COP25 ve Türkiye
Madrid’de devam eden COP25’ten bir şeyler bekleyin. Tabii ki boş bırakılırsa hükümetlerden bir şey çıkmayacak. Ama geçen bir tasarıyı Türkiye’de halk nasıl veto ettirdiyse, halklar da bu zayıf politikaları veto ettirebilir, doğrusu ile değiştirebilir.
Bu iki hafta Madrid’de devam eden COP25, 25'inci Taraflar Konferansı hakkında çok haberler duyacağız. Pek çok ülke iklim konusunda bayramlıklarını çıkartacak. Kalan 50 haftada ise bunları unutacağız.
COP25 Şili’de gerçekleşecekti. Devam eden eylemler sonrası hükümet vazgeçti. Her sene olduğu gibi bu sene de pek çok ülke 2050 hedeflerini açıklarken heyecanlanacağız. AB’nin kömürden çıkma politikaları manşetleri süslerken o kapatılan santrallerin yerine Çin’de fazlasının açılması gibi çelişkiler pek söylenmeyecek. Çin sadece son 18 ayda 42,9 GW’lık yeni (1) kömür santralini açarak kömür yakmaya başladı. Bu Türkiye’nin kömür santrallerinin 2,5 katı demek.
Ya da ormansızlaşmaya karşı fonlar müzakere edilirken 2018’de Amazonlarda yakılan 1,8 milyon hektar orman (2) meselesini ne yapacağız? Dile kolay geçen yıl Amazon ekosisteminde yakılan orman alanı İstanbul’un tam 3,5 katı! Bu sene yakılan alanları daha konuşmadık bile.
Çok açık ki atmosferde biriken rekor seragazı, sıcaklık rekorları ve felaketlerdeki olağanüstü artışa karşılık olarak “iklim krizi “ sözünü kullanırken hükümetler “farkındalık” projeleri ile bu yılı da süslemeye devam edecekler. Çok açık ki “iklim krizi” öncülü olan “küresel ısınma” ve “iklim değişikliği”, tanımlamalarına göre en hızlı kirletilen, eskitilen ve içi boşaltılanı oldu.
Bunun faili ise “farkındalık” politikası. Farkındalık aslında ağır kanamalı bir hastaya doktorun aspirin vermesi gibi ölümcül bir “tedavi” şekli.
Bütün bunlardan COP25’ten bir şey beklememek sonucu çıkmasın. Bilakis beklemek, beklerken de duyacağınız her şeyin bir yalan olduğunu bilmek büyük bir bilinç halidir.
TÜRKİYE İÇİN HER ŞEY PARA
İklimi değiştirmek için elinden geleni yapan Türkiye zirvede de haliyle şaşaalı bir fuar pavyonu açarak fark yarattı. Malum, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 190’a yakın ülkeden sonra taraf oldu. Yani iklimi değiştiren politikaları iklim anlaşmalarına geç taraf olarak özel bir konuma sahip. O yüzden turizm zirvesi edası ile açılan bir pavyon çok göz alıcı. Bu zirvelere dair Türkiye’nin ikinci izi ise para bulmak. Zirveye katılan Bakan Kurum, Dünya Bankası liderliğinde BM, Almanya ve Fransa'nın katkılarıyla hazırlanan iklim değişikliği finans paketine temel sağlayacak Mutabakat Zaptı'nın Türkiye'nin haklı duruşuna ve hassasiyetlerine cevap veremediğini (3) açıkladı. Hasta garantili şehir hastanesi, geçiş garantili köprü, tünel, otoyollar, yolcu garantili havaalanları ile ünlü ülkemiz iklime gelince finansman arıyor.
Özetle, “iklim krizi” sözünü ettiğimiz bir dönemde Türkiye için meseleye Türkiye Pavyonu açılışı ve para kaynağı arayışı diyebiliriz.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELEDE MUAZZAM ÇABAMIZ!
Türkiye zirvede "iklim değişikliği ile mücadelede muazzam bir çaba harcadığını ve çalışmalarını sürdüreceğini" belirtmiş. Bu muazzam çabanın ne olduğuna baktığımızda ilk aklınıza gelen beş çabayı saymak ister misiniz?
Benim aklıma gelen beş sembol ne derseniz sırası ile Salda Gölü’ne bile 140 bin metrekare inşaat düşünülmesi, Kaz Dağları’nda tek harekette 200 bin ağacın kesilmesi ve asfalt-beton konusundaki o acayip millet bahçesi gibi formüller gelir. Dört numaraya çevre mevzuatına aykırı olmasına rağmen 15 kömür santraline 3,5 yıl (2,5 değil, nedenini geçen hafta açıkladık) izin verilmesini koyuyorum. Beş numara ise tabii ki Kanal İstanbul projesi olacak. Bu ikisini sona koydum, çünkü bu ikisi tam da COP25 arifesinin gündemi.
TÜRKİYE İKLİMDE ARKA BAHÇE Mİ OLUYOR?
İklim meselesinde bir kutup kendi risklerini azaltıp güvenli alana çekilirken bir grup ise o riskleri üstüne çekiyor, buradan bir ekonomi yaratıyor. Çok garip ki AB gibi kendi risklerini azaltan bir blok hemen dibindeki Türkiye’nin bu durumuna pek ses çıkartmıyor. İşin kötü tarafı ise günün sonunda Türkiye’nin iklimi değiştiren sermeyenin anavatanı olacak olması ve buna göz yumulması.
Türkiye şu an Çin, Hindistan ve ABD’den sonra en büyük dördüncü çimento üreticisi. Önemli oyuncuları ise Almanya, Fransa, İtalya ve hatta Brezilya gibi ülkelerin şirketleri. Diğer yandan 1,5 milyon yıllık otomobil üretimi ile dünyada ilk 10’u zorluyor. Bu alanda o kadar saldırgan ki Volkswagen'e verilen imtiyazları kimse veremedi (4). Bu kadar çimento fabrikası, otomobil fabrikası, kömüre imtiyaz, altın madenlerine sınırsız ağaç kesme hakkı ve Kanal İstanbul diye alt alta yazınca akla ek bir soru geliyor. Acaba Türkiye iklim anlaşmalarının kural dışı oyuncusu mu ve bu hali ile fosil yakıt şirketlerinin batıda ölen yatırımların ihraç edecekleri adres mi?
Gösterilen tolerans aslında Türkiye’ye göz yumulduğunu bizlere anlatıyor. Ama geçen hafta iklim politikalarında iyi polislerin Türkiye’ye gösterdiği toleransı bu halk göstermedi. Çevre mevzuatına aykırı kömür santrallerine izin veren tasarıyı veto ettirdi. Cumhurbaşkanı ilk defa veto yetkisini kullandı. Son 10 günde yaşananlar bazı şeylerin nasıl bir anda değişebileceğini gösteriyor. Yoksa yedi yıldır yolunu bulan kömür santrallerinin mutlu ülkesi on günde bu kadar değişebilir miydi?
O yüzden Madrid’de devam eden COP25’ten bir şeyler bekleyin. Tabii ki boş bırakılırsa hükümetlerden bir şey çıkmayacak. Ama geçen bir tasarıyı Türkiye’de halk nasıl veto ettirdiyse, halklar da bu zayıf politikaları veto ettirebilir, doğrusu ile değiştirebilir.
(2) https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/08/30/amazonlar-yakiliyor-karadeniz-kurutuluyor/
(4) Bu tartışmayı şu yazıda yapmıştık: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/10/18/turkiyenin-volkswagen-skandali/