Yanal ve Avcı Terimleşiyor
İki kale önüne sıkışan oyun, Türkiye’de mücadele olarak lanse ediliyor. Savaşmak, bu hengamenin en seksi ifadesi oluyor. Futbol bir oyun olarak güreş ya da boks değil ki; on bir oyuncunun işbirliğine dayanan, akışkan bir oyun üreterek alan kat eden ve şaşırtıcı bulmacalar ile rakibin bütün tedbirlerini berhava eden zarif bir oyundur.
Ersun Yanal’ın Sivasspor maçından çıkardığı en büyük ders Emre Belezoğlu’nu oyun dışında tutarak orta sahası dengeli ve olgun set girişimler için devre dışı bırakmasıydı. Bu tercih doğrudan dikine bir oyun tercihiydi ve oyun aklından çok atletik özelliklerden medet uyma gayretiydi. Abdullah Avcı, anlaşılan oydu ki, Yanal’ın böyle bir başlangıç yapacağını hiç tahmin etmemiş, bu maç hazırlıklarına böyle bir plana yer vermemişti. Avcı, oyunun hangi patikaya doğru aktığını fark edinceye kadar skor 2-0 oluyordu. Yanal planının sağlamlığından o kadar emindi ki, skor 2-1 e geldiği halde hiçbir değişiklik yapma ihtiyacı duymadı.
İkinci yarıya Avcı, Adem Ljajiç’i sürdü ama oyun planını yine de değiştirmedi. Oyun planını değiştirmeden, diğer bir deyimle, oyuna alınan oyuncunun becerileri için alan ve zaman üretmeden, o oyuncudan maçın kaderini değiştirmesini beklemek çok zalimce. Nitekim, Ljajiç’in oyuna girmesi, oyunun akışkan karakterinden hiçbir dönüşüme yol açmadı.
Bu satırları yazarken, yayıncı kuruluşun sorularını yanıtlayan, Yanal çok tuhaf bir açıklama yaptı "Fenerbahçe her zaman oynadığı gibi oynadı, bir çok mevkisi olmayan hatta teknik direktörü olmayan bir oyun oynadı. Soru almayayım, hafta arasında basın toplantısıyla her şeyi açıklayacağım’’ dedi. Doğru çok garip bir açıklamaydı bu ve bekleyip ne anlama geleceğini öğreneceğiz.
Yanal’ın bu sitemkar açıklamaları benim açımdan hiçbir şeyi değiştirmiyor. Yanal ve Avcı, Türk tarzı oyun kalıplarını neredeyse ezbere biliyorlar. Mücadele ve tempo laflarını kullandıklarında, bunun defansların sürekli geriye doğru koşular yapacağı ve rakibi kendisiyle birlikte ceza sahasına taşıyacağı anlamına geldiğini hiç kuşkusuz biliyor.
Oyunun, orta saha kökenli bir olgun ve dengeli faaliyete dönüşememesi, defansif korku ve refleksin önce kendi kalesine doğru koşu yaparak, orta sahayı buharlaştırmasıdır. Kale önü zenginliğinin tek nedeni bu aptalca korku ve reflekstir. Defanslar, orta saha oyuncularını beraberinde sürüklediği için, her iki takım da kontralara çok uygun pozisyonlar armağan ediyor.
İki kale önüne sıkışan oyun, Türkiye’de mücadele olarak lanse ediliyor. Savaşmak, bu hengamenin en seksi ifadesi oluyor. Futbol bir oyun olarak güreş ya da boks değil ki, on bir oyuncunun işbirliğine dayanan, akışkan bir oyun üreterek alan kat eden ve şaşırtıcı bulmacalar ile rakibin bütün tedbirlerini berhava eden zarif bir oyundur.
Fenerbahçe’nin attığı üçüncü gole haksızlık yapma pahasına, penaltı atışı dahil atılan her dört gol de, tekrar edilebilir bir oyun ve aklın ürünü değildi. Keşke kör ve amaçsız vuruşların istatistiği tutulsa, görülecektir ki, en fazla vuruş sayısı bu haneye yazılacaktır. Topu uzaklaştırmak amacıyla canhıraş yapılan vuruşlar futbol oyunun kamburudur. Kenara taşınan her topun hedef gözetmeksizin bir füze gibi ceza sahasına yollanan ve adına ‘’orta ‘’ denilen vuruşlarda kekemedir.
Oyun kahredici bir çoğunlukla bu iki vuruştan ibaret hale geliyorsa o futbol kambur ve kekemedir.