YAZARLAR

İşte o kadınlar yontacak, o erkekleri...

O kadınlar, o erkekleri eninde sonunda yontacak. O erkekler, kendilerininki dışında dünyalar olduğunu er geç öğrenecek, ezberleri bozulacak. Bir başlarına başaramazlar bunu, öyle bir becerileri yok, kadın eleştirelliği sayesinde adam olacaklar. Zaman alacak ama olacak.

Dünyayı da Türkiye’yi de kadınlar kurtaracak, iddiasını dile getiriyorum ya sürekli; ne kadar da haklıyım!

Kadınlar, onlara eşlik etmeyi, eşitlik mücadelesinde yan yana durmayı kabul eden erkekler ve tabii halihazırda çocuk olanlar. Yıllar sonra, bugünlerde konuşulan, tartışılan konulara ve bugünleri yönetenler ile onları destekleyenlerin zihniyetine inanmakta zorluk çekecek şimdinin bebekleri.

Gazete Duvar’ın arşivinde kenar mahalle muhafazakârlığı/dindarları üzerine epeyce yazı birikmiş. Büyük kısmı kişisel gözlemler, bir ikisi konuya dair kitap tanıtımından ibaret. Ne işe yaradığını bilmesem de, tanık olduğum bazı olaylar konuya devam etmeme neden oluyor. Eski yılın son günlerinde öyle bir video seyrettim ki, şunca gevezelikle anlatmaya çalıştığım ne var ne yok hepsi o iki dakikalık görüntüye sığmış gibiydi. Bugün o videodaki diyaloglar üzerinde durma niyetindeyim.

Yazılara başlama amacım, yaşamımı tam ortadan bölen iki ayrı dünyanın birbirinden pek haberli olmadığı yönündeki gözlemlerimdi. İki dünya arasında hiçbir kesişme olmadığı kanısında değilim kuşkusuz. Buna mukabil, sanırım tutucu kesimden gelip solu tanıyanların sayısı, soldan bakıp muhafazakârları algılayabilenlerden daha fazla gibi. Burada tercih ettiğim terimler elbette toptancı nitelikte. Hiçbir kesim birörnek değil. Kastettiklerim daha ziyade, Ramazan ayının geldiğini trafikteki değişimden anlayan bir tür solculuk ile, solcuları kuyruklu zanneden kenar mahalle muhafazakârlığı. Derdim, dindar yoksul kesimle hemen hiç karşılaşmamış ve yeni hayat-kent-konut tercihleri göz önünde bulundurulursa artık karşılaşma olanağı neredeyse kalmamış olanlara, o kesimin tam olarak zannettikleri insanlardan oluşmadığını anlatabilmek. Nefes almayı giderek zorlaştıran koşullarımızda biraz sakin kalmayı önermeye çalışıyorum, hepsi bu.

Yazılar boyunca sıklıkla aynı iddiayı yineledim: Dindar kesimin kadınları ile erkekleri çok farklıdır ve ‘anlayış-akıl-fikir’ ibresi kesinlikle kadınlardan yanadır. Bu nedenle, zamanında o zırva türban yasaklarına vs. karşı çıkarken tek derdim yasakların hukuksal garabet olması değildi. Bir kesimin kadınını dışarıda bırakan, görmezden gelen uygulamaları akıl almaz, ahmakça buluyordum. Çünkü bırakın yetiştiğim muhiti, aileyi; o türbanlılar benim öğrencimdi ve diğerleriyle eşitti. Diğerleri kadar meraklı, diğerleri kadar çalışkan ya da tembel! Ve diğerleri kadar, genç! İnsanı göz göre göre ‘diğerinden’ nefret ettirmek, zorla faşizme savurmak... Hakikaten tahammül edilmez işler bunlar. Her neyse...

Yıllar içinde öğrencim olan dindar gençlerin hal ve tavırları, yetiştiğim yerin insanına ilişkin gözlemlerimi doğrular, onların zihniyetiyle örtüşür nitelikteydi. İstisnalar kusuruma bakmasın, muhafazakâr kesimin ‘ortalama’ erkeği biraz zor kavrar ve değişir! Eh anasının karnından kalın kafalı çıkmıyor tabii. Koşulları, ömür boyunca görüp dinledikleri, deneyimleri, ezberletilenler onu bu hale getiriyor. İtirafta bulunayım: Eğer benim, çocuklarını okutmayı çok isteyen bir anne babam, üç ‘okumuş’ ablam olmasaydı ve hasbelkader SBF’ye girip Ankara yollarına düşmeseydim; şu anda en az üç çocuklu, aklınıza gelebilecek tüm milliyetçi-muhafazakâr değerleri benimsemiş, ‘Kuruluş Osman başlasa da seyretsek,’ diyen, Kanal İstanbul’u yürekten destekleyen, erkek arkadaşlarla sohbetlerde yüzümde gevrek bir sırıtışla ‘solcular iki koyunu güdemez’ diyerek kahkaha atan, ‘karısının’ çalışmasına karşı, bir esnaftım!

Şu saydıklarımdan farklı her neysem, bir kısmını tercih edip emek harcadığım, buna mukabil büyük kısmını seçmediğim gelişme ve rastlantılara borçluyum. Laik kesimin yetiştirdiği erkek tipi ne kadar matahtır, tartışılır. Solcu erkeklik halleri, ha keza. Hele ki giderek yayılmaya başlayan ‘kasabalı solcu erkek’ halleri! Hani şu okuduğu ikinci Marksist metinden sonra önüne geleni küçük görmeye kalkıp ‘ya siz kimlikçisiniz’ diyen tür.

Kenarda kalmış, milyonlarca mensubu olan muhafazakâr dünyanın erkeği olmak, öyle kolay altından kalkılabilir bir yük değil. Doğduğunuz andan itibaren oradan neşet etmiş, kültür ve bilgi denilen ne varsa üzerinize boca ediliyor ve eğer şanslıysanız ömrünüzün geri kalanında onlardan sıyrılmaya ya da başka kaplara doldurmaya çalışıyorsunuz! Yok eğer değilseniz; işte şu çok kızdığımız, “Allah’ım inanamıyorum bu insan kumaşına” diyerek tepki gösterdiğimiz erkeklik halleriyle baş başa kalıyoruz. İşin vahim tarafı, o erkeklik halleri kendi içinde olabilecek en konforlu hayatı sağlıyor. Klişe düşüncelerle, ezber muhit zevzeklikleriyle, yüz-yüz elli civarında sözcükle geçirilen ve herhangi bir düzeyde ‘muktedir’ ile çatışma riski olmayan, rahat mı rahat bir ömür.

Konuyu daha fazla uzatmadan videoya geleyim. Öncelikle şuraya bırakıyorum, hâlâ habersiz olan varsa seyredebilsin. Türbanlı genç bir kadın bankta tek başına oturuyor. Saçı sakalı havalanmış bir genç erkek, elinde mikrofonla, görünen o ki sorup iznini alma gereği hissetmeden yaklaşıp konuşmaya başlıyor. Mikrofonun üzerinde Kanal Türkiye yazıyor. İnternete girip ne olduğuna baktım; buna benzer çok sayıda görüntü var o kanalda. Bu arada, videonun kesilmemiş hali 15 dakika ve kısa versiyondan daha eğlenceli! Onu seyretmek isterim, derseniz, buyurun.

Yeni Türkiye’nin alametlerinden biri pervasızlık. (o kadar da yeni değildir belki de!) O muhabir bir erkek ve kadınla konuşmak için, üstelik kıyafetinden dindar olduğu belli bir kadınla konuşmak için neden izin alsın ki! Ne güzel işte, konuşmak için kendisini seçmiş, daha ne isteyecek?! Delikanlı tam bir misyoner havasında:

Muhabir: Yılbaşı kutlanmalı mı sizce?

Kadın: Evet kutlanmalı.

Eyvah. Beklenmedik bir yanıt. Olacak iş değil. Hem türbanlı hem yılbaşı kutlamaktan söz ediyor, bak sen. İşte tam da ‘doğrusunu’ bilen bir erkeğin, ‘yanlış içindeki’ kadına akıl vermek, ona doğru yolu göstermek için fırsat! Ama bu doğru yolu gösterme işini müşfik biçimde yapmalı! Çocukluğundan itibaren kılcal damarlarına kadar işlemiş tüm ezberleriyle harekete geçmeli ve ‘hanım kardeşini’ o yanlıştan sakınmalı. Kadındır bu, hata yapabilir. Uyarmak, uçurumun kenarından çekip almak, görev.

Muhabir: Neden kutlanmalı?

Kadın: Eğlenmek için. Eğlenmek ihtiyacımız var hepimizin.

Hadi bakalım! Son derece makul bir yanıt. Eh muhabirin de eğlence ihtiyacı var sonuçta ama hayır, yılbaşı olmaz. 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece, eğlenemez, portakal yiyemez, şarkı türkü dinleyemezsin. Batı’nın teknolojisini almalı, kültürünü değil. Yılbaşı Batı’yla mı ilgili peki? Başka kültürler? Koskoca tarih? Bilmiyor hiçbirini ama şart değil, ezber ettiği üç cümle neyine yetmiyor. Muhabir bakıyor ki karşısındaki çetin ceviz; hiç durur mu, yapıştırıyor en kritik ve zekice soruyu:

Muhabir: Yılbaşı biletleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Alınmalı mı?

Kadın: Ben almak istiyorum kendi adıma. Tabii, çıkacağından değil ama... Hayal kurdurmak amaçlı.

Hopalaaa... Bu hanım da pek tuhaf doğrusu! Hayal kurmak filan dedi. Tövbeler olsun. Yavaş yavaş ciddileşiyor muhabirin sesi:

Muhabir: Peki bu işe hiç haram helal boyutunda baktık mı?

Kadın: Bakmadım. Aslında umurumda da değil.

Muhabir: Neden?

Kadın: İlgilenmiyorum çünkü bu kısmıyla, çıkmayacağını biliyorum. Zaten çıksa da kullanırım, benim için sorun değil.

Hakikaten bir felaketle karşı karşıya cevval muhabir. Bildiği her şey yerle bir oluyor. Yukarıdaki diyalogda bir sözcüğün altını çizdim: Baktık mı? Kim baktı, siz mi, ben mi, ikimiz birden mi? Çok bilmiş tebliğci üslubu. Aslında, ‘noktasında baktık mı?’ daha uygun olurdu ama aklına gelmedi muhtemelen! Kadın bir birey değil, bakamaz, ancak hep birlikte bakılabilir. İnançlı mısınız? değil. İnançlı mıyız?!

İyice gerilen ve bu işin tadının kaçtığını düşünmeye başlayan er kişi, asıl soruya geliyor:

Muhabir: Müslüman mıyız?

Kadın: Evet.

Muhabir: Ama haram helal umurumda değil dediniz yani...

Kadın: Bazı şeylere kendime göre kısıt koyuyorum, kendime göre koymuyorum.

Ya sabır Allah’ım. Küçük hanıma bak sen, ‘kendime göre’ diyor. Yani bir kişiliği var! Nasıl olur? Din bu, kendime göre olur muymuş? On beş asırdır sayısız yorumu olmuş, bunca içtihat eleştirileri yapılmış filan... Umurunda değil, çünkü muhtemelen hiç ilgilenmemiş bunlarla. Ha bu arada, o ‘haram’ piyango biletinin geliri devletin kasasına giriyor, örneğin Diyanet’in bütçesi oradan pay alıyor vs. Bunların zaten bir önemi yok. Çünkü devleti ve Diyanet’i yönetenlerin sözleri dışında bir sözü, düşüncesi yok. Ama kadının var ve çileden çıkaran da bu işte. Cennet ayaklarının altında, anamız, yârimiz, çocuklarımın anası... Hepsi tamam da, birey olmak ne demek, olacak iş mi?!

Ve çaresizlikle sinir bozukluğu arasında gidip gelen bir muhafazakâr erkeğin, en klişe salvosu:

Muhabir: Domuz eti yiyor muyuz?

Kadın: Hayır, domuz eti tüketmiyorum. Çünkü daha önce tüketmedim. Böyle bir isteğim olmadı.

Yok olmaz, bu yanıt da tam tatmin etmedi. Böyle bir isteğim olmadı, ne demek şimdi? Ne isteğiymiş o? İstek bir Müslüman’a yakışır mı?

O sırada, kenardan dinleyen bir diğer erkek müdahale ediyor.

Müdahale eden erkek: Konuşmaların hepsine karşıyım.

Muhabir heyecanlanıp yerinden kalkıyor: Neden?

Kadın: O zaman siz de fikirlerinizi söyleyebilirsiniz.

Müdahale eden erkek: Abicim, yılbaşını kutluyor, yılbaşında milli piyango alıyor, bir de bayan kapalı, hiç yakıştıramadım.

Kadın: Dış görünüşüme göre hareketlerimi mi değerlendiriyorsunuz? Neye göre haram değil, siz mi veriyorsunuz bunun kararını?

“Siz mi veriyorsunuz bunun kararını?” dediğinde nasıl da öylece kalıyor hepsi. Bak, ‘karar’ diyor, karar. Kendine yönelik, kendi yaşamına yönelik. Anlamıyor ama karşısındaki, çok doğal. O hâlâ mangal ateşi yakabildiği için gurur duyuyor muhtemelen. Ateş yakabildiği için. Öğretiliyor çünkü bunlar. Aslan oğlumlar, yakışıklı oğlumlar, Cuma’ya gidip dinlenen vaazlar, o vaazlardaki hal tavır... Erkek yahu işte... Üstün cinsiyet! Şimdi çıkmış el kadar bir kız çocuğu sakince had bildiriyor. Hakikaten tahammül edilir gibi değil.

Muhabir çok çaresiz ve son kozunu oynuyor:

Muhabir: ...para çıkmış olsa bile, o para ‘şeytanın’ parası.

Kadın: Peki bundan size ne?

Muhabir: Ama Müslüman tebliğ etmek zorunda değil mi?

Harika. “Peki bundan size ne?” Aldın mı cevabını?

O esnada dışarıdan müdahale eden bir başka türbanlı genç kadın, Peygamber hadisinden örnekle genç kadını savunmaya başlıyor ve muhabir ile çevredeki erkeklerin tacizkâr tutumunu kınıyor. Asgari görgü kurallarını hatırlatıyor. Ve ekliyor: “Bu ülkede tecavüzler oluyor, haksızlıklar oluyor, herkes torpille bir yerlere giriyor, kimse bunlarla ilgili röportaj yapmıyor... ama burada genç kapalı bir kız ya da bir köşede ateiste herkes sosyal medyada saldırı yapıyor, çünkü yapabildiğiniz tek şey bu, gücünüz yalnızca dinsel saldırılara yetiyor.”

İşte, çevredeki erkeklerin çöktüğü an bu. Kadının saydıklarına tepki göstermez o erkekler; devletin işi çünkü. Böyledir muhitin erkekleri, işin içine devlet emri girdiğinde en cevvali süt dökmüş kediye döner. Siyasal İslamcıların dehşet verici riyakârlığını yerle bir ediyor iki genç kadın, üç beş cümleyle.

Ve Muhabir: Müslüman mısın?

Başka sorusu yok çünkü. Söyleşinin kalanında, başı açık bir kadın, türbanlı kadınlara destek oluyor ve o da diğer sorunlar yerine hep din konuşulmasından yakınıyor.

Bu videodaki kadınlar çoğunluk mudur? Bilmiyorum, belki. Belki de sayıları azdır. Bunu tespit etmek mümkün değil. Kişisel gözlemlerim hiç de az olmadıkları yönünde. O dünyanın kadınında, erkeğinde olmayan bir ‘dinleme,’ ‘anlamaya çalışma,’ ‘tartışma’ isteği var ve farklılıklara çok daha açıklar. Çoğu zaman erkek sömürüsünün farkındalar ama dile getirmeyi öğrenmek de, araçlarına ulaşmak da zaman alıyor. Türbanlı kadınların yazıp çizdikleri bloglara, tartışma sitelerine göz atmanızı öneririm. Bir de özellikle muhafazakâr gençlerin Kore’ye, Kore dizilerine olan merakı üzerinde kafa yorulmalı.

O kadınlar, o erkekleri eninde sonunda yontacak. O erkekler, kendilerininki dışında dünyalar olduğunu er geç öğrenecek, ezberleri bozulacak. Bir başlarına başaramazlar bunu, öyle bir becerileri yok, kadın eleştirelliği sayesinde adam olacaklar. Zaman alacak ama olacak.

Yazı önerisi: Oya Baydar’ın yazı-sorusunu buraya bırakıyorum.


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.