Türkiye Suriye'de nasıl bir çözüm düşünüyor?
Aslına bakarsanız Erdoğan iktidarı, genellikle iddia edildiği gibi pek de Türkiye dış politikasına aykırı bir şey yapmamakta, ortaya çıkardıkları fiili durumlarla, hem kendisi için başarılı hem de kendisi için gerekli ortamı canlı tutmaktadır.
Düşünmüyor. Yok böyle bir şeyi. Vurgulamayı güçlendirmek için bir kere daha yazayım, ‘Türkiye'nin Suriye için bir çözümü yok.’ Bu yokluğun nedeni klasik; ‘beceriksiz’, ‘işin ehli olmayan Dışişleri’, ‘kifayetsiz kadro’, ‘kötü yöneten hükümet’ ya da ‘kişisel hırslarıyla memleketin geleceğini tehlikeye sürükleyen devlet başkanı’ ya da ‘Batılı olmayan devletlerin plansız davranışları’ ve benzeri değil. Tam aksine taammüden, bir dış politika biçimi olarak uyguluyor. Yani, eski sömürge valisi ‘Rauf Denktaş’ın çok güzel ifade ettiği gibi ‘çözümsüzlük çözümdür’ politikası, Türkiye'nin bugüne kadar sürdürdüğü en başarılı dış politika çizgisidir. İşte şimdi bunun yine aynısını Suriye için uygulamaya çalışıyor.
Öncelikle bunun neden başarılı bir politika olduğunu hatırlatayım. Çok gözümüzün önünde bir şey olmasına rağmen gözümüzden kaçan şey, Türkiye’nin 1974 yılından beri Kıbrıs işgalini sürdürmesidir. 46 yıldır, Türkiye, -yazı ile kırk altı -uluslararası hukuk anlamında tartışmasız işgalci mahiyetindedir. Hatta Türkiye bile, KKTC’nin tanınması için hiçbir şey yapmamıştır. KKTC’yi Türkiye’den başka tanıyan hiçbir ülke yoktur. Çünkü tanınması da işine gelmemektedir. Herhangi bir biçimde, herhangi bir çözüm de Türkiye'nin dış politikasına aykırıdır. Bu çözümsüzlük ile Kuzey Kıbrıs Türkiye’ye bağımlıdır.
Bu dış politikanın çok başarılı olduğunu mesela halk direnişi ile sona eren Fransa ve ABD’nin Vietnam işgalinin 30 yıl, İngiltere’nin Mısır işgalinin 40 yıl, İtalya’nın Habeşistan işgalinin ise sadece sekiz yıl sürdüğünü hatırlayarak anlayabiliriz. Yani hiç de küçümsenecek bir strateji değildir bu.
Türkiye'nin dış politikasının ‘çözümsüzlük çözümdür’ stratejisinin, bazı kısa zamanlar hariç her zaman hakim olmasının arkasında bu vardır zaten. Sadece Suriye’de değil, ‘Kürt Sorunu’nda da -bu iç-dış meselesinde de- geçerli stratejisidir. Her şey muğlaktır. Ne zaman bir barış şansı ortaya çıksa, karşı tarafın yanaşmadığı kadar barışa yanaşmak ama tam gerçekleşebilir olduğunda yine çatışmaya dönmek, bu stratejinin en tipik karakteridir. Tamam mesela Kıbrıs’ta işgal edilen toprakları ilhak etme gücü yoktur ama buna ihtiyacı da yoktur. Hatta bu çatışmalı hal, onun daha da işine gelmektedir. Çünkü bu belirsizlik sayesinde, iç politikada sürekli milliyetçi damarı diri tutma, gerektiğinde maniple etme ve iktidarın muhtaç olduğu şiddeti buradan devşirme olanağı elindedir.
Bu yüzden Suriye’den çekilmemek, Irak sınırları içinde var olmak ya da istediği zaman dibine kadar girmek, bir domino oyununun birbirini yıkan taşlarından başka bir şey değildir. Bu yüzden mesela barış süreci, eksik, topal ya da yetersiz de olsa bir barış doğursaydı bile bu domino oyununun taşları tersine doğru, ucunda mutlaka ki daha sakin ve daha huzurlu günlerin olduğu bir tarafa doğru, birbirini yıkacaktı. Savaş ekenlerin, savaş bulduğu bu mecrada, kendisi için demokratik bir süreç beklemek oldukça kendine özgü koşulların bir araya gelmesini gerektiriyor.
Bu yüzden, aslına bakarsanız Erdoğan iktidarı, genellikle iddia edildiği gibi pek de Türkiye dış politikasına aykırı bir şey yapmamakta, ortaya çıkardıkları fiili durumlarla, hem kendisi için başarılı hem de kendisi için gerekli ortamı canlı tutmaktadır.
Bu yüzden Türkiye’nin Suriye’deki çözümü, çözümsüzlüktür ve ne yazık ki de başarılı bu konuda…