Hayatta kalanın başarı öyküsü: A.A. için adalet
Çocuğa yönelik cinsel istismar faillerinin tutuksuz yargılanmasının yol açtığı toplumsal riski dikkate almayan yargı, cinsel şiddetten hayatta kalanın mücadelesini sekteye uğrattığını da önemsemiyor. A. A.’nın başarı öyküsünden bize kalansa, bu ülkede toplumsal tepki oluşmadan hiçbir kurum ve yetkilinin görevini layıkıyla yerine getirmediği bilinciyle reflekslerimizi güçlü tutmayı hatırlamak olmalı.
Sosyal medya artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Adet olduğu üzere sosyal medyanın zararlarından söz edecek değilim. Tersine, günümüz fenomeni sosyal medya sayesinde birbirimizin sesini duymanın verdiği güçle yürüyen hak ve adalet arayışlarından bir örnek sunmak istiyorum.
Kasım ayında 'A. A. İçin Adalet' isimli hesap kadınlar arasında çok konuşuldu. Kadın hareketi kısa sürede ilgi odağına aldı efsane gibi aramıza dalan bu hesabı. Çünkü özgüvenli bir haykırışla kendisine yaşatılanları yazıyordu A. A. Profiliyle haykırıyordu: “Öz babam tarafından 9 yıl cinsel istismara uğradım. 2016 yılında dava açtım, 13 yıl 6 ay ceza almasına rağmen tutuksuz yargılanıyor. Dosya istinafta. Adalet istiyorum.”
Başarı öyküsü olarak tanımladığım bu hak arayışının nedenini, nasılını anlatmaya girişmeden önce, çok önemsediğim “hayatta kalan” kavramını açıklamak isterim. Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği sitesinde yayınlanmış kavram tartışmalarından bir alıntı, hayatta kalan kavramının seçilme nedenini açıklayacaktır. Hem medya mensupları hem de sosyal medya kullanıcıları için kılavuz niyetine, tartışmaların yer aldığı bağlantıyı buraya bırakmak faydalı olabilir...
Önce kavram arayışının nedenlerine bakalım: “24 Nisan 2016’da Cinsel Şiddet Kavram Tartışmaları'nın ilkinde, cinsel şiddetin faillerine ve cinsel şiddete maruz bırakılanlara yönelik kullanılan çeşitli kavramları tartıştık. Bu kavramların hangilerinin mitleri yeniden ürettiği, hangilerinin güçlendirici bir dili desteklediği, hangilerinin mağdurlaştırıcı dili üreterek bir kimlik gibi üzerimize giydirdiği üzerine verimli bir tartışma yürüttük. Çok kullanılan 'kurban', 'mağdur' gibi cinsel şiddet deneyimi yaşatılmış bireyi güçsüzleştiren ve çaresizlik hissi veren kelimeler yerine, İngilizcedeki ‘survivor’ kavramından Türkçeye uyarladığımız ‘hayatta kalan’ kelimesini kullanmayı önemsiyoruz.”
Bağlantıdan tartışmaları inceleyenlerin göreceği üzere, ilgilisine kullanım kolaylığı sağlayacak şekilde adeta ‘hap gibi’ hazırlanmış maddelerden bir tanesi, bu yazının konusuyla çok ilgili:
-Cinsel şiddet kurbanı yerine cinsel şiddetten HAYATTA KALAN’ı kullan. Saldırgan, pedofil, sapık yerine FAİL kelimesini kullan. Hayatta kalanları aşağılayan, suçlayan, aciz kılan ve utandıran dilden uzak dur.
Hayatta karşılaşacağımız en zor işlerden birisi dilimizi değiştirmek. Ancak başarabildiğimiz takdirde suçla mücadeleyi yarı yarıya başarmış olacağımız gerçeği bizi ‘ağzı olan konuşuyor’ tavrından uzak tutabilir. Böylesi kolaycılık yerine ‘boğaz dokuz boğum, dokuz kere düşün sonra söyle’ şeklindeki kadim tavsiye uyarınca dilimize ayar vermek elimizde.
Türkiye kamuoyu A. A’nın hikayesine yabancı değil. Yaklaşık bir yıl önce 13 Ocak 2018’de Melis Alphan yazmıştı. Öğretmenleri, “Dava açarsak yetiştirme yurduna gidersin. 18 yaşında yurttan çıkınca gidecek yerin mi var?” diyerek çocuğu korumadı… Adam üç ay mahcup gezdi, herkesi pişman olduğuna inandırdı. İki ay namaz kılınca babaanne de inandı. Ama olayın üstünden üç ay geçmeden, A.A. ’ya karşı psikolojik ve fiziksel şiddeti yeniden başladı…”
Melis Alphan bu satırlarla olayı köşesine taşıdığı sıralarda A., kendisine yaşatılan şiddeti yargıya taşımış, babası Şenol Barut hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Çeteleşen ailenin suçu örtbas etme çabasına rağmen, çocukluk yıllarında uğratıldığı bu şiddetten kurtulmak için susmamıştı zaten. Anne, babaanne, hala, amca, teyze dahil aile büyükleri destek vermek yerine susturmaya kalkışınca öğretmenlerinden yardım ummuştu. Ailesinden görmediği desteği, bir çocuk için tek sosyal çevre olan okulda aradığı zaman da hüsrana uğradı. Müdür ve öğretmenler, çocuğu şiddetten kurtarmak için atılması gereken adımlardan habersiz değillerdi ama hukuka, adalete güvenerek sorumluluklarını yerine getirmeyi değil “mahalle baskısının” körelttiği geleneksel yaklaşımı seçtikleri anlaşılıyor.
A.A., 17 yaşına geldiğinde öğretmenlerinden birisi, şiddetle mücadele yöntemlerinden “susma bağır” ilkesi uyarınca faili ifşa etmesini öneriyor. Ancak bu yolla, anne ve kardeş şiddete tanık olduktan sonra sonlanıyor babanın cinsel istismarı.
Eğitimini tamamlayıp meslek sahibi olarak çalışmaya başladıktan bir süre sonra suç duyurusunda bulunmak için güç topluyor. Tabii kolay bir karar değil. Aile ve sosyal çevrenin yalnızlaştırma çabası, suç duyurusunda bulunma niyetini geri çekmek yönünde işliyor yine. Fakat uğratıldığı cinsel şiddetin yol açtığı çocukluk travmasının, yetişkin yaşamında da hayatını esir almasına izin vermemek için sosyal çevresinde yine yalnızlaştırılmasına rağmen eşinin desteğiyle yargıya başvurmaktan çekinmiyor.
Fakat bu sefer de yargının sesini duymadığını görünce akla gelebilecek her yöntemle davasının kabulü için uğraşmak zorunda kalıyor. Aylar boyunca dilekçesinin bekletildiğini CİMER’e yazdığında verilen cevap, “yargı bağımsızlığı” olmuş. Fakat bu bağımsız yargı ne hikmetse Melis Alphan’ın köşe yazısı yayınlandıktan sadece bir gün sonra “CİMER başvurunuz sonuçlandı” ibaresiyle yargı aşamasının başladığı bilgisini iletiyor A. A’ya.
Davanın başlamasıyla her şey bitmiyor tabii, daha pek çok sorun yaşatılıyor yargı eliyle. Örneğin savcılık makamının çocuklukta yaşatılan cinsel istismar taciz olarak dosyada geçmesine rağmen iki çocuklu yetişkin kadını, iddianame yazma aşamasında bekaret kontrolüne gönderiyor. Fail, müşteki için akıl sağlığı şüphesi iddia ettiği için akıl sağlığının kontrolüne sevk edilirken de savcılık makamı hangi hastanenin adli rapor düzenleme yetkisi olduğundan habersiz görünüyor. Alakasız hastanelere sevk ettikten sonra müştekiye yetkili hastaneyi bulup kendisine bildirmesi “görevi” yüklüyor.
A. A., babasının yargı aşamasında kendisini rahatsız etmesini önlemek için adres ve iletişim bilgilerini gizlediği halde duruşmada hakim, sanık önünde müşteki ve tanıkların kimlik, adres ve iletişim bilgilerini tek tek soruyor. Sanık avukatının dahi etik gereği dosyada yer alan bu bilgileri sanıktan gizlemesi gerektiği halde, duruşma hakimi, gizli kalması gerekenlerin duruşma salonunda açıklanmasına yol açıyor. Yetmiyor, karar dava açıldığı tarihte geçerli olan kanun maddesine göre değil, suçun işlendiği tarihlerde geçerli olan eski maddeye göre veriliyor ve fail 13 yıl 6 ay cezaya çarptırılıyor. Üstelik iddianamede yer alan “hürriyetinden yoksun kılma” suçundan beraat veriyor, faille aynı evde yaşadığı gerekçesiyle. Bir çocuk babasının evinden ayrılıp bir başka evde yaşama özgürlüğüne sahipmiş gibi. Dosyada çocukken odasının kapısını kilitlemesine izin verilmediği, babası tarafından anahtarın saklandığı, hatta kendi başına taktığı sürgü kilidin bile fail baba tarafından kırıldığı bilgileri yer aldığı halde.
Yine de, anne ve diğer akrabalar sustuğu halde kardeşi, lehine tanıklık yaptığı için karar A.A. lehine çıkıyor ve failin suçu sabit bulunuyor.
Şöyle bir çırpıda yazarken bile hafakanlara yol açan tüm bu engelleri düşününce, A.’nın direncine hayran kalıyor, ne denli güçlü bir kadın olduğunu anlıyoruz. Mahkeme, dava aşamasında askerde olan kardeşinin tanıklığı öncesinde fail baba tarafından kardeşe yazılan mektubu da dikkate almamış. Tanıklık yapmasını önlemek için oğluna “evlendirme, ev, araba alma” vaatlerinin yazılı olduğu mektubu bile “suçu itiraf etmiş değil” gerekçesiyle delil saymamış. Asker mektubunun okunduğunu fail biliyor ama anlaşılan hakim habersiz ki babadan oğula rüşvet teklifini davayla ilgisiz bulabilmiş.
Şimdi dosya aylardır istinaf mahkemesinde sıra bekliyor. Tüm güçlükleri aşarak bu aşamaya gelebilmiş A.A., şimdilerde kazandığı davaya sevinebilecek durumda değil maalesef. Çünkü istinaf aşamasında tutuksuz yargılanmasına karar verilmiş. Kaç ay, kaç yıl süreceği belirsiz bu istinaf aşamasında fail, elini kolunu sallayarak geziyor.
Telefon görüşmemizde kulağımdaki o güçlü kadın sesi, bir perde daha yükseliyor, söz tutuksuz yargılamaya geldiğinde şöyle diyor: “Hiçbir düğüne, sünnete gitme fırsatını kaçırmadan herkese sürekli suçsuz olduğu için serbest bırakıldığını söylüyor. Çocukluğumda ailem, okulum yalnız bıraktı. Şimdi istinaf aşaması, tutuksuz yargılama yoluyla sosyal çevremde failin beni bir kere daha yalnızlaştırmasına fırsat veriyor.”
Çocuğa yönelik cinsel istismar faillerinin tutuksuz yargılanmasının yol açtığı toplumsal riski dikkate almayan yargı, cinsel şiddetten hayatta kalanın mücadelesini sekteye uğrattığını da önemsemiyor. Her şeye rağmen direnen A. A.’nın başarı öyküsünden bize kalansa, bu ülkede toplumsal tepki oluşmadan hiçbir kurum ve yetkilinin görevini layıkıyla yerine getirmediği bilinciyle reflekslerimizi güçlü tutmayı hatırlamak olmalı. Biz tepki verdiğimizde siyaset, yargı harekete geçiyor. Emine Bulut, Şule Çet gibi pek çok örneğini yaşadık, biliyorsunuz.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar 15 Kasım 2024
Kadın ve çocuk cinayetlerinde cezasızlık olgusunun payı 08 Kasım 2024
Kent uzlaşısına kayyım atandı 01 Kasım 2024
Meclis etki ajanlığı teklifini reddetmeli çünkü… 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI