vakit bulamadan.
Bir grup AKP milletvekilinin, HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması için oy kullanırken sandık önünde çektirdiği fotoğrafı hatırlıyor musunuz? Gülmekten kırılıyorlardı. Âdetâ kendinden geçmişti bazısı. Utanılacak iş yaptıklarını düşünmüyorlardı besbelli. O fotoğrafı neden çektirdiklerini hiç anlamadım. İnsan, hele insanın siyasetçi olanı, hele iktidar siyasetçisi olanı, hele dünya görüşü bakımından gaspçı, fırsatçı, hileci bir kültürün mahsûlü olanı, şüphesiz pek çok utanılacak iş yapar. Fakat böyle yan yana dizilip, ayıbından zafer çıkarıp, düpedüz “nasıl geçirdik” kahkahalarıyla aslında kendini rezil etmek, ne olursa olsun, sık rastlanacak şey değil.
İnsan kendini böyle kolayca rezil eder mi?
Ediyor.
Yine de diyorsun ki, yapmışlar işte bir kere. Hayır. Bir kere olmuyor. Bir kere yetmiyor. Yine yapıyorlar, yine yapıyorlar. Çünkü utanma yurtdışı yasağıyla ev hapsinde, sıkılma hücrede. Haysiyet “yok hükmünde”.
İnsanların grup halinde senkronize haysiyetsizlik yapması, bizim kültürümüz için bile yeni bir fenomen. En azından bu kadar sık tekrarlanması bu kadar sık görülen bir durum değildi. İktidara yaklaştıkça ardan hayadan azâde, utanma sıkılmadan muaf kılındılar, böyle oldu.
Memleketin insanlarını ve doğasını korumak için kömürlü termik santral bacalarına filtre takılması mecburiyeti, biliyorsunuz, adı var kendi yok Meclis’te AKP ve MHP milletvekillerinin çıkardığı yasayla ertelendi. Bu santrallara filtre ve çevreye ilişkin bazı düzenlemeler zorunlu kılınmış, ancak bu düzenlemeler, vatanına milletine pek düşkün yöneticiler sayesinde 2013’ten bu yana dört defa ertelenmişti. Son AKP-MHP ortak marifetiyle ertelemelere iki buçuk yıl daha eklenecekti.
Gerekli değilse iki buçuk yıl sonra niye takılacak, gerekliyse altı senedir niye mütemadiyen erteleniyor, bunları sorabileceğimiz mekanizmalar artık yok, soramıyoruz. Televizyonda program bile yaptırdılar. CNN Türk kanalında, tıpkı sözkonusu siyasetçiler gibi, mesleğinin itibarını kendi haysiyetiyle birlikte, çöpe de değil, buruşturmaksızın, oracığa, kaldırıma, üzerine basarak geçen herkesin alenen görebileceği şekilde atıveren birileri, santral baca filtresinin ekonomiye ne biçim yükler getireceğini anlattılar. Bu televizyon kanalının da Beştepe’ye yakın bina yaptırıp, Saray’a bakan cephesine “Yalanınız doğrumuzdur” gibisinden slogan yazdırmasının vakti geldi.
Peki sonra ne oldu? Aynı zamanda santralları filtre yükümlülüğünden kurtaran milletvekillerinin partisinin genel başkanı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, filtreyi ertelemeyi öngören yasayı veto etti! Bu, Erdoğan’ın, başkanlık rejimi bünyesinde veto hakkını ilk kullanışı. Bunu bu olayda yapmayı uygun gördü.
Erdoğan’ın neyi niye yaptığını anlayamayacağımız gibi -çünkü kendisi bir siyasî müessese veya mekanizma değil, basbayağı bir şahıs; tek bir kişi, dolayısıyla zihnini okumamız imkânsız; tek adam rejimi böyle bir şey-, neyi niye yaptığına dair uzun boylu akıl fikir yürütmeye de kalkışamayız, çünkü neyi nasıl söylersek başımıza ne geleceğini de -mevcut rejimin başlıca karakter özelliği olan keyfîlikten ötürü- bilemeyiz. Fakat en azından şunu görebiliyoruz ve dile getirebiliriz ki, kendisi bu veto ile partisini temsilen Meclis’te el-kol kaldırıp indiren siyasetçilerin düştüğü durumu önemsemiyor. Zira bu kimselerin santralları filtre yükümlülüğünden kurtaran daşama yasayı çıkarırken kendisinin tercihine aykırı davranmış olma ihtimalinin Amedspor’un Sakarya’da çiçeklerle karşılanması ihtimalinden yüksek olmadığı ortada. Elbette Erdoğan’ın arzusunu yerine getirdiklerini varsayarak o kolları kaldırdılar, indirdiler.
Ve fakat ne oldu? Hiç beklemedikleri gazap, geldi, onları enselerinden yakaladı. Bu, ilk perdenin sonu. Tragedyamızın ilk perdesi böyle kapandı.
İkinci perde, ara verilmeksizin, hemen açıldı. Ve açılır açılmaz görüldü ki, izlediğimiz tragedya da değil, artık alıştığımız üzre, kimsenin yerinden kıpırdayamadığı bir vodvil, seyircinin kasılmış dudaklarının bir an dahi aralanmadığı gerilim komedyasıdır. Sahneye gelen her oyuncunun bazen kendinden kelimeler de katarak tekrarladığı her replik, salonda hicap ve teessür kaynaklı iflaslara sebebiyet vermektedir. Kalp ve ciğer iflaslarına. Patır patır dökülecektir artık insanlar, sıraların arasına. Zira milyonlarca oy alarak o Meclis’e gelmiş kişileri hapse gönderirken zafer şöleni havası içinde kabaraduran adamlar ve kadınlar, yine sıraya girmiş, el ayak öpme peşindedirler. “Yarabbi şükür!” nidâları arasında öbür yanaklarını uzatmaktadırlar, orada olmalarını borçlu bulundukları kudrete.
AKP milletvekilleri, “Ne filtresi ulan!” haykırışı bekledikleri yerden gelen tersköşe vuruşu, ancak kendinden vazgeçmiş, fakat makam, mevki ve dünya nimetlerinden vazgeçmemişlerin becerebileceği kıvırganlıkla karşıladılar, top ağlarla buluştuktan sonra bile defalarca kendilerini aynı ters köşeye atarak, gözleri yukarıda, bakıyor mu, görüyor mu diye yanıp tutuşurken, ruhunu onunla ne yapacağını bilene teslim etmiş olmanın gevşekliği içerisinde… Teşekkür mesajları birbirini izledi. Hepsi, santralları bacalarına filtre yükümlülüğünden -yine!- muaf kılacak bu rezil girişimin lider tarafından kesin ve kararlı hamleyle engellenmesinden son derece mutluydu ve gerek temsil ettikleri yöreleri gerek ülkesi ve milletiyle bütün olan devletiyle beraber ezcümle vatan topraklarını bu -mazallah!- beladan kurtaran başkana teşekkürlerini iletiyorlardı. Bunu tabiî hepimizin önünde yapıyorlardı. Teşekkürün böylesine tenhada sunulmak mı yaraşır?
Edeni şu hallere sokan, şuurun istirahate çekildiği derin uyku âlemlerinden beslenen meşum teşekkür hangi tenhaya sığsın! Türkiye’deki fiilî iktidar kurumu MHP’nin, memleket hayrına her öneriyi AKP’li meslektaşlarıyla birlikte reddetmekle mâruf Meclis grubu da teşekkür ayinine katıldı, biz kimiz, neyiz, nasıl canlılarız demeye vakit bulamadan.
İyi ki de bulamadılar. Başkan Erdoğan hafta içinde dolaylı olarak kendilerini anmıştı. İzmir’de Alevî ailenin evinin duvarına nâhoş slogan yazılması ve nâhoş niyetler belli edilmesi üzerine; “geçmişte Çorum’da, Maraş’ta da yaşadık” demişti. Kim işaretlemişti acaba Çorum’da, Maraş’ta Alevî evlerini, çarşıda camekânlara üç hilal’ler çizip “Allah için savaşa” yazarken? O katliam organizasyonlarını kimler kotarmıştı? Bugünkü iktidar koalisyonunun üç kanadı içerisinde arasak bulur muyuz birtakım failler? Cumhurbaşkanı, Alevî evine nefret ve tehdit sloganı yazanın yakalanırsa fena yapılacağını ilan etti. “Defol” yazmaktan bin beterini yapmış olanlar koalisyon ortağı.
Ne diyorduk? Santral. Baca. Bi tatsızlık çıkmasın. AKP’liler, MHP’liler, Meclis’te kendilerinden başka kim ne önerirse elbirliğiyle kafadan reddetsinler, “Çorum’da, Maraş’ta yaşanan” lanetlensin ama müsebbiplerle koalisyon kurulsun, “başkan da böyle ister” diye düşünülerek santralları filtre masrafından kurtaracak yasa çıkarılsın, sonra bir de bakılsın, başkan durur mu, veto etmiş yasayı! Haydi hep beraber teşekkür etsinler.
Başkanlık rejimi siyasetçi marşı ile finale gelelim:
Belkemiği belinde / Kaderimiz dilinde / İster yoğur, ister at / Biz çamuruz elinde.
Oyun hamuru gibi bir şeyin ahlâkı şusu busu neden olsun?