YAZARLAR

Cihatçı yığınlarla baş başa

Gidiş nereye? Hesap nedir? Var mı bir plan? Kuşatma altında kalan askeri nokta sayısı dün 11 oldu. Haber var mı oralardan? Bir koz gibi askerleri ateşin ortasında bırakmak mıdır bütün strateji? Cephe hattı Türkiye sınırlarına doğru daralıyor. Onbinlerce silahlı adamın çekilme alanı kalmadığında gerilim tehlikeli boyutlara ulaşacaktır.

Türkiye’den sahaya intikal eden askeri araç sayısı 2 bin 100’ü, asker sayısı 7 bini buldu. Bunca yığınaktan sonra iki ordu arasındaki ‘kaçak savaş’ doğrudan cephe savaşına dönüşmesin diye son tutucu ilmek Rusya’nın yapacağı jestten ibaret. Bu beklentinin altında stratejik ilişkilerin hatırı var.

Yarın savaş çıkartacakmış gibi "Rejim Soçi Mutabakatı’ndaki sınırlara çekilmezse şubat bitmeden bu işi yaparız" kabilinden gelen tehditleri “Rusya ile ilişkiler etkilenmez” terkibi tamamlıyor.

Hepten tevekkeli; “Ya tutarsa” mantığıyla bir baskı manipülasyonu!

Ya tutmazsa! Ki şimdiye kadar tutmadı. Birkaç ayda Suriye ordusu “Geçilemez” dedikleri Han Şeyhun, Maaret el Numan, Serakıp, Raşidin ve El Eys tepesi dahil 200’ün üzerinde yeri aştı. M-5 otoyolu tamamen açıldı. Hesapta M-5’ten sonra M-4 otoyolunu açmak vardı ama Türkiye’nin müdahaleleri planları değiştirmiş olmalı ki Türk askeri sevkıyatının önünü kesmek için güzergâh değişti. Bir taraftan Türkiye-Suriye sınırındaki Bab el Heva Kapısı’na yönelecek şekilde hedefe Etarib konuldu. Diğer taraftan ordunun Temmuz 2012’de çekildiği Halep’in kuzeybatı kırsalında hızlı bir çöküş yaşandı. Yani Halep dün itibariyle tamamen ordunun kontrolüne girdi. Hangi sıfatı yakıştırırsanız yakıştırın Suriye ordusu buraya yüzlerce cephe ve binden fazla noktada savaşarak geldi. Öldürerek, ölerek! Yıkarak, yıkılarak! Askeriyle milisiyle 150 binin üzerinde kayıp vererek! Bu kadar bedelle gelmiş bir ordunun karşısına iğreti planlamalarla set seçildiğinde durum her türlü senaryoya açık hale geliyor. Bunu herkes görüyor. Yani bel bağlanan Rus sigortası da atabilir…

***

Alan toz duman iken diplomatik cephede her şey iğreti. Savunma Bakanı Hulusi Akar dün parmak salladıkları NATO toplantısında müttefiklerden yardım istedi. Bu talep 56. Münih Güvenlik Konferansı’nda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından tekrarlandı. Baş diplomat bir de ortakları sınava sokmayı denedi: “Müttefiklerimizden bizimle çalışmasını, rejimi durdurmak için azami baskı uygulamasını bekliyoruz. Bu, müttefiklerimiz için kritik bir test.”

Avrupa’dan kimse Rusya ile karşı karşıya gelmek niyetinde değil. Göze alabilselerdi bunu Ukrayna’da yaparlardı. Yani garp cephesinden umut yok. Yüzler somurtuk.

Sonra Çavuşoğlu, Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’la buluştuğunda sadede geliyor: İdlib'deki gerilim Ankara ve Moskova arasındaki ilişkileri etkilemez, S-400 anlaşması dahil!

Fakat atmaya devam ettikleri adımlar her şeyi yakma riskini de taşıyor. Yine de masanın etrafına kurulan iki bakan “Her şey berkemal” dercesine gülüyor. İdlib ateşi böylesi bir yansıma yaratıyor demek ki! Bakan yardımcıları daha temkinli; korku ve ümit arasındalar. Beyn’el havf ve’r reca! Böyle dermiş eskiler.

***

Dedik ya Batılı ortaklar ikircikli, temkinli, güvensiz. Sahadaki ortaklar ise Türkiye’nin hallerinden memnun. Yeni silahlar, zırhlılar, helikopter düşüren roket atarlar. TSK’nin tank ve havanlarıyla fazladan ateş gücü. NATO ‘devrimin’ hizmetinde! Daha ne olsun?

Üstelik aynı dili konuşuyorlar, aynı alıcıya sesleniyorlar.

Erdoğan “Suriye'yi rejimin zulmünden temizlemeden bize huzurla uyumak haramdır” diyor. “Mademki Türkiye'nin güvenliği buradan geçiyor öyleyse ne yapıp edip bunu başaracağız” diye el yükseltiyor. “Rusya'nın kendi halkına düşman bir rejime toprak kazandırma çabası, suni solunumla onun ömrünü uzatma gayretinden başka bir şey değildir. Bir süre sonra suni solunum da işe yaramayacak, rejim tümüyle bir celsede inşallah cesede dönüşecektir" diyerek ömür biçiyor.

Sahanın bir numaralı aktörü Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) lideri Muhammed el Colani ile yapılan röportaja bakıyorum. O da aynı yere vuruyor, aynı damardan yakalıyor. Diyor ki; “Savaşın olumsuz sonuçları ekonomik, siyasi, güvenlik ve hatta askeri açıdan Türk halkına olumsuz yansıyacak. Ruslar asla Türk halkının dostu olmadı. Gelecekte de olmayacaklar. Bu yüzden İdlib’de işgalci Ruslarla savaş Türk halkının doğrudan çıkarınadır. Savaş devrimin lehine sonuçlanırsa bunun Türk halkına da olumlu yansımaları olacaktır.”

Türkiye’ye akıl verip gelecek vaat eden kişi, IŞİD lideri Ebu Bekir el Bağdadi’nin Suriye’ye gönderdiği emirdi. Nusra Cephesi’ni kuran kişiydi. Bağdadi ile arası açıldı. Bu sefer El Kaide lideri Eyman el Zevahiri’ye biat etti. Antakya Operasyon Odası’nda hazırlanan İdlib’i düşürme operasyonunu yürüten Fetih Ordusu’nun en önemli komutanlarından biriydi. Küresel değil 'milli mücahit' ve ‘ılımlı muhalif’ kisvesi için örgütünün adını Heyet Tahrir el Şam diye değiştirdi. Küresel El Kaide ile bağının kalmadığını ilan etti. Yine de terör listesinden çıkmayı başaramadı. Erdoğan, HTŞ’nin ortaklarını Astana sürecine taşıyınca işler değişti. Soçi Mutabakatı’yla elimine edilmesi gereken HTŞ, Türkiye’nin desteklediği grupları süpürüp İdlib’i kendi emirliğine dönüştürdü. Şimdi tekrar 2015 öncesi ‘devrim’ ruhunda buluştular. Hikâye bu kadar net. Sahadaki müttefikin portresi budur. Eksiği var fazlası yok.

“Hayır, Türkiye, Suriye Milli Ordusu’nu destekliyor” diye itirazı basacaklardır. O zaman yanıtı Colani’ye bırakalım:

“Bölgede süren savaşın en az yüzde 75’ini HTŞ yürütüyor. Heyet (HTŞ) direniş ve saldırıların olduğu 10 bölgenin en az 8’inde bulunuyor.”

Savaşı kimlerin yürüttüğünü görmek için kayıp bilançosu da fikir verebilir. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre son savaşta ­ölen militanların dörtte üçü cihatçı örgütlere mensup. Ruslara bakılırsa da Türk askeri desteğinden HTŞ de payını alıyor. Gerçi bunu görmek için Rusların raporlarına da ihtiyacımız yok; bu paylaşım görüntülere de yansıyor.

Elbette başkaları da yok değil. HTŞ’nin yayın organı İBA’ya bakılırsa savunma hatlarında HTŞ ile birlikte Ulusal Özgürlük Cephesi öne çıkıyor. HTŞ’nin sahadan sildiği Nureddin Zengi Hareketi'nden 500 kadar savaşçının MİT’in girişimiyle cepheye döndüğü de söyleniyor. Fakat bu katılım cephenin cihadi-selefi karakterini değiştirmiyor. Türkiye’nin yardımlarıyla operasyonları yürüten Ulusal Özgürlük Cephesi de ‘renk atmış’ cihadi-selefi yapılardan müteşekkil. İçlerinde El Kaide ile ortak geçmişi olanlar da var. Ilımlılık hâlâ belli piyasalarda iş gören kaba bir aldatmaca.

***

Türkiye, Rusya’yı pazarlığa zorlamak için NATO’yu işin içine çekmeye çalışıyor. Rusya’nın öteden beri kaçındığı senaryo Suriye krizinin Türkiye üzerinden NATO ile bir soruna dönüşmesi. Bu, NATO’nun da istemediği bir şey. Bu tür girişimler Rusya ile diyaloğu da gerilim hattına sokuyor. Rus Dışişleri Sözcüsü Mariya Zaharova’nın “Türkiye destek için (beyin ölümü gerçekleşmiş) NATO'ya başvuracaksa bunu iki kez düşünmeli” minvalindeki sözü öylesine söylenmiş bir söz gibi durmuyor.

İdlib’de farklı bir çıkış stratejisi bulunamaz mı? Elbette bulunabilir. Bunun için hâlâ vakit var. Fakat Erdoğan ısrarla savaşı göze alan çıkışlarda bulunuyor. ABD’nin yardım sözüne mi güveniyor? ABD’yi YPG ile birlikte işgalci güç olarak nitelerken İdlib’de güç dengesini değiştirecek bir Amerikan yardımı devreye girebilir mi? Erdoğan-Trump görüşmesinden ne çıktı? Kimse bilmiyor. Yardım gelse bile bundan ne çıkar? Barış mı, istikrar mı? Hayır.

Avrupa’nın tepkisi ise zayıf ve geçiştirmelik.

Erdoğan’ın eski Arap ortakları bu defteri zaten kapattı.

Türkiye’nin kara gün dostluğu yaptığı Katar bile İdlib’den sıvışmışa benziyor.

Karşı tarafta Rusya hava ve koordinasyon gücüyle operasyonun tam içinde. Kesinlikle geri vites sinyali vermiyor.

İran milis güçlerini bir cepheden ötekine sürüyor. Bir sigorta işlevi gören Moskova ile temaslara ağırlık verilirken Ankara-Tahran hattı sanki çalışmıyor.

Gerçekten Erdoğan’ın hesabı ne? Sadece içerideki uğultuyu bastırmak için sınırın altında gürültü çıkarmak mı bütün mesele? Bütün dünya anlamaya çalışıyor da bunlara anlam vermenin mümkünatı yok.

Dizginlenemeyen hevesler ile kifayetsiz siyasi-askeri-diplomatik kapasite arasında gerilip boşalan bir zemberek sanki. Rus-Amerikan mengenesinde kıvranan bir karar alıcı. Çıkış planları olmadan başlatılmış askeri harekâtları nereye bağlayacağını bilemeyen bir saha stratejisi.

Gidiş nereye? Hesap nedir? Var mı bir plan? Kuşatma altında kalan askeri nokta sayısı dün 11 oldu. Haber var mı oralardan? Bir koz gibi askerleri ateşin ortasında bırakmak mıdır bütün strateji?

Cephe hattı Türkiye sınırlarına doğru daralıyor. Onbinlerce silahlı adamın çekilme alanı kalmadığında gerilim tehlikeli boyutlara ulaşacaktır. Kalan alanda HTŞ ve El Kaide’den ortakları daha güçlü. Yani şimdiye kadar kaybedilen yerler Türkiye destekli grupların HTŞ’nin gölgesinde ya da onunla birlikte etkinlik gösterebildiği alanlardı. Geri kalan alanlarda yabancı savaşçı da çok. El Kaide’ye bağlı Huras el Din, Ensar el Tevhid ve Ensar el İslam, Taliban çizgisindeki ‘Türkistan İslam Partisi’, Çeçenlerin Ecnad el Kafkaz’ı, Özbeklerin ‘İmam Buhari Tugayları’, Özbek ve Kırgızların Tevhid ve Cihad Tugayları ve daha başkaları. Sıra Cisr el Şuğur ve Lazkiye kırsalına gelince bu örgütlerin adlarını daha çok duyuyor olacağız.

Bu cephenin destekçileri tarihe bunlarla geçecek.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.