YAZARLAR

Yeni yıl, sırlar, armağanlar

Kendini sevmenin öneminin, bireysel mutluluk öğretilerinin kafamıza düşük bütçeli film yağmur efekti gibi boca edildiği günümüzde aslında en çok öğretilen, kendinden fersah fersah uzağa gidebilmenin cazip yolları. Bir yanda ikiyüzlü muhafazakar ahlak anlayışının, öte yanda altı boş, kişisel gelişim ve mutluluk zırvalarının kıskacındaki hayatlar… Bu dünyada kendimizi az çok tam, mutlu, iyi hissedebilmemizin tüketmekle pek az, üretmek ve başka hayatlara temas etmekle ne çok ilgisinin olduğunu sümen altı eden tonlarca mutluluk reçetesi…

Türlü sebepten buradaki yazılarıma iki ay kadar ara verdim. Yeni yılın 13. gününden bildiriyorum. İnsan 13 gün kullanmakla alışamıyor bu merete. 2020! Sanırsın bir bilimkurgudayız ama sokaktan da bozacı geçiyor. Dertler antolojimize her gün yeni türler eklenirken hayatla az çok benzer biçimlerde başa çıkma çabamızı sürdürüyoruz. İnsanı bir süreliğine sağlamından zemine çivileyebilecek ağır olay ve duygu durumlarının sayfasını bir çırpıda çeviriyoruz sözgelimi. İncir çekirdeğini doldurmayacak meselelerdeyse hemen kaynama noktasına geliyoruz. Bu itinayla hedefini şaşıran yoğunluk ve öfkenin bir tür savunma mekanizması olduğu aşikâr. Gencecik insanların her gün işsizlik başta türlü sebepten intihar ettiği, giderek daha çok kişinin hayalleri, umutlarının geleceksizlik kara deliğince yutulduğu bir ülke için pek de anlaşılmaz bir durum değil.

Hayatla hayaller arasındaki makas açıldıkça hayal kurmak güçleşiyor. Yine de 2020 olmuş işte. Yılın yenilik vaadini seviyoruz. Bazı şeyler değişebilir, yarın güzel bir gün olur, iki gülüş birbirine değer, kaldırımın dibinden bir çiçek fışkırır, o bir türlü olmayan iş oluverir, talihin tıpası açılır. Hayatlarımız üstündeki kontrolümüz ne denli az olsa da hayattayız ve bu kulağa geldiğinden daha önemli bir bilgi. Raymond Chandler’ın dediği gibi, “ölü bedenler kırık kalplerden daha ağır çeker.”

Günümüz hayatı insana her zamankinden daha fazla seçenek sunuyor ya da sunuyormuş gibi yapıyor. Buradaki yaklaşık üç yıllık yazı serüvenimde bu seçenek bolluğu yanılsamasının etkilerine sıkça değindim. Hayat seçeneklerin bolluğundan çok seçebilme ve konsantre olma becerisiyle “kurulan” bir şey. Yoksa insanın milyonda bir ihtimalle sahip olabileceklerinin sınırı yok. Ömrün ve olanakların ise, var. En sevdiğim bıçkın ruhlardan Nick Cave de şunu demiş: “İnsanın sınırlarını bilmesi önemlidir. Bizleri muhtemelen olduğumuz muhteşem felaket haline getiren şey, sınırlarımızdır.”

Kendini sevmenin öneminin, bireysel mutluluk öğretilerinin kafamıza düşük bütçeli film yağmur efekti gibi boca edildiği günümüzde aslında en çok öğretilen, kendinden fersah fersah uzağa gidebilmenin cazip yolları. Bir yanda ikiyüzlü muhafazakar ahlak anlayışının, öte yanda altı boş, kişisel gelişim ve mutluluk zırvalarının kıskacındaki hayatlar… Bu dünyada kendimizi az çok tam, mutlu, iyi hissedebilmemizin tüketmekle pek az, üretmek ve başka hayatlara temas etmekle ne çok ilgisinin olduğunu sümen altı eden tonlarca mutluluk reçetesi… Hissizlik virüs gibi yayılıyor. İnsan acıdan ve belirsizliklerden kaçabilmek için kalbiyle arasına yastık koyar hale geldi.

Bu yazıyı yeni yılın 13. gününden yazıyorum. Göz hizamdaki kitaplıktan bir Noel şapkası sarkıyor, altında Binbir Gece Masalları. Al sana Doğu Batı arasında köprü. Netflix de bizi bu masumiyeti düşmüş, “şapşal” tarafları kalmış, Batılı gibi de Doğulu gibi, yüksek tempolu ve teknik açıdan şık, az tarih üstü oryantalizm soslu Yeşilçamlı halimizle istiyor, anlaşıldı. Diziler alanındaki bunca iyi kötü birikimimize rağmen Netflix dizilerimizin aşırı derinliksiz şıklığını başka türlü açıklamak zor.

Çekim sürecinde set çalışanı Hasan Karatay’ın ağır ihmaller sonucu hayatını kaybetmesi haberiyle gündeme geldi Atiye dizisi. İnsan hayatı ve emeğinin en kırılgan noktada konumlandırıldığı bu parıltılı dev sektörde, bu da diğer “olağan cinayetler” gibi konuşuldu geçti. Dizinin başrol oyuncusu Beren Saat’in geçenlerde aldığı bir onur ödülünü İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin onur mücadelesine adaması sosyal medyada “dizinin setinde insanlar ölürken neredeydin?” bağlamında kınamalara konu oldu. Daha önce de yazmıştım, çoğu ünlünün “canım kendim” dışında pek bir derdinin olmadığı bir ülkede Beren Saat’in siyasi ve toplumsal olaylara dair tutumunu epeyce tutarlı, düzgün buluyorum. Kendi hayatıyla ilgili de çoğu ünlününkinden farklı, serin bir duruşu var. Hayatını da evliliğini de sürekli el gün filtresi altında yaşamıyor, bana samimi geliyor. Bu olaydaki tutumunun cılızlığı elbette eleştirilebilir ama bu onu olayın esas sorumlusu yapmadığı gibi bencil, ikiyüzlü vb. biri de yapmaz.

Beren Saat İstanbul Üniversitesi öğrencilerine adadığı onur ödülünü alırken

Eşit oranlarda şıklık ve hayal kırıklığı içeren tuhaf bir dizi Atiye. Temposu çok yüksek, sıklıkla “hadi canım” dedirtse de izlerken sürüklüyor. Öte yandan öyle kör göze parmak bir formülü var ki. Neredeyse derinliksizlik hedefi üstüne kurulmuş ve bunda da başarılı olunmuş. Arada bir mantık hatalarına toslayıp yabancılaşmasak hafiflikten uçacağız. Emekli polis memuru, onun çocukluğundan beri vecd içinde aynı sembolleri çizip duran güzel ressam kızı (Beren Saat), arkeolog (Mehmet Günsür) birbirinden güzel evlerde yaşıyor ve aşağı yukarı 12 yaş zekasına hitap eden aynı türden diyaloglarla konuşuyor. Haliyle oyunculuklar da bir türlü oturmuyor. Sanat yönetimi, reji ve aslında senaryo matematiği başarılı ancak karakterler, diyaloglar, dizinin üstüne kurulduğu sırrın ele alınış biçimi yer yer pek fena. Tüm bunların senaristlerin, tasarımcıların seçimi ya da becerileriyle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Netflix dizide havada süzülen kuş tüyünden ağır herhangi bir unsur bulunmaması konusunda net bir konsept çizmiş, işi yapanlar da buna uymuş gibi görünüyor.

Atiye dizisinden, Beren Saat ve Mehmet Günsür

Netflix’in seçtiği ilk iki yapıma bakarsak şöyle dünyayı sallayacak, hem derinlikli hem de sürükleyici bir işi bize pek de vermeyecekler, Türk dizilerine biçtikleri rol bu sade suya bol tempo “ergen” işler gibi görünüyor. Umarım yanılıyoruzdur. Netflix dizileri üzerine düşünürken edebiyatımızın Batıyla sınavının yer yer benzer bir seyir izleyişi de geldi aklıma.

Geçtiğimiz iki ay içinde taşındım ki yazıları düzenli takip edenler bu konuyu zaten biliyor. Hemen akabinde bir süreliğine tüm hayatı işgal eden bir dizi macerasına düştüğüm için de haftalar birbirini kovaladı, konu konu üstüne bindi. Daha da bu kadar ara vermem, umarım.

Uzun bir acemilik evresini takiben şanslıysak bir ara yetişkin olup sonunda da geldiğimiz gibi biraz çocuksu, ayrılıyoruz bu dünyadan. Bu çift yönü yalnız yolculuğun bize dağıttığı en cömert el, almayı ve vermeyi becerebildiğimiz ölçüde, sevgi. İçimizin odalarına güzelce yerleştiğimiz, sevinci, sevgisi gerçek, olabildiğince güzel bir yıl dilerim herkese.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.