Erdoğan'ın Berlin sahnesi
Erdoğan Politico makalesinde devamla Avrupa ülkelerinin Libya’da ne işleri olduklarını sorguluyor, AB’yi Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) destek olmamakla itham ediyor. Çıtayı Libya’nın AB için “liberal dünya düzenine” destek olup, olmadığının belirleneceği imtihan olarak betimlemeye dek vardırıyor.
Almanya, bu yazının çıktığı gün (19 Ocak) Berlin’de Libya için bir ateşkes konferansına evsahipliği yapacak. Normal şartlar altında (NŞA), diğer deyişle “laboratuar koşullarında” bu denli “mağribi” bir dosya biz yurttaşları da, Ankara’da hariciye kançılaryasını da bu denli yakından ilgilendirmezdi. Oysa Libya bugün artık “magrep” değil “maşrek” yani Doğu Akdeniz. Esasen doğrudur, Dışişleri’nin geleneksel coğrafi görev dağılımında Mısır ile Libya herhalde aynı torbada yer alırdı.
Yine “NŞA” Berlin Konferansı’na katılacak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Politico’ya yazdığı makale de hedef okur kitlesi gördüğü Batı Avrupalı muhataplarınca o denli ciddiye alınırdı. Makalesinde Erdoğan Libya Ulusal Ordusu (LUO) komutanı Hafter’i “savaş ağası” ve “darbeci” olarak niteliyor. Hafter de malûm Berlin’de olacak.
Almanya Dışişleri Bakanı Maas bizzat Bingazi’ye gitti ve Hafter’i Berlin’e gelmeye ikna etti. Konferans arefesindeki sözkonusu yazısında ise Erdoğan doğrudan, Fransa’yı Hafter’in yanında yer almakla “suçluyor”, Almanya’yı ise “kendi yanında” görerek övüyor. Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da Fransa’yı BAE ve Mısır ile birlikte “süreci sabote eden ülkeler arasında” saymakta beis görmedi.
O bunu yaparken, Macron Dışişleri Bakanı Le Drian’ı Kaşıkçı cinayetinden bu yana ilk kez Riyad’a göndermekte ve Fransa Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na dahil olmakta, yani Yunanistan, GKRY ve İsrail’in yanına hizalanmaktaydı. Hafter de Atina’yı ziyaret etmekte. Bilvesile, Atina baktı tek başına işin altından kalkamayacak, Libya ile imzalanan MEB anlaşmasına karşılık AB vetosu kartını çıkardı.
Atina’nın bir diğer rahatsızlığı Almanya tarafından Berlin’e davet edilmemiş olması. Orada P-5 (ABD, Britanya, Çin, Fransa, Rusya) ile Cezayir, Mısır, BAE olacak. BM, AB, AL, AfB gibi ilgili uluslararası örgütler de temsil edilecek.
Bu devletlerden Mısır Müslüman Kardeşler suçlamasıyla AA Kahire Bürosu’nu bastı ve Doğu Akdeniz’de de tatbikata başladı. Rusya ise Idlip’e göklerden ölüm yağdırmaya geri döndü. Moskova’dan sıvışan Hafter de Putin’e “ver elini öpeyim ağam” yollu mektup yolladı.
Erdoğan Politico makalesinde devamla Avrupa ülkelerinin Libya’da ne işleri olduklarını sorguluyor, AB’yi Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) destek olmamakla itham ediyor. Çıtayı Libya’nın AB için “liberal dünya düzenine” destek olup, olmadığının belirleneceği imtihan olarak betimlemeye dek vardırıyor. Evet Sayın Cumhurbaşkanı yazıyor bu satırları, muhtarlara hitap eder bir rehavet içinde adeta.
Yine Erdoğan demokrasi ve insan hakları vurgusu yaparak, tarihin “diplomasiye sırtını dönenleri” mahkûm edeceğini belirtiyor. Sonuç olarak, AB ülkeleri Libya sahnesine askeri açıdan dahil olmamayı sürdürdükçe, bu sorumluluğun, yani asker göndermenin, Türkiye’ye düştüğünden söz ediyor. Ve, son cümlede altın vuruş: “Avrupa, eski dostu ve sadık müttefiki Türkiye’ye güvenebilir.” Hangi konuda? Terörle ve insan kaçakçılığıyla mücadele alanlarında.
Berlin’e gidecekler arasında Erdoğan’ın yanı sıra Putin ve Macron da var. Hafter ve Sarraç da. Erdoğan zaten Moskova’nın ateşkes girişiminin akim kalmasıyla, Ankara’nın asker göndermeye devam ettiğini açıklamıştı.
Eğer Hafter saflarında selefilerin bulunduğu, diplomasiyi öncelemek, Avrupa ülkelerinin denizaşırı cephelerde ne işi olduğu, demokrasi ve insan haklarına sahip çıkmak savları gerçekçi olsaydı herhalde Erdoğan’ın iç ve (başta Suriye) dış politikalarının bu önermelerle uyumlu olmaları beklenirdi. Ama öyle değil.
Kimilerine göre Rusya ve Türkiye, elbirliğiyle mefluç ve ikiyüzlü AB ülkelerine yine esaslı bir “madik” attı. Başkaları, “mektup mektup içinde” diyor ve asıl kazığı “dostumuz” Putin’den bizim yediğimizi belirtiyor. Yine diğerleri ise, en azından Libya konusunda, masayı kurmayı başaran Almanya’nın bir “güç gösterisinde” bulunduğunu. Bu varsayımlardan hangisinin geçerli olduğunu Berlin’in ardından kısa vadede göreceğiz.
Yakın çevremizdeki her anlaşmazlık ve çatışmaya neden takım tutar gibi yaklaşmak zorunda olduğumuzu, neden her dosyada güvenlikçi politikaların müzakereciliğe kendiliğinden yeğlendiğini, neden Araplara Araplık dersi vermenin bize düştüğünü, neden Müslüman Kardeşler’in çıkarlarının ulusal güvenlik gerekçemiz sayıldığını, hem Rusya hem ABD hem AB ile kavgalı olarak fırtınalı denizde gemimizi nasıl yürüteceğimizi, içeride ve dışarıda Kürtlerle ne zaman ve nasıl barışacağımızı sormak ise gaflet ve dalalet addediliyor.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI