Sahibinin sesinden ölüm fermanı
CNN Türk yönetimi CHP’yi ziyaret etmiş olmasa ve o görüşme yapılmasaydı, muhtemelen bugün CHP’nin boykot kararı aynı etkiyi yaratmayacaktı. Görüşmeye rağmen alınan bu kararla CHP, tümüyle yandaşlaşan bu medya karşısında ilk kez inisiyatifi açıkça ele almış ve kralın çıplak olduğunun bizzat kralın sadık hizmetçilerinin ağzından ilan edilmesine imkân tanımış oldu.
Kabul edelim. CHP’nin CNN Türk’ü boykot kararı karşısında “oh olsun” demeyen az. Hatta benim gibi uzun zamandan beri sadece bu kanalı değil, artık neredeyse tamamen iktidar ve iktidar yanlısı sermaye gruplarının elindeki televizyonlarda yayınlanan haber ve tartışma programlarının hiçbirini izlemiyorsanız bile, en azından içinize su serpilmiş gibi olmuşsunuzdur.
Geniş bir kesim, boykot kararının yalnızca CNN Türk’ü değil, yandaş kanalların tamamını kapsaması gerektiği kanaatinde. Bir yandan da “CHP’lilerin zaten bugüne kadar bu kanallara çıkması hataydı” ya da “Aklı yeni mi başına geldi” diyenler var. Haklılar elbet. Bu kararın neden seçim zamanında uygulanmadığını, neden bu kadar geç kalındığını sorgulayanlar, işler bu hale gelene kadar CHP’nin neden güçlü bir ses çıkaramadığını soranlar da… HDP’siz HDP’nin, kadınsız kadın haklarının konuşulduğu, akıl almaz iddiaları gerçeklikmiş gibi sunan, çamur at izi kalsın mantığıyla muhalefeti hedef alan trollerin yorumcu, gazeteci ya da bilmem ne uzmanı kisvesi altında kanal kanal dolaştırıldığı televizyonlardan söz ediyoruz. Bunların yanına çeşit olsun diye çağrılan, ama aslında zülfü yâre dokunacak bir şey söylemeyeceğinden, hatta anlaşılır bir cümle kurmayacağından emin olunan, çoğu özel üniversitelerin bilmem hangi kürsülerinden yardımcı doçent, doçent, profesör unvanlı isimleri ekleyin. Bir de görünüşte muhalif sayılabilecek, arada bir iki dikkate değer söz söyleyerek tansiyonu yükselten, eğer hala o programları izleyen muhalif kesimden birileri varsa bunların sosyal medyada yapacakları “…..’dan yandaşa ayar” paylaşımlarıyla için için sevinmesine ve programların izlenme oranlarına katkı sağlayan birkaç isimden söz edebiliriz. Hepsi bu.
Buradaki sorun, sadece bu gibi yayın organlarının iktidardan gelen talimatlarla yönetiliyor olması değil. Türkiye gibi bir ülkede merkez basının şu ya da bu şekilde, şu ya da bu olayda bir şekilde iktidar partisiyle belli bir dirsek temasının bulunması, benim gibi iletişim alanında çalışan akademisyenlerce sıradan kabul edilen bir olgu. Asıl mesele, bu yayın organlarının bugün “anaakım” olma iddiasından feragat etmeleri. CNN Türk gibi bir zamanlar habercilikte başı çeken medya kuruluşlarının belli bir grubun, siyasi görüşün propaganda aracı olmanın da ötesine geçerek, doğrudan bir kişinin ve partinin yayın organı gibi işlemeye başlaması; deprem, çığ, uçak kazası gibi en ağır felaketlerde bile yayını keserek “sahibinin sesi”ne canlı bağlanabilme fütursuzluğunu gösterebilmesi.
CNN Türk yönetiminin boykot kararından vazgeçirmek için CHP Genel Merkezi ile yaptığı görüşmeden olumlu bir sonuç çıkmaması ve CHP’nin bu görüşmenin hemen ertesi günü boykot kararını açıklaması, bu gibi yayın organlarının “özgür basın olma”yı geçelim, “basın olma” iddiasını bile sürdüremediklerini gösteriyor. Bu görüşmede neler konuşulduğunu tam olarak bilemesek de, CHP Genel Merkezi'yle görüşmeyi yapan kanal yöneticilerinin en azından görünüşü kurtarmak adına bir hamle yapabilme inisiyatiflerinin bile bulunmadığını anlıyoruz.
CHP’li siyasetçilerin CNN Türk yayınlarına çıkmama kararı ve partinin seçmenine yaptığı CNN Türk izlememe çağrısını, bu sebeple küçümsememek gerektiğini düşünüyorum. CNN Türk’ü boykot kararı, geç atılmış bir adım, yarım bırakılmış bir hamle ya da göle düşen bir damla değil. Tam tersine, çok doğru bir zamanlamayla, muhalefetin sesine kulaklarını tıkayan ve ne söylerlerse söylesinler değersizleştiren anaakım medyanın kendini içine düşürdüğü durumu apaçık göz önüne sermesini, başka bir deyişle kendi ölüm fermanının altına imza atmasını sağladı. CNN Türk yönetimi CHP’yi ziyaret etmiş olmasa ve o görüşme yapılmasaydı, muhtemelen bugün CHP’nin boykot kararı aynı etkiyi yaratmayacaktı. Görüşmeye rağmen alınan bu kararla CHP, tümüyle yandaşlaşan bu medya karşısında ilk kez inisiyatifi açıkça ele almış ve kralın çıplak olduğunun bizzat kralın sadık hizmetçilerinin ağzından ilan edilmesine imkân tanımış oldu.
Bundan sonrası için CHP’nin iktidar eliyle medya olmaktan çıkarılan ve böylece aslında mevcut düzenin hegemonyasını sürdürebilmesi bakımından da işlevsizleştirilen bu konvansiyonel medyayı kendi mezarkazıcısı ile baş başa bırakması en doğrusu olur. Kast ettiğim topyekûn bir boykot değil, bu bile anaakımlaşmaktan vazgeçen bu medyaya gereğinden fazla önem atfetmek olur. Bunun yerine alternatif mecralarda, internet ortamında tutunmaya çalışan ve her şeye rağmen doğru, düzgün, ilkeli habercilikte ısrar eden birkaç yayın kuruluşunun ve yenilerinin izleyici ve okur tarafından daha kolay erişilebilir olmasına katkı sağlayabilir. Mesela CHP’li belediyeler, birçok Avrupa kentinde olduğu gibi, kendi bölgelerinde internete ücretsiz erişim hizmeti sunabilirler. Metro girişleri, otobüs durakları gibi kamu alanlarına internet erişimli ekranlar yerleştirebilirler. Giderek daha baskıcı hale gelmesine ve onca yıldır iktidarda kalmasına rağmen, AKP rejiminin kendisini mutlaklaştıramamasının sebeplerinden biri, bu yöndeki bütün çabalarını etkisiz kılacak biçimde, doğru bilginin, enformasyonun şu ya da bu şekilde hâlâ dolaşabiliyor olması. Bunun kıymetini bilelim.
Ülkü Doğanay Kimdir?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.
İktidarın siyaset korkusu, deprem ve sivil toplum 02 Mart 2023
Seçimleri ertelemek: Asrın felaketi mi asrın gaspı mı? 15 Şubat 2023
Muhalefet loading! 05 Ocak 2023
İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Akşener: Muhalefete her yol aynı kavşağa mı? 22 Aralık 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI