Mustafa Kemal, Libya, Osmanlı, biz...
Cumhurbaşkanının sözlerinin aktarıldığı habere ilişkin tweet, artık bu sıfatı yalnız nostaljik bir rozet gibi taşısalar da yine öyle anılmaktan hoşlanacaklarını düşündüğüm için öyle anacağım kişiler, yani vatandaşlarda yaygın yorum arzusu doğurmuştu. Birçok kişi, o sözlerin bizzat hareket noktasını yanlış buluyor, kimi, “Libya o zaman Osmanlı toprağıydı,” diyor, kimiyse, “Bizimdi,” demeyi yeğliyordu. Fakat ille de, okunduğu andan itibaren okuyana yolunu kaybettiren mesajlar araya giriyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Libya’da fantastik maceralara girilmesine karşı yükselen itirazları dindirmeye kararlı. Belli ki Libya’da macera mevcut iktidar yapısını sürdürebilmek için üç koalisyon ortağının sarıldığı yeni araç. Libya meselesinin Ankara’yı uluslararası platformda ne hallere düşürebileceğine, şu anda yaşadığımız varoluş sarsıntısını ne büyüklükte depreme çevirebileceğine dair, aklı başında kim varsa uyarıcı sözler söylüyor, yazılar yazıyor. Elbette kulak veren yok. Çünkü İdlib’i dümdüz ederek ilerleyen Rusya+Suriye kuvvetlerinin tavrına bakılırsa, oradan Ankara’ya çıkacak piyango, artık Şam’da nüfuz veya yeni sömürge hayalleri ve bölgesel egemenlik değil, daha şu andan sayıları yüz bine yaklaşmış mültecilerin oluşturduğu yeni dalga. Libya “işi”yse, uzaktaki felaketlerin daha kolay hasıraltı edilebilmesi vaadi nedeniyle olmalı, iktidar sahiplerine pek göz alıcı görünüyor. Oysa terazinin öbür kefesinde -ölecek insanlara, dökülecek kana, insanî harabiyet etkenine bizim muktedirlerin terazisinde yer yok- “Mermi kaç para, biliyon mu!” muhabbeti yeralıyor. Hiç mi hiç adı anılmayan savaş harcamaları. Ekonominin başaşağı gidişi konuşulurken yasak savma kabilinden bile zikredilmeyen askerî masraflar. Oysa o meşhur soru, belki son yıllarda sorulmuş en sahici sorulardan biri: Mermi kaç para, haberin var mı senin? Yalnız çok daire alındığı, çok jipe binildiği, fazla yolsuzluk yapıldığı, fazla lüks yaşandığı için değil, çok mermi harcandığı için de yoksullaştığımız, niyeyse kimsenin ilgi ve dikkatine mazhar olamayan bir mevzu.
Sebep zannederim basit: Bizimki fetih medeniyeti; mermiyi mesele yapamayız.
Göreceğiz, bu neyin fethiymiş…
Gördüğümüzde konuşuruz hakkında, hal kalmışsa. Şimdi fetihler yolunda hayırlı bir gelişmeden sözetmek istiyorum. Yerli-millî ideolojinin getirildiği övülesi kıvam. Elbette sırf kıvam değil, terkip de parlıyor. Her geçen gün her bakımdan daha iyiye gidiyoruz. Bana sorarsanız -niye sorasınız ki aslında?-, 2019 itibarıyla yakaladığımız resmî ideolojik bütünlük, nihayet varılası yüksek hedef. Belki yalanlar ve yanılsamalardan meydana gelen tarih şuurumuzda, koca koca karanlık boşluklar oluşturdukları halde görünmeyenlerin yanında, bâriz görünen, varlığıyla maneviyatımız üzerinde uyarıcı âbide gibi tesir gösterecek bir delik açmaya yarar. Ve, emin olun, bizim tarih şuurumuzda delik açacak her şey tedavimiz için pek hayırlıdır. Zira tarih dediğimiz tarih değil, şuur dediğimiz şuurdan başka her şey.
Buradan devam edelim!
MADEM ÖYLE..?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Libya’da ne işimiz var?” diye soranlara çıkışarak, “Madem bizimle alâkası yok,” demişti, habere göre, “o zaman Mustafa Kemal orada ne yapıyordu?” Ve yeminli muhaliflerini millî güvenlik dersine çağırmıştı: “Gazi Mustafa Kemal’in Libya’da verdiği mücadeleyi unutmamalıyız.”
T24’ün, Erdoğan’ın bu sözünü aktardığı tweet’inin altında, “cumhur” değil ama “millet” hizalandı. AKP’li cumhurbaşkanının bu sözüne bozulan çoktu. Profiline Atatürk’ün subay fotoğrafını yerleştirmiş biri, “Mustafa Kemal O Zamanlar Vatan Toprağı Savunması Yapıyordu,” diye çıkıştı. “Ya Sen ???” (Yazım yanlışlarını düzeltmiyorum öbür aktardıklarımda da düzeltmeyeceğim.) Bu kimsenin, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalan her yeri “vatan” saydığını anlıyoruz. O halde İslâmcılarla bu konuda anlaşmazlığa düşmesi için sebep yok. O halde bütün o toprakları yeniden ele geçirmek için girişilecek seferberliğe cumhurbaşkanıyla birlikte katılmaması için de sebep yok. Arıza muhtemelen, yeni imparatorluğun yeni topraklarının Kur’an’ın nuru ile mi “bilim”in ışığı ile mi aydınlatılacağı hususunda çıkacaktır ki, yokluğunda kimse kendini evinde hissedemeyeceğinden bu arızanın varlığı zaten elzemdir. Bu yüzden, yorumu yazanın cumhurbaşkanına öfkesinin medeniyetimize ve bekâmıza halel getirmediğine hükmedip ferahlayabiliriz.
Başka bir yorumcumuzun tartışmaya getirdiği açılımsa, hangi bağlantının nereden nasıl kurulduğuna dair yarattığı derin şüphe ile, medeniyetimizin her türlü fikrî bağlantı ve mazallah bağlam kurmayı ve daha da mazallah, muhakeme teşebbüslerine kalkışmayı kesin dille yasaklamış olmasındaki isabeti ortaya koydu: “O zamanda osmanlı değil Türktük şimdide Türküz osmanlı hanedanlığının yönettiği Türk ülkesiydi kurucularıda Türktü hiç arap olmadı svaşlarda bile Türkler diye bshsedilir”. Benzer hassasiyetler ve bağlam kırıcılıklar başkalarının mesajlarında da cömertçe sergileniyordu: “Mustafa Kemal ATATÜRK. Atatürk demek neden sıkıntı veriyor ki Gazi Mustafa Kemal e Atatürk soyadını TBMM vermiştir”. Aslında bir başka yorumcunun sözüne kulak verilse, tartışma baştan hiç çıkmayabilirdi: “Mustafa kemali ağzınıza almayın”. Gelin görün ki, şikâyetçi olmayan da vardı: “Şükür hatirladi Mustafa Kemal’i Hemen bir koç keselim dagitalim”.
'HAKKARİ'Yİ NASIL KORUYORSAN...'
Cumhurbaşkanının sözlerinin aktarıldığı habere ilişkin tweet, artık bu sıfatı yalnız nostaljik bir rozet gibi taşısalar da yine öyle anılmaktan hoşlanacaklarını düşündüğüm için öyle anacağım kişiler, yani vatandaşlarda yaygın yorum arzusu doğurmuştu. Birçok kişi, o sözlerin bizzat hareket noktasını yanlış buluyor, kimi, “Libya o zaman Osmanlı toprağıydı,” diyor, kimiyse, “Bizimdi,” demeyi yeğliyordu. Fakat ille de, okunduğu andan itibaren okuyana yolunu kaybettiren mesajlar araya giriyordu: “Osmanlının bıraktığı haysiyeti şerefi geri getirmeye çalışıyordu”. Mustafa Kemal dahil o subayların orada ne adına hangi görevle bulunduğu konusunda, öyle anlaşılıyor ki, mevcut muktedirlerimizin fantastik serüven hayallerine hizmet edeceği varsayılan berrak kavrayıştan ortalıkta eser yoktu. Şöyle dedi biri: “Vatan toprağını savunuyordu Abdülhamit satana kadar”. Başka biri, eğer hakkaniyetle davranmaktan ne pahasına olursa olsun ayrılmayacaksak hakkını teslim etmemiz gerekir ki, cumhurbaşkanının sözünü mantıkî güzergâhı üzerinde sonraki durağa taşıdı: “O zaman viyana kapilarina da gidelim”. Buna Balkanlar’ı ekleyenler de oldu. Gerçi toprağını savunma ile toprak fethetme arasındaki minicik farkı öne sürerek bu yaklaşıma itiraz edenler çıkabilecektir. Fakat vaktiyle Mustafa Kemal bulunduğu için şimdi bizim de bulunmamız icap eden Libya toprakları da o zaman, tıpkı günümüzde bütün o pastaları bilmemneleriyle Viyana’nın gözümüze gözüktüğü kadar uzak ve yabancı değil miydi? Fetih medeniyeti için, kendi toprakları ve henüz elde edilmemiş topraklar vardır. Eğitim sistemimiz bu medeniyetin inceliklerini öğretmede yetersiz mi kalıyor yoksa? Galiba kalmıyor.
“Keşke anlayabilseniz” dedi cumhurbaşkanının sözü üzerine söz söyleyen bir vatandaş. Mustafa Kemal’in vaktiyle Libya’da ne aradığını bugünün muktedirlerinin anlayamayacağını ileri sürdü yani. Demek bu kimsenin anlayabildiği ve herkesin anlayamadığı benzer amaçlar sözkonusu olursa Libya’da bulunmamızın itiraz edilecek yanı kalmayacaktı. Bu “anlama” aşamasına belli ki, ortaokul ve liselerimizde okutulan tarihle ulaşılabiliyordu: “Hiç mi tarih okumadın; o zaman o topraklar bizimdi”. Söze “[Mustafa Kemal] Osmanlı toprağı olan bölgeyi koruyordu” diye giren bir başkası, bu yaklaşıma güncel boyut kazandırdı: “şimdi Hakkari’yi nasıl koruyorsun, benzer şekilde.” Galiba berrak bir kavrayışın sözkonusu olduğu bazı alanlar yok değil.
'KÖTÜ ŞEYLER' SÖYLEMEMİŞ HATTÂ HİÇ Mİ SÖYLEMEMİŞ?
Ancak öyle görünüyor ki, Libya her şeye rağmen bunlardan biri değil. Bağlam yıkıcılık zaten izin vermiyor: “Kaddafi diye biri vardı Türkiye Kıbrısa çıkmışken destek veren iki ülkeden birisiydi hatırladın mı hani sırtından vurduğun destek olacağın yerde sonrada libya pazarından silinip atıldığımız işte o günden beri libya ile Türkiyenin bir bağı kalmadı maşallah maşallah”. Ya da birden her şeyi altüst edebilecek şu müdahale: “Bazı arkadaşlar orası osmanlı toprağıydı ondan yazmış atatürk oraya gönderildiğinde osmanlı toprağı değildi italyanların işgalindeydi”. Birinin ilhak ettiği toprak başkasının işgalindeyse artık onun sayılmaz…
Bütün hayranlığa rağmen mantık-muhakeme yıkıcılıktan Mustafa Kemal de nasibini alıyor: “Osmanlı devletinin subayı olarak Osmanlı devletinin verdiği görevi icra ediyordu sonra vatanı Osmanlı ve düşmanlardan kurtardı DEVRİM yaptı”. Ayrıntıları başka mesajdan alıyoruz: “...M. Kemal, Libya Osmanlı toprağıyken savaştı, libya halkını emperyale karşı örgütledi.LİBYADA katıldğı 3savaşta BATIYI yendi.M.Kemal ’Düşmana en güçlü yerinden saldır’ilkesini ilk orada uyguladı..LİBYA’YI ‘GÖZÜ’ PAHASINA SAVUNMUŞTU”.
Bunlar böyle sürüp giderken, mâkûl biri araya karışıyor, tweet’inde Erdoğan’ın sözlerini aktaran haber kaynağına hitaben konuşmaya başlıyor ve -haydi heyecanlı TV spikeri tonlamasıyla okuyalım:- bakın neler oluyor: “Haberin içeriği ile başlık arasında hiç bir ilişki yok. Bu başlığı atma sebebiniz nasıl olsa içerik okunmayacak, insanlar sallamaya başlayacaklar ise yanlış yoldasınız. Şu kadar yorum okudum bir kişi de nerede bu haber dememiş?”
İnanılması zor, ama haberde sahiden Mustafa Kemal lafı geçmiyor. “Madem öyle, o niye oradaydı?” filan denmiyor. Haberin ilk halinde varmış da başlık çıkarıldıktan sonra yanlışlıkla mı atılmış, ne olmuş, bilemiyoruz, fakat yok, basbayağı yok!
Öte yandan, bu sağduyulu hatırlatmayı yapan kimsenin mesajı şöyle son buluyor: “…ve cumhurbaşkanı hiç de kötü şeyler söylememiş”.
“Türkiye’ye ve Türk milletine karşı öyle bir kinleri var ki ellerinden gelse bizi Anadolu’dan söküp atmakla kalmayacak dünyadan kökümüzü kazıyacaklar” gibi bir söz, meselâ, “kötü şey” sayılmıyor bu durumda.
İktidarın hazırlandığı tekinsiz Libya macerasından önce köşeyazarınızın kalkıştığı tehlikeli yolculukta en çok rastlanan motiflerden biri, “diploma”ydı. Bununla cumhurbaşkanının yüksek okul diploması konusundaki muğlaklık hatırlatılıyor, onun sorduğu soruyu sormamak için ortaokul diplomasının yeteceği ileri sürülüyordu. Türk Millî Eğitimi’nden geçilerek alınmış herhangi bir diplomanın neye yetebileceği hususunda her gün yoğunlaştırılmış kurs görüyoruz âdetâ.