'İslami sol'un Arap dünyasındaki izdüşümleri
Arap dünyasının temel özelliklerinden biri de sosyalizmle ateizm arasında zorunlu bir birlikteliğin olmaması. Ancak bu, Arap dünyasındaki solun ya da daha doğru bir ifadeyle Marksistlerin çok dindar bir yapıya sahip olduğu anlamına gelmiyor. Tabii bu noktada Marksistlerle sosyalistleri birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Arap Marksistlerin önemli bir bölümü, hala ateist çizgi üzerinde hemfikir. Ama sosyalizmle din arasında belirli ölçüler dahilinde geçişkenlikler olduğu söylenebilir.
Arap-İslam dünyasında sol kavramının biri ideolojik diğeri kültürel iki anlamı mevcut. İdeolojik boyut, Türkiye’de sol neyi ifade ediyorsa üç aşağı beş yukarı Arap-İslam dünyasında da aynı şeyi ifade ediyor. Ancak kültürel boyutuyla hele hele İslam’la ve dini metinlerle ilişkilenme ihtimali ortaya çıktığında sol kavramının daha çok liberale yakın bir tınıyla kullanıldığını görüyoruz. 'İslami sol' kavramına gelince sınıfsal ilişkiler vs. gibi toplumsal sorunlara ilişkin söz söylemenin yanı sıra Kuran’ın yorumunda geleneksel bağlardan azade olmayı, inanç ve eylem noktasında daha farklı bir tablo ortaya koyan bir çizgiyi temsil ediyor.
Aynı şekilde 'liberal' kavramı da Arap-İslam dünyasının hangi bölgesiyle ilişkili olduğuna ve bağlamına göre değişebilen oldukça farklı kullanımlara sahip. Örneğin Körfez Araplarında liberalizm daha çok dinden özgürleşmeyi, ateizmi ya da din dışı bir yaşam biçimini çağrıştırırken dinin toplumsal hayatta yoğun izlerinin gözlemlendiği Mısır’da örneğin, liberalizm, salt siyasi anlamda bir kullanıma sahip, asla dinin toplumsal hayattaki yerini dışlamayan ve hatta onunla iç içe geçen bir karakter arz ediyor.
Arap dünyasının temel özelliklerinden biri de sosyalizmle ateizm arasında zorunlu bir birlikteliğin olmaması. Ancak bu, Arap dünyasındaki solun ya da daha doğru bir ifadeyle Marksistlerin çok dindar bir yapıya sahip olduğu anlamına gelmiyor. Tabii bu noktada Marksistlerle sosyalistleri birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Arap Marksistlerin önemli bir bölümü, hala ateist çizgi üzerinde hemfikir. Ama sosyalizmle din arasında belirli ölçüler dahilinde geçişkenlikler olduğu söylenebilir. Bu anlamda Türkiye’de olmayan bir olgu olarak Arap dünyasında kurumsallaşmış, belirli bir geçmişi ve geleneği olan 'İslami sol' grup, parti ya da hareketlerin varlığını koruduğunu, birçok Arap ülkesinde giderek zayıflayan bir tonda da olsa halen mevcudiyetini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Mısır, Sudan, Fas, Tunus, Libya, Suriye, Irak, Filistin, Lübnan; İslami vurgusu olan sosyalist hareketlerin zaman zaman güçlendiği bazen de giderek cılızlaşan ve tedrici olarak incecik bir su akıntısına dönüşen nehirlerin bulunduğu coğrafyalar aslında.
İslami sol, Arap dünyasında Demokrasi, Din, Modernlik, Akıl, Nass ve bu kavramların birbirleriyle ilişkisi üzerine eğilmekte. Ancak İslami solun tek bir renginin bulunmadığı, dağınık bir şekilde ve farklı Arap ülkelerinde farklı ekoller biçiminde ortaya çıktığını ifade etmekte fayda var. 1981 yılında “İslami Sol” adlı bir dergi çıkartmış olan Mısırlı düşünür Hasan Hanefi, 'İslami Sol Projesi’nin hiçbir zaman bir siyasi parti inşa etmek gibi bir hedefinin olmadığını, amacının modern sol düşünce ile İslami gelenek arasında bağlantı kurmak ve dinin yenilenmesi üzerinden yeni bir kültürel ihya çizgisi oluşturmayı hedeflediğini ifade etmişti.
Siyaseti bütünüyle dışlamayan Hanefi, Arap ve Müslüman halkların uyanışına siyaset ve kültürel alanda yaşanan dinamizmin damgasını vuracağını düşünmekle birlikte asıl savaşın kültürel alanda gerçekleştiğini savunuyordu. İslami sol, büyük bir seferberlik başlatma iddiasında olmadığı gibi belirli bir grup ya da siyasi partiye düşmanlık temeline de oturmuyordu. Asıl hedefi, halkların uyanışı, modern dönemdeki rönesansını gerçekleştirmesi, insanların önüne alternatifler koymak, halkların hakemliğine başvurmak, ayrıntılardaki anlaşmazlıkları ve bütünsel olmayan teorileri aşarak kapsamlı bir düşünce oluşturmak ve böylece bölge halklarının tarihteki hak ettiği yeri almasını sağlamaktı. Hanefi’nin teorisyenliğini yaptığı İslami sol çizginin üç sacayağı bulunmaktaydı: Kadim kültürel birikim, Batılı düşünsel ve felsefi miras ve Kuran-ı Kerim.
İslam’la solun müşterek macerası ise Sudan’da kendine farklı bir yol tutturmuştu. İslami Sosyalist Parti, düşünsel temellerini İslam, Milliyetçilik ve Sosyalizmden alıyordu. Parti, merkezî düşüncesini, dinin bahane ve gerekçe üreten, apojeletik, etnik ve mezhepçi okumasının reddeden belirli akslar üzerinde oluşturdu. Dinin önemini ve etkinliğini insanın doğasından alan insani bir ihtiyaç olarak nesnel niteliklerinin ortaya konması gerektiğini savunuyordu. Taifeciliği (etnikçi anlayışı, aşiretçiliği ve mezhepçiliği) reddedip onun oluşturduğu engelleri ortadan kaldırırken içtihat kapısının açılması gerektiğini ifade ediyordu.
Milliyetçiliğe gelince, İslami Sosyalist Parti, Arap dünyasındaki milliyetçi parti ve hareketlerdeki zaafları tek tek tespit etmiştir. Sudan İslami Sosyalist Partisi, Arap milliyetçiliği esasına dayalı olarak yönetilen hareket ve partilerin İslam’ı devrimci bir yaklaşım ve öneriyle sunmadığını, bilimsel sosyalist düşüncenin Arap milliyetçisi akımlarda oldukça zayıf olduğunu belirtirken, bu partilerin milliyetçiliği kendi sınırları içinde anlamada başarısız olduklarını ifade ederek bu yapıları eleştirir.
Sudan ve Arap dünyasındaki Sosyalist grup ve örgütlere yönelik eleştirilere gelince, Sudan’daki İslami Sosyalist Parti, ilerici ve devrimci akımların sosyalist eğilimlerinin bir kısmının İslam’dan neşet ettiğini düşünürken diğer bazılarınınsa uluslararası sosyalist devrimci çizgiden kaynaklandığına inanmaktaydı. Buna göre İslam, Allah’a olan inanç, bireysel özgürlük, insan birliği, emeğe saygı, kadınlara eşitlik, yetimlere ve yoksullara yardım, sömürü, tekel ve hırsızlık yasağı prensiplerine dayanmaktadır. İslami Sosyalist Parti’ye göre Arap dünyasındaki sosyalist akımın en büyük sorunu, İslami düşünceye yabancılaşmasıdır. Ayrıca demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün konsolidasyonu Arap sosyalist hareketlerinde oldukça zayıftır.
Tunus da İslami solu yüksek sesle dillendiren ülkelerden biri olmuştur. İlerici İslami Hareket'in üyeleri, akılcı bir yönelime sahip olup 70’li yıllardan beri İslami hareketin içerisinde yer almış ancak daha sonra toplumcu bir yönelimi önemsemiş bir grubu temsil etmekteydi. Bu grubun üyeleri, Nahda hareketi içerisinde faaliyet gösteriyorken 80’li yılların başında Gannuşi’nin önderlik ettiği İslami Yöneliş Hareketi adıyla örgütsel ya da partisel bir yapıya büründürmeye çalışmasına itiraz etti. Ihmide en Neyfer, Salahuddin el Curşi ve Zeyyad Kireyşan, Gannuşi’ye karşı çıktılar ve hareketin kültürel, düşünsel ve rasyonel bir hareket olarak kalması için ısrar ettiler. Önerilerinin kabul görmemesi nedeniyle hareketten kopan bu isimler, ilk başlarda Cemaleddin Afgani Muhammed Abduh çizgisine yakın, modernleşmeci bir çizgide ısrar eden İslami bir sol söylem benimsemekteydiler. Dinî metinlerden daha çok rasyonel epistomolojik bir metodolojiyi daha fazla önemsiyor, İslam’ın yenilenmesini acilen yerine getirilmesi gereken bir görev olarak görüyor, fıkıhçı, akideci ve usulcü anlayışı, acil çözümlenmesi gereken toplumsal meseleler varken teferruata tealluk eden meselelerle ilgilenmek olarak görüyorlardı. Bu grubun üyeleri, ortada bir zaruret durumu varsa sabitelerin (temel dini unsurların) askıya alınabileceğini ifade ediyorlardı. İlerici İslami grubun teorik öncüller olarak tanımladığı “Neden İslam? İslam’ı nasıl anlamalıyız” şeklinde bir kitapları da bulunmaktaydı.
İlerici İslami gruba bakıldığında onların bireysel gelişimi ve entelektüel birikimi daha çok önemsediklerini, iktidarı hedefleyen İslamcı bir örgütsel yapı kurmaktansa inşa edilmesi planlanan yeni toplumun köşe taşlarını oluşturacak bir kadro hareketi kurmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Bu çizginin öncülerinden Salahuddin el Curşi’ye göre toplumsal bilinci yeniden inşa etme noktasında öze ilişkin bir unsur olması nedeniyle bir kültür devrimi gerçekleştirmek gerekiyordu. Ve sonra toplumun yeniden yapılandırılması gerçekleşecekti.
Fas da İslami sol açısından hiç de istisna sayılacak bir ülke değil. Burada da yetmişli yıllarda, fikri yapısında sol eğilimler görülen İslami Gençlik Hareketi’nin kuruluşu sırasında da yine İslam-sol ilişkisi üzerine önemli tartışmalar yaşanmıştır. O dönemdeki koşullar, en azından bazı İslami grupların solu ideolojisi ve tespitleriyle devrimci ve ilerici bir seçenek olarak görmekteydi. Sol ve İslam arasında bir karışım yaratma fikri, pek fazla topluma yayılamadı, ya bazı entelektüellerin kişisel tercihleri düzeyinde ve üniversitelerle sınırlı kaldı.
Bu yazı, bu hafta sonu (Cumartesi-Pazar) düzenlenecek 'İslam ve Sol Çalıştayı' öncesinde İslam dünyasında İslam-sol ilişkilerine dair küçük bir harita çizerek bu tür çalışmalara ilişkin ufak da olsa bir katkı olacağı düşünülerek kaleme alınmıştır.
İslam Özkan Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.
İran-Azerbaycan-İsrail üçgeninde kompleks ilişkiler 07 Ekim 2021
Ahmet Örs: Modern dönemde hayattan kopan eğitim verimsizleşti 02 Ekim 2021
ABD’nin Afganistan’daki fiyaskosunun sırrı 01 Ekim 2021
'Diyanetin sahaya sürülmesi, AK Parti'deki erimeyi durdurmaz' 25 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI