Linç değil alkış gelince yükselen umut
Müziğin dili evrensel zaten ama etnik müzik sevenler için dilin evrensel olmasından öte o tınının, halka ait olması anlam taşır. Hangi dilde olursa olsun hatta caz olsun sıradan insanı yansıtışıyla birleştirir etnik müzik, sevenlerini. Ve bu ülkede yan yana, dip dibe, iç içe yaşarken birbirimizin türkülerini gönül yarası gibi derinden hissederken, duymaktan mahrumuz. Olacak iş değil. TRT Kürtçe kanal açmışken bile yıllardır ulusal radyo ve televizyon kanallarında Kürtçe müziğe yer verilmeyişi tahammülfersa.
Sadece üç gün önceydi. Evet, sadece üç gün önceydi ama bu üç günde dünyanın yıkılmadığını gördük. Ve tam yirmi bir yıl dört gün önce 11 Şubat 1999 günü atılan çatal bıçaklarla, söylenen marşlarla yıkıldığını dünyanın biliyoruz. Fakat bu defa çatal bıçak değil alkışlar hakim oldu stüdyoya, programa. Bu alkışı önemsiyorum. Yirmi bir yılda çatal bıçak fırlatılıp, marşlar söylenerek susturulmak istenen Ahmet Kaya gibi Hayri Kasaç'ın lince uğratılmayışı önemli cidden. Biliyorum koskoca yirmi bir yılda hak ve eşitlik mücadelesi adına onca yaşananlardan sonra bu farklılık çok minicik bir adıma tekabül eder. Bir arpa boyu yol gitmişiz, evet. “Minicik, yirmi saniyelik, annem için” ricalarıyla, “verilen izinle” Kürtçe bir ninni söylenebilmesi, çok yaralayıcı. Yarışmacının izin istemek zorunda kalışına kahrolurken salonun verdiği tepkinin beğeni alkışı oluşuyla ferahlamanın kıymeti hafifsenemez.
Ayşe öğretmeni hatırlayarak, dilimi ısırmıyor da değilim bunları yazarken. Beyaz Show stüdyosundan da alkışlar yükselmişti, hatırlanacağı gibi. Orada Kürtçe konuşulmasa da Kürt illerindeki terörle mücadele adıyla gerçekleştirilen zulme dikkat çekmişti. Önce “çocuklar ölmesin” diyen Ayşe öğretmen stüdyodan alkış almıştı malum. Sözleri bittikten sonra söylediklerinin önemini vurgulayarak tekraren alkışlatan Beyaz, sonra farklı şeyler söyledi, bilindiği gibi. Ardından, suçlanma, yargılanma, hüküm giyme ve bebeğiyle cezaevi günleriydi, stüdyonun alkışladığı Ayşe öğretmenin payına düşen. Sadece dört yıl önce üç-beş dakikalık izleyici bağlantısında söyledikleri nedeniyle Ayşe öğretmenin suçlu ilan edilişi. İktidar aynı, bakan aynıyken endişe de kaçınılmaz kuşkusuz. Yirmi saniyelik ninnide, kamu güvenliği riski keşfetme potansiyeline sahip güvenlik bürokrasisine de sahibiz. Ama işte üç gün geçip kıyamet kopmadı ya umutlar yine yeşeriverdi bende. Hazır bahar geliyorken, cemreler yaklaşmışken kanallarda Kürtçe müzik, türkü duysak. Ahmet Kaya’dan yirmi bir yıl sonra gelen bu alkışlar müziğin dilinde buluşmanın ayak sesi olsa keşke. Yine de alkışları önemsiyorum derken içimden geçenler böyle işte.
Hayri Kasaç'ın sesi ve o ninninin hissettirdikleri var ilaveten. Sosyal medyayı dalgalandırdığı zaman haberdar olup izlediğim bu ninni beni alıp yıllar öncesine götürdü. Demokrasi eksenli bir sivil toplum çalışması nedeniyle gittiğim Mardin’de bir bara girişimi hatırladım. Akşam vakit iyice ilerlemiş, geceye dönmüştü ama bizim otele gidesimiz yoktu. Caddeyi arşınlayarak çay içebileceğimiz bir mekan ararken kaldırıma taşan sesle büyülendiğimizi hatırlıyorum. Hemen girdik. Müzik şahaneydi, ses öyle ve çayı müzik ziyafetiyle içme ihtimali. Malum cehaletim nedeniyle girdiğimiz yerin bar olduğunu anlamak biraz zamanımı almıştı. Loş ışıkta insanların yüzünü seçemesek de bütün gözlerin üzerimize çevrilişi görülmeyecek gibi değildi. İki başörtülü kadın, gecenin bi vaktinde daldı içeriye, haksız değiller. Ama işte ben küçük şehir insanı, geç vakit kadınların dışarıda olmasına şaşırıyor gibi anlamlar yükleyip, önemsemiyorum. Ve garsonun bizi uzak kuytu bir masaya götürmek isterken itirazımıza şaşırması bile yetmemişti anlamama. Neyse sanatçılara yakın bir masaya oturup acele çay isteyince anladık. Çay yoktu. Oranın bar olması değil de çayın olmayışıydı sorunumuz ama müzik de bırakılıp gidesi değildi. Biz de müziği suyumuza banarak ziyafeti afiyetle indirmiştik ruhumuza. Hayri Kasaç’ın sesi o akşam mest olduğumuz sesi hatırlattı. Gerçi arkadaşım Serap ki bu konuda bana göre otorite sayılır, “hayır aynı ses değil” dedi ama hayli benzerlik var Hayri Kasaç’ın sesi ve yorumuyla. Hani türkülerde ve türkücülerde hemen fark edilen Urfa tınısı gibi bir de Mardin tınısı olabilir, dedirten cinsten benzerlik. Emin değilim tabi, bilmiyorum. Bilmiyorum, çoğunluk bilmiyoruz çünkü duymuyoruz. Yarışmacının söylediği ninni alkışlanınca “toplumun geneli sıkça duysa, duyabilse ne çok sevecek, Kürtçe türküleri” dedirtti işte.
Müziğin dili evrensel zaten ama etnik müzik sevenler için dilin evrensel olmasından öte o tınının, halka ait olması anlam taşır. Hangi dilde olursa olsun hatta caz olsun sıradan insanı yansıtışıyla birleştirir etnik müzik, sevenlerini. Ve bu ülkede yan yana, dip dibe, iç içe yaşarken birbirimizin türkülerini gönül yarası gibi derinden hissederken, duymaktan mahrumuz. Olacak iş değil. TRT Kürtçe kanal açmışken bile yıllardır ulusal radyo ve televizyon kanallarında Kürtçe müziğe yer verilmeyişi tahammülfersa. Umarım o yirmi saniye milat olur.
İzlemek isteyenler için o yirmi saniye şuracıkta: