Atara atar, gidere gider...
Uçak düşürme günlerinde olduğu gibi, bizim güzide havuzu aratmayan, Putin’in güdümlü medyası yaylım atışına geçti. Onları geçelim, Ankara’daki Büyükelçi Erkhov’un üslubunu andıran biçimde, onunla aynı Rus Dışişleri tornasından çıkma bir diğer diplomat Başkanlık Sözcüsü Peskov’un Erdoğan’ı Kırım’ı ziyarete davetindeki istihza da gözlerden kaçmadı.
Nereye kadar? Gittiği yere kadar gider. Toslayınca durur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi konuşmalarından* birine de yansımıştı sanki bilinçaltından: “Bizi hedeflerimizden kopartacak bir felâketle karşılaşmadık.” “Henüz” diye eklenebilir. “O felâket yakındır galiba” diye şeamet tellâllığı da yapılabilir. Hiç yoktan, dış politikada tam anlamıyla bir şanzıman dağıtmaya tanıklık ettiğimizi, en “milli meselelerde birlik” sayıklamasıyla ağzında şeker varmış gibi konuşan uyurgezer muhalefet mensubu dahi herhalde teslim edecektir.
Rusya Idlip’te yolumuza taş koydu. Erdoğan, Fırat’ın Doğusu’nda “yeni terör çukuruna” müsaade edilmeyeceğini açıkladı. Orada Ruslarla ortak yürütülen (ve bayrak göstermek dışında neye yaradığı pek anlaşılamayan) devriyeler iptal edildi. Barış Pınarı dörtgeninin güneybatı köşesine denk gelen Ayn İsa topçu ateşine alındı.
Yetmedi. Idlip’e Fırat Kalkanı cebinin güneyinden SMO milis saldırısına yol verildi. Bu saldırılarda dört Rus özel kuvvet mensubu subay öldürüldü. Cevaben Rus Hava Kuvvetleri TSK denetimindeki alanı ilk kez bombaladı. Serakıp’ta bir muhkem mevzi, direniş hattı yaratılmaya çalışıldı. MSB Akar’ın “iki kere haber verdik” dediği takviye kuvvete saldırı düzenlendi, sekiz şehit verildi, beş yaralı var.
Dışişleri Bakanı yahut sözcüsü değil, AKP Sözcüsü Çelik çıkıp “Idlip’te rejim unsurlarının artık hedef olduklarını” açıkladı. Ki, hafife alınacak gibi değil, iktidarda da olsa neticede bir siyasal parti sözcüsünün ağzından komşu ülkeye Suriye’ye savaş ilan etmiş olduk. Yahut belki olmamışızdır, belki ciddiye alan mı olmadı, bilemiyorum.
O arada geleneksel fırtına obüslerimizin göklerden ölüm yağdırdığı, F-16’larımızın göz açtırmadığı, komutanların sınırboyuna gittikleri haberleri çıktı. Ruslar, sınırı geçen Türk savaş uçağı bulunmadığını duyurdu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu mevkidaşı Lavrov’u telefonla aradı, Moskova Büyükelçisi Ortadoğu’dan sorumlu (kıdemli uzman ve iyi Arabist) Bakan Yardımcısı Bogdanov’dan görüşme talep etti.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın da tüvit attı, “kanları yerde kalmayacak” filan. Hani Orhan Veli’nin ünlü dizeleri gibi: Neler yapmadık şu vatan için / Kimimiz öldük / Kimimiz tüvit attık. Aynı Sayın Sözcü Kalın, bundan kısa bir süre önce “diplomasinin bir süreç yönetimi” olduğu, Erdoğan’ın “barış diplomasisi” yürüttüğü yollu, hepimize, sizleri tenzih ederim, benim gibi münafık taşkafalara diyeyim, ders veren saptamalarını da paylaşmıştı.
El hak aldık dersimizi, ettik ezber. Erdoğan ise ezberi bozdu. Anımsayacaksınız uçak düşürme başarısının (!) ardından son olarak Suriye üzerine bir kitap yazmakta olduğunu muştulayan çiçeği burnunda muhalif, dönemin başbakanı Davutoğlu Tiflis’ten gürlemişti Moskova’ya. Biz cahiller de, “yapın da madem, bari Tiflis’ten yapmayın” filan dediydik.
Söz uzadı. İşte Erdoğan, Davutoğlu’ndan oyun çalarcasına Ukrayna’nın başkenti Kiev’e gitti. Denetlediği tören kıtasını “Şan olsun Ukrayna’ya” (“Slava Ukraine”) nidasıyla selâmladı. Bilenler, bunun tarihsel bir faşist ünlemesi olduğunu ve sözkonusu tercihin hangi bağlamda yapılırsa yapılsın Moskova’nın damarına basmak demek olduğu yorumunu** yaptı. Üstelik Erdoğan 200 milyon TL tutarında askeri yardım da açıkladı.
Öyle de oldu. Uçak düşürme günlerinde olduğu gibi, bizim güzide havuzu aratmayan, Putin’in güdümlü medyası yaylım atışına geçti. Onları geçelim, Ankara’daki Büyükelçi Erkhov’un üslubunu andıran biçimde, onunla aynı Rus Dışişleri tornasından çıkma bir diğer diplomat Başkanlık Sözcüsü Peskov’un Erdoğan’ı Kırım’ı ziyarete davetindeki istihza da gözlerden kaçmadı.
Tüm bunlar olurken, Atlantik’in öte yakasında ABD’de Halkbank temyiz mahkemesine başvurdu. Demek Yargıç Berman’ın çıkardığı fatura ağır geldi ve Halkbank hem ortada ABD yargısının alanına giren bir durum olduğunu zımnen kabul etti, hem yine zımnen ABD şeriatının keseceği parmağa razı olduğunu dışa vurdu. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey de fırsatı kaçırmadı, “Putin’e güvenilemeyeceğini” kendinin de Erdoğan’a zamanında söylediğini belirtti. ABD, Türkiye’ye Idlip’te destek beyan edip, işi HTŞ’nin pek de terör örgütü olmadığına dek vardırdı.
Yunanistan, Libya’nın UMH’iyle yapılan deniz yetki alanları anlaşması çöpe atılmadıkça AB’nin Libya politikasını bloke edeceğini açıklamıştı. Miçotakis Macron’la da kol kola girdi, Fransa hem Doğu Akdeniz’e deniz görev gücü gönderiyor, hem savaş uçaklarını Kıbrıs semalarında uçurdu. BAE’nin de Hafter’in LUO’suna silâh sevkiyatına gaz verdiğini geçen yazılarda konuşmuştuk. Miçotakis, atlayıp Suudi Kralı’nı ziyarete Riyad’a da gitti.
Böyle yazı yazmak da ne güzel oluyor. Eskiden, yani çok eskiden yetmişlerin ikinci yarısında, rahmetli babam transistörlü radyosundan canlı maç yayınlarını dinlerdi. Lezzetli anlatımlar olurdu: “Sağa baktı, sola yattı, bakışlarıyla boşa kaçan liberosunu aradı, kendi ekseni etrafında 360 derece harmanladı” filan. Babam da sabırsızlanır, “doğru dürüst anlatsana ulan p…k, maçta ne oluyor!” diye radyoyla kavga ederdi.
Siz de sadık amadenize benzer şeyler söylediniz korkarım, kulaklarımda bir çınlama var zira. Ne diyelim, haksız sayılmazsınız. Bakarsınız yarın “aaa, meğer NATO üyesiymişiz; meğer bu ülke en az 19. yüzyılın ortasından bu yana Batı devletler ailesinin bir parçasıymış” gibi keşiflerle karşımıza çıkıverir bizi onsekiz yıldır yönetenler ve başımıza tüm bu çorapları örenler. Koalisyon ortağı Bahçeli o sahneyi hazırlamıştır belki.
Eh, kale alırlarsa, benim gibilere dönüp “sen zaten ince oyunu baştan hiç anlamadındı” da derler mi, derler. Yalnız, çorap örmekten söz etmişken, yumaktan bir ilmek çekince, örnekse Idlip’te yerleşim birimlerini Suriye’ye bırakıp Hatay sınırına çekilmek zorunluluğu ortaya çıkarsa, gerisinin ne var yok çorap söküğü gibi gelmesi de olası hatta mukadder.
*Erdoğan’ın AKP meclis grubuna 14 Ocak 2020 tarihli hitabı
**Örnekse bkz. http://medyagunlugu.com/haber/slava-ukraine-polemigi-46530
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI