Resmi sırlardan resmi yalanlara
17'nci yıldönümüne yaklaşmakta olduğumuz Irak işgali için hangi boyutta resmi yalanlar söylendiğini çoktandır biliyoruz. Dönemin Britanya Başbakanı Tony Blair ve ortağı George W. Bush, Irak’ı bugün hala uçurumun kenarında debelenen bir enkaz olarak bıraktıkları için hiç özür dilemedi. Oyunun kuralı değişmiyor; popülist liderler iktidarda kalmak için savaş çıkartmayı rahatlıkla göze alabiliyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a karşı bugüne kadar bütün Amerikan başkanlarının almaktan imtina ettiği türden bir saldırı kararı almasının ana motivasyonu 2020 başkanlık seçimlerinden başka şey değil.
Detektif: Görevinizin ne olduğunu söyler misiniz?
Şüpheli: Sinyal istihbarat toplayıp analiz ederek müşterilerimin işine yarayabilecek raporlar hazırlıyorum.’
Detektif: Hizmetinizin muhatabı kimler?
Şüpheli: Britanya Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları.
Detektif: Yani Britanya hükümeti için çalışıyorsunuz.
Şüpheli: Hayır, hükümetler değişir. Ben Britanya halkı için çalışıyorum. Hükümetin Britanya halkını koruyabilmesi için istihbarat topluyorum. Hükümet halka yalan söyleyebilsin diye istihbarat toplamıyorum. Bir terör saldırısını engellemek için istihbarat toplanmasına bir itirazım yok. Benim itirazım Birleşmiş Milletler’deki bir oylamanın manipüle edilmesi ve dünyanın yalanlarla savaşa sürüklenmesine.
Yukardaki diyalog, İngiliz-Amerikan ortak yapımı ‘Official Secrets’ (Resmi Yalanlar) isimli belgesel-drama türündeki filmin en vurucu sahnelerinden birinde geçiyor. Sahnede aksiyon yok, vuruculuğunun kalbinde iyi bir metin ve berrak oyunculuk var. Kahramanımız Katharine Gun, GCHQ’da (Hükümet İletişim Genel Merkezi) Pekin lehçesi olan Mandarin uzmanı. Britanya istihbaratı için dünya çapında telefon dinlemesi yapan bir ajan Katharine. Soyadı aslında 'Gun' değil Türkçe telaffuzla 'Gün'; çünkü kocasının soyadını kullanıyor. Yaşar Gün, Britanya’ya siyasi ilticada bulunmuş ve oturma izninin çıkmasını beklemekte olan bir Türkiye Kürdü.
Katharine ve çalıştığı serviste farklı dillerde dinleme yapan diğer ajanlar 2003’teki Irak işgalinden bir buçuk ay kadar önce Amerikan istihbarat teşkilatı NSA’den GCHQ’ya gelen kritik bir mesaja dair bir e-posta alıyorlar. E-postanın ilişiğinde Irak işgali için BM Güvenlik Konseyi kararı çıkartmaya çalışan ABD'nin, konseyin daimi olmayan üyelerini yola getirecek şantaj malzemesi bulunması konusunda Britanya istihbaratından yardım isteyen bir bilgi notu var. Katharine’in yapması gereken dinleme yaparken Irak oylamasında kilit rol oynayacak beş ülkeye (Bulgaristan, Angola, Kamerun, Şili ve Gine) karşı koz olarak kullanılabilecek bir istihbarat bulmak. ABD ve Britanya’nın elinde Saddam Hüseyin’in Irak’ta kitle imha silahları bulundurduğuna dair bir istihbarat olmadığını bilen Katharine vicdanının sesini dinleyerek bilgi notunu savaş karşıtı aktivist Yvonne Ridley aracılığıyla Observer gazetesine sızdırıyor.
FİLM YENİ, HİKAYE ESKİ
17'nci yıldönümüne yaklaşmakta olduğumuz Irak işgali için hangi boyutta resmi yalanlar söylendiğini çoktandır biliyoruz. Dünya, 2003’te Saddam’ın Irak’ının vurulabilmesi için istihbarat diye ittirilen her şeyin düzmece olduğunu dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’dan bizzat dinledi. Katharine Gün’ün öfkesinin hedefindeki dönemin Britanya Başbakanı Tony Blair ve ortağı George W. Bush, Irak’ı bugün hala uçurumun kenarında debelenen bir enkaz olarak bıraktıkları için hiç özür dilemedi. Kitle imha silahları düzmecesinin beyni olan ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ise CIA’yı olmayan bir istihbarat yaratmaya zorlayanın kendisi olduğunu itiraf etmek yerine ‘Saddam’sız dünya daha iyi bir yer’ demek için ara sıra Amerikan televizyonlarında arz-ı endam ediyor.
Tesadüf bu ya... ‘Official Secrets’ filmini İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Tugayı Komutanı General Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürüldüğü günün akşamında izledim. Oyunun kuralı değişmiyor; popülist liderler iktidarda kalmak için savaş çıkartmayı rahatlıkla göze alabiliyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a karşı bugüne kadar bütün Amerikan başkanlarının almaktan imtina ettiği türden bir saldırı kararı almasının ana motivasyonu 2020 başkanlık seçimlerinden başka şey değil. Elbette Kasım ayındaki seçime girebilmesi için ilk önce Yüce Divan’a dönüşecek Senato’daki azil oylamasını atlatması gerekiyor. Trump’ın hesabı tüm bu süreçte Cumhuriyetçi Parti’nin çekirdeğini çelik gibi arkasında tutmak. Bunun için daha önce direndiği müesses nizam içindeki İran şahinlerine kendince çiçek attı. Tek bir hareketle Ortadoğu’daki fay hatlarını ne şiddette harekete geçirdiğini hiç de umursamadan.
Trump yönetiminden yetkililer şimdi durumu kurtarmak için anlatı arayışında. Kasım Süleymani’nin Suriye, Irak ve Lübnan’daki ABD diplomatik misyonlarına yeni bir saldırı dalgası hazırlığı içinde olduğuna yönelik aciliyet arz eden bir istihbarat nedeniyle ABD Başkanı Trump’ın bu riskli kararı almak durumunda olduğundan dem vuruyorlar. Oysa 4 Ocak 2019 tarihli New York Times haberine göre Pentagon’daki yetkililer Kasım Süleymani’yi hedef alan drone saldırısının ardından gazeteye şunu söylemiş: "İran’ın faaliyetlerinde son haftalarda dramatik bir değişiklik ya da yeni bir durum yok. Süleymani’ye bağlı İranlı milislerin on yılı aşkın bir zamandır Amerikalıları tahrik edecek eylemler içinde."
Anlaşılıyor ki Kasım Süleymani’nin komuta edeceği yeni bir eylem istihbaratı vardıysa dahi bunun içeriği 3 Ocak 2020 tarihine kadar Donald Trump’a -ve hatta kendisinden önceki iki Amerikan başkanına- sunulan istihbarat raporlarından çok farklı değildi. Öte yandan, Kasım Süleymani’nin yeri Amerikan istihbaratı açısından ilk kez belirlenmiş de değil. Süleymani bölgede görünmez bir dokunulmazlık zırhıyla seyahat eden, nerede olduğunun sosyal medyada yayınlanmasından ya da özel uçağının Bağdat, Erbil, Beyrut havalimanlarında görünür bir şekilde park ettirmekten çekinmeyen bir komutandı.
Resmi sıfatı olan, koordinatları çoğu zaman Amerikan istihbaratı tarafından bilinen ve yıllardır ABD-İsrail ikilisinin bölgedeki çıkarlarına taş koyma hedefiyle milis orduları yöneten bir adamın bugün ortadan kaldırılmasının Trump’ın kişisel siyasi ihtiyacı dışında neye hizmet ettiğini kimse açıklayamıyor.
Mesela AKP hükümetinin Libya’ya asker göndermesinin tam olarak neye hizmet edeceği de bir türlü tam olarak açıklanamıyor. Gönderileceklerin Türk askerinden daha ziyade Suriye’de TSK komutasında savaşan Sünni Arap grupların olması kafalardaki soru işaretlerini sıfırlamıyor. Öte yandan Ankara’nın Libya’da kendi adına savaşacak Sünni Araplara Türk vatandaşlığı vaat ettiği haberleri geliyor. Suriye’deki farklı tugayların komutanlarına geçen ay Türk vatandaşlığı ve Türkiye Cumhuriyeti pasaportu verilmiş bile.
Trump’ın siyasi hırsı nedeniyle Ortadoğu’da bombanın pimi çekilmişken Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Libya kararıyla vekalet savaşları liginde Türkiye’ye yeni bir eşik daha atlatıyor.