Yandaş Medya'nın atası: Yeni Köroğlu
Popüler, totaliter, kaba saba tavrı ile 1928 Cağaloğlu çıkışlı 'Yeni Köroğlu' gazetesinin aynı yılın Ağustos ayından, 1 Aralık'a kadar olan yeni alfabeye geçiş sürecindeki çabaları, Boğaziçi Üniversitesi'nden Dr. Erol Köroğlu tarafından anlatılacak. Tarihçi ve yazarın deyimi ile Türkiye'deki tükenmez 'duygu nebulası'nın kökenini taşıyan ibretlik yayının öyküsü, 'Arşivden Sonra?' projesi bünyesinde, SALT Galata'da 19 Şubat akşamı saat 19:00'da...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yakınlarda telaffuz ettiği 'Sosyal medya tam bir çöplük,' sözünü takiben Arşivden Sonra? isimli disiplinler üstü tarih ve arşiv programı dahilinde, bir vaka çalışması daha, SALT Galata'da 19 Şubat Çarşamba akşamı, saat 19:00'da izleyiciye sunulacak. Etkinlik, aynı saatte sosyal medya üzerinden de canlı olarak izlenebilecek.
'Köroğlu Gazetesi 1928: Musavver (tasvirli) Alfabe Devrimi' isimli sunum, İletişim Yayınları'nca basılmış 'Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı: Propagandadan Millî Kimlik İnşasına' adlı kitabı ile 2004'te Afet İnan Tarih Ödülü sahibi olan, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi, Dr. Erol Köroğlu tarafından yapılacak. Koç ve Sabancı üniversitelerinde Türk edebiyatı dersleri de vermiş Erol Köroğlu, bir 'roman tarihçisi'. Köroğlu, çalışma alanını '19 ve 20'nci yüzyıl Türkçe edebî kültürel tarihi' olarak tarifliyor.
Arap alfabesinden Latin alfabesine geçişin sağlandığı 1928 Alfabe Devrimi sırasında, İstanbul’da basılıp, özellikle taşrada çok okunan resimli, en az dört, en fazla sekiz sayfa basılan ve haftada iki kez, Çarşamba ve Cumartesi yayımlanan Köroğlu gazetesinin 1928 cildi, Dr. Erol Köroğlu'nun eline sahaf Nedret İşli aracılığıyla, bundan yaklaşık 20 yıl önce geçmiş.
Bu birikim ile henüz ilgilenme fırsatı bulan Köroğlu'nun aktardığına göre, genç Türkiye Cumhuriyeti devriminin içinde hızla yaşanan sosyal evrime zemin yaratan 'Yeni Köroğlu' gazetesi, bilhassa genç, seyyar dağıtımcıları aracılığıyla Anadolu'daki türlü yurttaşlara sosyal görünürlük ve itibar vesilesi olmuş. Gazetenin 'kahraman-sembol-figürü' ise, Bolu dağına çıkmış isyancı, Köroğlu. Ona, gazete künyesinde dostu Ayvaz da refakat ediyor. Köroğlu figürü, bir 'aksiyon-figür' gibi, gazetenin o andaki sosyal gündemine göre, kostüm ve imaj değişikliğine de yatkınlığıyla dikkat çekiyor. Kâh Atatürk, kâh fakir Türk köylüsü ya da Afgan kralının yanı başında tezahür edebiliyor.
İçeriğindeki, 'Yeni Köroğlu Sineması' sayfaları ile, bilhassa günümüzdeki Facebook ve Instagram gibi dinamik ve dijital cemaat uygulamalarının işlevini organik olarak veren, çözen, sunan gazeteyi on yıllarca İstanbul Cağaloğlu'nda çıkaran kişi, edebiyatçı Burhan Cahit Morkaya olmuş. Morkaya, Türkiye'de popüler romancılığın öncü kişiliklerinden biri olarak da biliniyor ve bazıları günümüzde de yeniden basılan pek çok romanı bulunuyor. Erol Köroğlu, Morkaya için konuşurken, onun 'yazdığı romanlarla milyoner olan ilk Türk romancısı' olduğuna işaret ediyor.
İlk sayısı 28 Nisan 1928'de basılan Köroğlu gazetesi, Morkaya'nın 1949'da ölümünden sonra 1960'a kadar da 'Bizim Köroğlu' adıyla yayımlanarak okura ulaşıyor ve bir süreli yayın için bu ömür, bir başarı.
Morkaya'nın, Köroğlu öncesinde de Karagöz isimli bir dergi - gazete daha bastığını belirten Dr. Köroğlu, bunun daha ziyade İstanbullu bir okur kitlesine hitap etmiş olabileceğinden söz ediyor. Buna mukabil, yayının özellikle taşraya yönelik olarak hazırlanıp ulaştırıldığından söz eden Erol Köroğlu, Alpay Kabacalı'nın Türkiye'de Matbaa - Basım ve Yayın kitabına baktığında bile, bu yayının net tirajı ile ilgili bir bilgiye erişemediklerinden yakınıyor.
Dr. Köroğlu, alfabe değişikliği ardından fotoğraf kullanımının artışına ve köylerle kasabalardan gazetenin 'sinema'sına iletilen karelere dikkat çekiyor. Anadolu'nun özellikle Türkçe konuşulan, Doğu'ya fazla yönelmeyen, Ege, Batı Karadeniz, İç Anadolu ile Trakya gibi noktalarında kendine yer bulan gazete, bununla birlikte 'başka dillerde' olan bölgelere ise her niye ise (!) pek hitap etmiyor. "Bir yandan müthiş bir rejim destekçiliği, neredeyse 'yalaka'lığına varan bir durum söz konusu,' diyor Dr. Köroğlu, tarihin -gazete- sayfalarını tek tek sağdan, sola çevirirken...
Dr. Köroğlu, Morkaya'nın, çıkardığı bu popüler yayın organını, fıkraları, 'son dakika' uyarıları ve hiciv yüklü çizimleri ile cemaat fotoğrafları arasında, adeta bir sosyal medya alanı gibi değerlendirdiğine işaret ettiğimizde ise, tam da bu konuyla ilgilendiğinden bahsediyor ve yayın hakkında şunları belirtiyor:
"Atatürk'ten 'Gazi Babamız' diye sürekli bahsedip, İsmet İnönü'yü övüyor ve bunda bir ikiyüzlülük yaptığına dair bir işaret de yok. Ama, bununla birlikte tam da o şekilde, baştan itibaren, bugün sosyal medyada gördüğümüz biçimde, çok formatlı olmayan, neredeyse bir Facebook, bir Twitter tarzı 'habercilik' görüyoruz. Başlarda, Arapça döneminde yazılar daha küçük puntolarla basılmış haberlerle daha uzun görünüyor. Ama ondan sonra, özellikle alfabe devriminden sonra büyük harflerle daha az yazı basılmaya başlanıyor. Bu ise, bir okuma kolaylığı yaratabilmek için.
Örneğin gazetede bir sayfayı açtığımızda, 12 Aralık 1928 Çarşamba sayısındaki yazılara baktığımızda, önce bir siyasî yorumla karşılaşıyoruz. Burada durum, 'Tüketme ha!' veya 'Kız, ne oluyorsun?' veya 'Şu hale bakın,' gibi, tam da Facebook üzerinden 'haber' paylaşanlarda gördüğümüz, ortama, sayfaya 'ayar' verme tadında gelişiyor. Sayfaları genellikle dört ilâ sekiz sayfa arasında değişen bir yayın..."
Dr. Erol Köroğlu, soy ismiyle de aynı adı taşıyan bu medya organının saçtığı gürültüyü kendisine danıştığımızda ise, çok 'şenlikli' bulduğunu paylaşıyor. Yayında başkalarının da acılarının olduğuna değinen akademisyen, kimi sayılarında, idam edilmiş suçluların fotoğraflarının paylaşıldığını anlatıyor. Yoksulluğun da anlatıldığını söyleyen Köroğlu bununla birlikte, 'her şeyin çorba gibi' olduğunun da farkında. Gazete bu anlamda, günümüzün çok satan günlük yayınlarına da doğrudan, magazinel ve popüler bir benzerlik içinde bulunuyor. Yayının ikinci sayfa birinci sütununun, yine günümüzde alışıldığı gibi 'siyasal ayar verme'ye hizmet ettiğine dikkat çeken Köroğlu, bununla beraber, gazete sütun düzeninin ise belirgin olmadığını, yazar sayısının da yine ayrıca belirsiz olduğunu dile getiriyor.
Gazetenin foto muhabirlerinin, aslında gazeteyi satan 'müvezzi'ler (dağıtımcı-satıcılar) olduğunun altını çizen Dr. Köroğlu, bu muhabir-dağıtımcıların çalıştırdığı çocukların ayrıca gazetede de tanıtılıp, fotoğraflarının yayımlandığına değiniyor.
"Bir yanıyla okurlarının da, üretimine katkıda bulunduğu, çok formatlanmış olmayan bir gazete - süreli yayın anlayışı söz konusu," şeklinde yorum yapan Dr. Erol Köroğlu, aslında erken Cumhuriyet dönemi ile ilgili olarak Türkiye'de her konuda olduğu gibi bir 'münazara' alanında olduğumuzdan bahsediyor ve şunları söylüyor:
"Bu fikirleri oluşturan, paylaşanlar, bilgileri hep belli bir format içinde vermeyi tercih ediyorlar. Biz, o tarihin koşullarını algılamakta sıkıntı çekiyoruz. Dolayısıyla bu tarihe ulusalcı veya Atatürkçü bir noktadan bakıyorsanız, bu şanlı bir kuruluş hikâyesi oluyor. Zorluklar içerisinde ortaya çıkmış, kurulmuş bir ulus. Sanki Türk milleti orada bütün fedakârlığı ile düşmanı denize döktükten sonra, yine liderin, Halaskârgazi'nin önderliğinde bütün zorluklara, açlığa, sıkıntılara direnerek, bir Türkiye Cumhuriyeti'ni var ettiler. Bütün problemler de, ondan sonra çıktı gibisinden bir hikâye oluşturuluyor. Halbuki,bu tarz süreli yayınlara baktığımızda, gün be gün okuduğumuzda, ideolojik propagandanın, bütün bu Atatürkçü, ulusalcı endoktrinizasyonun kuruluş aşamasını görüyoruz. Nerelerden geçtiğini görüyoruz. Ama aynı zamanda yaşanan yoksulluğu, yoksunluğu, sıkıntıları görüyoruz."
Köroğlu gazetesindeki siyasal karikatürlerde gündem hiç değişmemiş gibi görünüyor. Bir sayıdaki çizimle, bugünkü Suriye topraklarına karşılık gelen güney hududundaki kaçakçılar ve Fransız güçleri topa tutulurken, diğer yanda, yeni harflerle yapılan bir başka karikatürde kaçakçılara karşı yeni tedbirler alındığından bahsediliyor. Köroğlu, gazetenin kaçakçılık haberlerinden geçilmediğine vurgu yaparak, dönemin Anadolu'sunun Teksas'ı aratmadığını belirtiyor.
İstanbul'da kaçak içkicilerin ölümüne çatışmalar yaşadığı veya yakalanıp hapse atıldıklarından söz eden Erol Köroğlu, bunların, dönemin Türkiye'sinin ekonomik durumuna da ayna tuttuğunu söylüyor. Köroğlu gazetesinin, devletin bu yöndeki politikasını öven veya ortaya koymaya çalıştığı eylemleri meşru göstermeye çalışan haberlerle yüklü olduğunu anlatan Erol Köroğlu, 'yandaş medya' desteğinin yanında, alttan alta kimi eleştirilerin de var olduğunu ve özellikle bu noktada hükümeti öven haberleri vermeyip, devrin Belediye Başkanı ve Vali Muavini, 'Muhittin Bey' üzerinden, İstanbul Belediyesi'ni şikayet yağmuruna tuttuğunu belirtiyor.
Yayının, henüz tek parti devletinin oluşmadığı dönemde çıktığına dikkat çeken Köroğlu, yerel yönetimlere dönük eleştirilerin yanında, gazeteye bakılınca, dönemin Türkiye'sinde müthiş bir fuhuş probleminin yaşandığını ve bunun da kaçak genelevler ile ilgili haberlerde öne çıktığını aktarıyor. Bunun yanında, Anadolu'da dağa kadın kaldırma ve kadın cinayetlerinin de sıkça yaşandığından söz eden Köroğlu, Türkiye'deki yoksulluk ve yoksunlukla baş edilmeye çalışıldığını, ısınma ve altyapının mevcut olmayışının yanında, bununla birlikte hayatın da modernleştiğine dikkat çekiyor.
Gazetede, ilk sayıdan beri kendini gösteren en önemli unsurun otomobiller olduğuna değinen Köroğlu, okurların sürekli olarak sayısı artan otomobiller karşısında uyarıldığını ve Anadolu'ya satılan otomobillerin ise kentlerde ıskartaya çıkan ikinci el taşıtlar olduğunu, bir çoğunun arızalı olduğunu anlatıyor.
Türkiye'de ulusalcıların çok büyük gelişmelerle ilgili olarak tanımladığı, muhafazakârların ise dine karşı büyük baskıların, eziyetlerin yaşandığı bir dönemi vurguladığı sırada, Köroğlu gazetesi, akademisyen ve yazara göre aynı anda, aynı ülkeye değişik bakış açılarıyla bakabilmemizin önünü açıyor.
Köroğlu gazetesi, künyesine bakıldığında kendini 'Siyasî Halk Gazetesi' olarak tarif ediyor. Günümüzdeki yüksek tirajlı ve popüler 'Korkusuz', 'Sözcü' ve 'Posta' gazetelerini andıran bu uzun soluklu mecra, medya hakkında konuştuğumuz Erol Köroğlu, bu anlamda gazetenin yayın çizgisinde sürekli olarak sunulan endoktrinizasyondan, milliyetçilikten taşan bir şeylerin bulunduğunu ve bunları görebilmek adına da elindeki ciltlerin önemini vurguluyor.
Gazetenin figürü Köroğlu, yayının dört-beşinci sayısından sonra birden, dönemin kıyafet devriminden de nasibini alıyor. Atatürk ile birlikte, Afgan Kralı Emanullah eşliğinde bir çizim ile baş sayfada betimlenen Köroğlu, Kral'ın Türkiye ziyareti üzerinden, modernleşmenin bir biçimde bu ülkeye (ve bununla birlikte İran'a) 'ihraç' edildiğinin altını çiziyor. Afganistan'da batılılaşmaya karşı yaşanan isyanın, gazetenin gündemini uzun süre meşgul ettiğini anlatan Erol Köroğlu, yayının, krala da arka çıktığına değiniyor. Gerektiğinde geleneksel kıyafetlerine bürünen Köroğlu'nun, dış siyaset ile ilgili azar meselesi gündemine geldiğinde bu kıyafet eşliğinde dış güçlere hadlerini bildirdiğinden söz ediyor.
Çek asıllı tarihçi, milliyetçilik kuramcısı Miroslav Hroch'un 'orta katman aydınlar' kavramını öne çıkaran Dr. Erol Köroğlu, ilgili gazetedeki 'organik aydın' 'Köroğlu' kimliği üzerinden sıkça yaşadığımız bir soruna da parmak basıyor. Sürekli olarak üst sınıf aydınlara, büyük kaynaklara başvurulduğunu söyleyen Erol Köroğlu, buna örnek olarak Bilal Şimşir'in Türk Harf Devrimi ile ilgili kitaplarındaki Kemalist bakış ve taraflı delillendirmenin verilebileceğini söylüyor.
Bununla birlikte sürekli rejimin yanında durduğu için de, Köroğlu karakterinin Gramsci'ci bir bakışla 'geleneksel aydın' olarak da tanımlanabileceğinden bahsediyor. Tarihin siyah ya da beyaz değil, tarihin gri olduğunu vurgulayan Dr. Erol Köroğlu, sosyal medyada da sıkça görülen bir durumun burada da yaşandığına değiniyor.
Sosyal medyada her ne söyleniyorsa, bunun hep, belli bir tarafta durulduğu sırada anlaşılabildiğine dikkat çeken akademisyen ve yazar, şu sırada ilginç bir döneme girdiğimizi ve bu kaynaklara daha çok ulaşabildiğimizin altını çiziyor.
Daha önce de Gazete Duvar'da okuduğumuz üzere, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nin belli bir dönem basınını dijital olarak kullanıma açtığını ve bunun halihazırda büyük bir imkân olduğunu örnekleyen Dr. Köroğlu, yeni harf devrimi ile birlikte Köroğlu da dahil tüm gazetelerin, okur kaygısı ile ipek çorap, kravat, pantolon gibi promosyonlar sunduğuna da değiniyor. Bu sırada Ankara'da çıkan Hakimiyet-i Milliye gazetesinin rekabet kaygısı olmadığı için daha zorunlu hale gelmeden, tamamen yeni harflerle basıldığına dikkat çeken Dr. Köroğlu, harf devrimini kapsayan bir kaç aylık süre zarfında, sözgelimi İstanbul çıkışlı Cumhuriyet gazetesinin ise, önce bir sayfa ile başlayarak, bu yola gittiğini örnekliyor.
Köroğlu gazetesinin, bir yıl sonraki sayfalarında ise gittikçe standart hale gelmiş bir klişe kullanımı olduğundan bahseden Erol Köroğlu, bununla birlikte kadın vücudunun kullanımının da, pazarlamanın bir parçası olduğunu ve yeni yazıyı öğrenmek uğruna görece taşralı, eğitimsiz okuru cezbedebilmek için, gazeteyi de pazarlamak adına kadın vücudunun araçsallaştırıldığını belirtiyor. Her şeyi bilen, kolayını gösteren bir yaklaşımla basılan Köroğlu gazetesinin, rejimin ifade etmekte zorlanacağı bir çok şeyi bir çırpıda yansıttığını söyleyen Dr. Köroğlu, gazeteyi çok farklı kesimlerden insanların okuduğunun da altını çiziyor.
Yeni yazı ile yazılacak mektuplar için örneklemelerin bulunduğunu, okuru ile organik ilişki içinde olan ama bununla birlikte de ona 'ayar veren' bir mecra olduğunu kaydeden Dr. Köroğlu, gazetenin biçiminin zamanla oturmasıyla, standartlaşmış bir klişe kullanımına yöneldiğini belirtiyor.
Gazetenin, her şeyi bilen ve okura kolayını gösteren bir tavrı olduğundan söz eden Köroğlu, harfin bir görselliği yokmuş gibi düşündüğümüzü, ama işin aslının böyle olmadığını dile getiriyor. Öte yandan gazete kurucusu, yazar Burhan Cahit Morkaya ise, harf devrimi arifesinde yayımladığı yeni romanı 'Harp Dönüşü'nü, bu duruşun tam tersine, Arap harfleri ile yayımlatıyor!
Bu durumu yorumlayan Dr. Köroğlu, 1 Aralık 1928 itibariyle harfler değiştiğinde, Arap alfabesini bilenlerin, okuyacak yeni malzeme bulamayacakları için Morkaya'nın böylesi bir ticarî kurnazlık ettiğine değiniyor. Ama aynı durum, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'unda da dikkat çekiyor ki, bu klasik de 1928'de Arap harfleri ile basılıyor ve yeni harflerle basımı için 1934'ü beklemek gerekiyor. Nitekim, Harf Devrimi ile birlikte dönemin gazeteleri, okurlarının en az %35'ini kaybediyor.
Cehaletin yüksek seviyede olduğu dönemin Osmanlı toplumunda yüzde 10'luk eğitimli kesimde, Fransızca bilenlerin de Yeni Türkçe ile basılan gazeteleri okumakta zorlandığını, Fransızca gazeteleri tercih ettiklerini ve bu geçişin bir anda olmadığını söyleyen Dr. Köroğlu, buna popüler örneklerden biri olarak da, Cumhuriyet önderlerinden İsmet İnönü'yü veriyor ve kendisinin hayatı boyunca Arap harflerini notlarında kullandığına işaret ediyor.
Harf Devrimi'nin, Mustafa Kemal talimatı ile, beklentilerin tersine 15 yıllık bir geçiş dönemi ile değil, üç aylık azami bir sürede gerçekleştirilmesine değinen Dr. Köroğlu, ilgili takvimden söz ederken de, Dünyadaki 1929 çıkışlı ekonomik krizle birlikte artacak devletçiliğe dikkat çekiyor.
Yaşananların aydınlara dönük etkisinin de olumsuz biçimde 1940'lara değin süreceğini söyleyen Erol Köroğlu, gazetede yobazlık meselesinin sürekli olarak gündemde tutulduğuna ve öte yandan düpedüz ırkçılık da yapıldığına değiniyor. Araplarla ilgili bugün Türkiye'de yaşanılan ırkçılığın kökeninin 1930'larda olduğuna dikkat çeken Dr. Köroğlu, zaman içinde, bu ırkçılığın Museviler ve Rum azınlığa da yönelik olduğunu çeşitli çizim ve 'haber'lerde gördüğümüzü vurguluyor. Türkiye'de laikleşme hareketinin parçası olarak Arap ile İslâm'ın birleştirildiğini ve laikleşme hareketini savunmak için Araplar'ın kötü gösterildiğini, buna emsal olarak Arap isyanının da kullanıldığını söyleyen Dr. Köroğlu, eski harflerin, geriliğin ve gericiliğin temsilcisi olarak gösterildiğini aktarıyor. Dr. Erol Köroğlu, bu anlamda, ilgili yayının başlı başına bir sergi değeri taşıdığını belirtiyor.
"Yeni alfabeyi kullanan ve öğrenen insanların giyimlerini, resimlerini görüyoruz. Ama, her haberde de başka şeylerle karşılaşıyoruz. Ayrıca bir de çok önemli gayrımüslim meselesi var," diyen Dr. Köroğlu, Lozan Anlaşması ile, sayısı 200 bine varan İstanbul Rumları ve 70 bin civarındaki Ermeni'nin de 'büyük bir problem' olduğunu söylüyor. Dr. Köroğlu, gazetede onlara dönük aşağılama ve hakaretlerin yer bulduğunu, anti-semitizmin de gazetede yer bulduğunu üzülerek aktarıyor. Ülkeden ayrılan yabancı sermaye ile birlikte iş hacminin daraldığını, bunun da yayında yer bulduğunu öne çıkaran Dr. Köroğlu, alfabe devrimi üzerinden şimdiye kadar gördüğümüzden öte, tam da bu geçiş evresine bakmamızda fayda bulunduğunu, bunun da zenginleştirici bir şey olduğunu söylüyor.
Gazetenin bir yandan ağır, 'cahil cesareti' seviyesinde ve üstelik cehaletle savaş adına son derece eril bir yayın çizgisi izlediğinden, bir yandan da kadınların etek boyları ve makyajlarını kendine mesele edindiğinden söz eden tarihçi ve yazar Dr. Köroğlu, bununla birlikte, aynı gazetede Anadolu'da da kadınların açık gezmeleri uğruna yazı ve resimlerin basıldığını da belirtiyor. Akademisyen yazar, gazeteyi ve yansıttığı Yeni Türkiye'yi şöyle tanımlıyor:
"Türkiye'de devletin özel alanlara nasıl müdahale ettiğini, edeceğini anlatan bir figür de görüyoruz. Kendi istediği toplumu yaratabilmek için fütursuzca müdahale etmesi lâzım. Onun yansımasını burada hem kabul anlamında, hem örnek anlamında görüyoruz. Burada lakaplar haricinde, Anadolu'da Kürt, Çerkez, Laz olduğuna dair tek bir yazı veya haber göremezsiniz. Bu yüzden gazeteye yollanan fotoğraflar da hep belli yerlerden olmuş.
Örneğin Ayvalık, örnek bir kalkınma alanı olarak gösterilmiş ama, zaten orası bir mübadele sonrası bölge. Burada çok büyük sayıda Girit ve Midilli göçmeni bulunuyor. Ayvalık ve ona bağlı Cunda'da, bugün insanlar hala Giritçe dedikleri Yunanca'yı anadil olarak konuşurlar. Bu gazetede fazlalıkların ayıklandığı, Türkçe konuşan, Türk olan bir Anadolu halkı bulunuyor. Bunu görüyoruz. Gençler spor yapıyor, gazete satıyor... Hepsi çok gürbüzler. Öğretmenler var... Harf devrimi için okullar bir ay geç açılıyor, çünkü öğretmenlere de bu alfabenin öğretilmesi söz konusu olmuş. Yani, tam bir millet yaratma, yoğurma, inşa etme çabasını görüyoruz. Biz, bunun yansımalarını fazla düşünmüyoruz. Cunda adasındaki Rumları zorla kovalamışsın, Girit'ten gelenleri oraya zorla yerleştirmişsin... Ankara'da örnek bir köy yapmışsın, oraya da Bulgar muhacirleri yerleşmiş, onu haberleştirmişsin. Büyük ekonomik sıkıntılar var, ama çok fazla yansıtmıyorsun.
Bizim açımızdan, tam bir 'duygu nebulası' var burada. Bugünkü Türkiye'nin baş başa kaldığı sırada şok geçireceği türde, biraz sosyal medyada olanlar gibi bir durum var burada. Büyük milletimiz mi, yoksa rezil bir toplum mu... Bir habere bakıyorsun; 'olmaz böyle şey, bu millet adam olmaz,' diyorsun, sonra başka bir habere bakıp, 'işte biz buyuz' diyorsun... Tam ona benzer bir şeylerin başladığı, herc-ü merç olduğu yerdeyiz. İyi ve kötü olan durumumuzun kökenlerini fark edebilmek açısından imkânlar var burada. Ve, bu imkânlara artık bugün daha fazla ulaşmamız mümkün. Bu münazara anlayışından kurtulmamız için, bu kaynakların sadece tarihçilerin ilgileneceği kaynaklar olmaktan çıkması gerekiyor."
Dr. Erol Köroğlu, bu yayınla ilgili olarak günümüz Türkiye medyasını kıyasladığımızda ne gördüğümüz sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:
"Bu yayın, bugünkü Türk medyası diyebileceğimiz şeye geçişin bir örneği. Şeyh Sait isyanı ve onu izleyen Takrir-i Sükûn kanunu gibi gelişmeler, çok az önce, 1925'te yaşanmış. 1926'daki İzmir Suikasti ardından İttihat'çılar temizlenmiş, ayrıca Şapka devrimi gelmiş. Yeni rejim çok sert şeyler yaparak gazeteleri ve gazetecileri dize getirip, İstiklal mahkemelerinde onlara sürgün ve hapis cezaları vermiş. Matbuatın, gazetelerin, tamamiyle devletle uyumlu çalışmasını sağlamaya yönelmiş. Bu yönüyle Köroğlu gazetesi de böyle bir dönemde 'Yandaş Medya' dediğimiz yönde bir örnek olarak kendini gösteriyor. Bununla birlikte, özellikle daha alt katmana dönük yayıncılığı içeriyor.
Biz nasıl, 1980'lerden itibaren bu tarz gazetelerin gelişimini konuşuyoruz; onları okuyacak bir okur-izleyici kitlesini yaratan yayınlar gibi, burada da belirli bir 'halk' kavramının üretildiğini görüyoruz. Bu gazete üzerinden, rejime bağlı, devletin kendi istediklerini yapabilen, kanunlara uyan, neyi beğenip beğenmeyeceği, nasıl görüneceği belirlenen bir halk inşa edilmekte. Dolayısıyla bu gazete bir yerde, rejimin ikna aracı.
Bu rejimin gerektiği yerde kaba kuvvete yöneleceğini biliyoruz. Ama burada, iknayı nasıl gerçekleştirdiğini görüyoruz. Kaba saba, babayani, paldır küldür bir söylem üzerinden bunu yapıyor ve biz de incelikten yoksun bir halkla karşılaşıyoruz, çünkü böyle bir halk yaratılmak isteniyor. Hadi, Atatürk'ün evini bombalamışlar dediklerinde 6-7 Eylül olaylarında, oradan bugüne kadar gelecek linç kültürünü inşa eden bir durumu görüyoruz. Böyle bir ortamda olduğumuz, tabii ki ne yazık ki gösterilmiyor. 1950'lere kadar kültür sektörünün de bu krizden nasibini aldığını, eski Arap harfleriyle kitap basımının bir 10 sene daha devam ettiğini ayrıca biliyoruz."
Ne içindeymişiz, serginin… 09 Ekim 2022
Yüzünde yüzyılı taşıyan ressam: Lucian Freud 02 Ekim 2022
Komet’i kuyruğundan tutabilmenin cüreti 24 Eylül 2022
Varlık ve hiçlik arasından, Godard’a projeksiyon vakti 18 Eylül 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI