Biraz kişisel, biraz dağınık…
Su gibi olmak istedim. Katı bir kaya gibi değil. Kaya suya direnemez ki… Katılık aşınmak demektir. Kırılmaktır. Kırılganlıktır. Oysa su öyle mi?
Türkiye gündeminden sıkıldım. Politik kısırlıklardan, döngüsel vıdı vıdılardan gerçekten sıkıldım. Gerçeklerle bağımızı zayıflatan, ruhsal ikilemlerimizi çoğaltan, kaygılarımızı derinleştiren, içinde çılgınca dönüp durduğumuz nevrotik girdaptan yaka silktim.
Yalanın sıradanlaşmasının ötesinde, söylenen her yalana inanma arzumuzun taşkınlığı ürkütüyor beni. Pembe düşler güzeldir de, her düş gerçekliğe az ya da çok dokunur. Öyle oldukça, ideallerle düşler birbirini besleyebilir. Oysa şimdi, düş bile kuramıyoruz. Düş gibi görünen içi boş projeler, yoklukla maluller. Öyle ki hiçbiri gerçek bir umuda, bir gelecek düşüne dönüşemiyor. Düşlerini yitiren insan içinse gelecek bütünüyle anlamını kaybediyor. Geçmiş geleceği işgal ediyor. Üstelik geriye umudun kırıntısını bırakmadan.
Geçmişi gelecekte yeniden inşa etme arzusu, gerçekdışının zihnimizi kıskıvrak esir alan karanlığına el verip geçmişin gerçekliğini de yerle bir ediyor. Geçmiş artık yaşanmış olanı değil, bir faraziye üzerinden yeniden kurgulananı temsil etmeye başlıyor. Bugünün arzuları, geçmişe giydirilen bir elbise gibi… Bir TV dizisinde günümüz politikacıları gibi konuşan, onların hedeflerini dillendiren tarihsel figürlerle karşılaşmak sıradan bir duruma dönüşüyor, onları dinlerken şaşırmıyoruz. Tuhaf bir durum, gerçekten çok tuhaf… Uzun uzadıya düşünmek lazım bunun üzerinde. Ne oldu, nasıl oldu da bu duruma düştük?
Gördüğünü, söyleneni, sanal mecradan akan her tür saçmalığı üzerinde fazlaca düşünmeden, aslını astarını merak etmeden doğru kabul eder olduk. Olanın farkında görünüp eleştirenlerimiz bile böylesi bir durumdan nasibini fazlasıyla alıyor. Bu garabete yalnızca maruz kalmıyor, tersine onun büyümesine, süreklilik kazanmasına katkıda bulunuyor. Öğrenmenin böylesine değersizleşmesi, kandırılabilir olmanın bu denli kolay hale gelmesi, kaynakların birazcık bile olsa sorgulanmaması, herkesi alt edilemez bir cahilleşmeye sürüklüyor. Yetmiyor, bundan şikayetçi olanların sayısı da gün geçtikçe azalıyor. Neredeyse cahilliğe övgünün şahikasını yazıyoruz hep birlikte.
Geleceğe dönük yaşamak… Hayatımın hemen her döneminde aldığım kararları, attığım adımları, yaptığım seçimleri bu ilke belirledi. Geçmişi özlemedim. Geçmişimi sevdim evet, ama onu yüceltmedim. Gelecek, kendi belirsizliğinde benim için hep gözümü kamaştıran bir ışık oldu. Belirsizliği sevdim. Belirsizlikten umut türetmek, geçmişi özlemekten daha anlamlı oldu. Belirlilikleri, mutlaklığı o nedenle olsa gerek korkutucu buldum. Belirlilik beklentilerinden, bu beklentileri yüksek insanlardan hep çekindim. Su gibi olmak istedim. Katı bir kaya gibi değil. Kaya suya direnemez ki… Katılık aşınmak demektir. Kırılmaktır. Kırılganlıktır. Oysa su öyle mi? İşte ben de gerektiğinde önüne çıkan bentleri yıkan, yavaş yavaş, hatta damla damla, o sert kayayı aşındırabilen, kendi yolunu her zorluğun üstesinden gelerek bulma potansiyeline sahip su gibi olmaya özendim. Suyu hep sevdim. İçinde olmak veya dışında gücüne hayran kalarak ona bakmak…
Keşke herkes su gibi olsa…