Hangi ülkeye kaçmalı?
Hangi ülkeye kaçmalı diyorsun ya da gitmeli bu ülkeden. Kaçmak değil belki daha çok, gitmek. Biraz daha nazik davranıyorsun böyle söylerken doğduğun topraklara. Bir şekilde müsaade ederse sınırlar, imtiyazlı iş şansı, biraz paranın olması şansı ya da nehirden geçebilme şansı... Kendini başka sokaklarda buluyorsun. Göçmen oluyorsun büyük ihtimal, çok istediğin çocukluğuna geri dönüyorsun -iyi konuşamaz ve beceriksiz- konuşsan da aynı olmuyor hiçbir şey…
Sabah kalkınca her yer kahverengi gibi oluyor. Güneşli olsa da böyle bulutlu olsa da... Leke leke... ve üstelik camı yeni silmene rağmen. Karşı komşudan nefret ediyorsun, kediyi tekmeledi. Bakkal bayrak sokuyor gözüne, kenarında o var. Salak üç gün sonra kapatıp gitmek zorunda kalacak, mahalle bekçisi bile olamayacak kadar yaşlı, en iyi olasılık basit, parça başı bir muhbir ama bir nevi ötenazi ile bayrağa ve tevekküle sarılıp fazla tartan terazisinin üstüne kıvrılıp market tekelinin son hamlesini bekliyor.
Ne kadar çok düşündün son bakkal hakkında. Mesela bu zaten, işsizliğin yaptığı bir şey, hamam böcekleri, cam lekeleri ve lüzumsuz kişilere ilişkin düşünmekten kendini alıkoyamamak. Ve sakalın çok çabuk uzuyor erkeksen, kadınsan dip boyası geliyor saçının, daha geçen gün değil miydi boyattığın ve tırnakların çok çabuk uzuyor, her ne cinsiyetteysen, pek fark etmez bu. İşsiz olmak yeter…
Bir de kira çok çabuk geliyor. Sadece Şubat ayı değil her ay. Gerçi çalışırken de böyleydi ama sancısı 7 aylık vuruyor karnına, her ay…
Gazete almıyorsun zaten, cam silmek için bile bulamadın geçen. Zaten bulsan ne olur, kahverengi o da. Nezaketinden böyle diyorsun yoksa başka türlü anlatacaksın bu rengi. Gerçi bakar bakmaz haberlere tam olarak aklına bu geliyor. Nefret ediyorsun her şeyden. Yönetici kapıyı çalıyor, adamın bıyıklarını çekip, dudaklarının altına kadar uzatmak istiyorsun. Yahu bunların hepsi mi bu ses tonuyla konuşur ? Sadece Cuma günü değil, her gün. Yok adamla bir derdin sadece aidat istiyor ve boş bira şişelerini balkondan alsak olur mu acaba diye soruyor, çocuklar varmış da balkondan bakan.... Yani ne dediği önemli değil, o ses tonu yok mu? İktidar kokuyor sesi, hacı yağı gibi çok ağır ve şırınga ile sıksan bile çıkmaz üstünden, yapışkan…
Hangi ülkeye kaçmalı diyorsun ya da gitmeli bu ülkeden. Kaçmak değil belki daha çok, gitmek. Biraz daha nazik davranıyorsun böyle söylerken doğduğun topraklara. Bir şekilde müsaade ederse sınırlar, imtiyazlı iş şansı, biraz paranın olması şansı ya da nehirden geçebilme şansı... Kendini başka sokaklarda buluyorsun. Göçmen oluyorsun büyük ihtimal, çok istediğin çocukluğuna geri dönüyorsun, iyi konuşamaz ve beceriksiz, konuşsan da aynı olmuyor hiçbir şey…
Ve sonra bütün göçmenler gibi birbirini gördüğünde önce kağıtlarından konuşuyorsun. Genellikle biraz daha nazik devlet kapılarında sıralara girip sıfırlandığın bir hayattan, eğer kağıt kürekten zamanın kalırsa, sana öykünen arkadaşlar, komşular ve hatta dükkanı kapatan eski bakkala oraya nasıl gelebileceğini anlatıyorsun.
Sonra sabah kalkıyorsun her yer yine bok rengi... Hangi ülkeye kaçsam diyorsun. Sonra haberlere bakıyorsun, hala yerinde mi duruyor, bakkal, karşı komşu, yönetici, apartmanın, her şeyin...