YAZARLAR

İdlib ne yana düşer, Halep ne yana?

Maceracı politikaların artık durulmasını beklerken tam tersi gelişmeler yaşanmasına yol açan birçok neden bulunabilir ama bunların başında iç politikayla dış politika arasındaki ayrımı kaldıran tutumun geldiği açık. Dış politika, içerideki beka çizgisini besleyen bitmek bilmez bir memba olarak görüldükçe bu tutumdan vazgeçilmesi sadece hayal gücünün konusu olabiliyor.

Türkiye'nin, Suriye macerasının sonuna yaklaştıkça, tercihleri de radikalleşiyor. 2011 krizinden bu yana Suriye’de sadece rejimle değil bütün aktörlerle bir çatışmaya girmekten kaçınan ülke, neden tam da yolun sonuna gelindiği anda savaş lafını telaffuz eder ki?

Anlaşılan iktidar, gerek içeride gerekse dışarıda yüzleşmesi oldukça zor seçeneklerle karşı karşıya ve bu seçenekler, ülkenin içinde bulunduğu açmazı derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Aynı anda hem Suriye muhalefetini organize etmek hem Rusya ile ilişkilerini belirli bir düzeyde tutmak; bir taraftan Suriye rejimini tanımaya yanaşmazken diğer taraftan rejimin istihbarat yetkilileriyle görüşmek; rejimin YPG bölgelerinde nüfuz sahibi olmasını isterken diğer alanlarda muhalifler karşısında elinin zayıflamasını arzu etmek şeklinde tecelli eden bir açmaz bu. Türkiye strateji üretemediği gibi rüzgarın önündeki yaprak gibi bir o yana bir bu yana savruluyor.

ABD ve Rusya karşısındaki tutumu da en az rejime ilişkin politikalarındaki kadar zikzaklarla dolu.

Bu kadar açmazı içinde barındıran bir dış politikanın bu zıtlıkların birbirini etkisizleştirmesinin de ötesinde sahaya çelişkili politikalar şeklinde yansıması da kaçınılmaz. Gömleğin düğmesini en başından yanlış iliklemesi nedeniyle bir yerde Türkiye’nin eli mecbur boyun eğdiği bu zıtlıklar, aynı zamanda sık sık politik savrulmalara de neden oluyor. Bu savrulmaların sonucu olarak ABD ve diğer Batılı ülkelerle Suriye’deki mevcut rejimi devirmek için planlar yapan Türkiye, birden bire kendisini Suriye’de değerli yalnızlığın manevi tadını tek başına çıkarırken bulabiliyor. Bu yalnızlığın aslında o kadar da değerli olmadığını anladığında, bu kez kendisiyle iş tutabileceği yeni bir uluslararası ya da yerel aktör arayışına giriyor.

Gömleğin en başından yanlış iliklenmesi aslında biraz fazla cesur hatta maceracı politikalarla ilgili. Elbette hiçbir ülke, uluslararası bir aktörün garanti ve vaatleri olmadan, sırf bir takım hayallerini gerçekleştirebilmek için böylesine riskli bir maceraya girmez. Hele hele dış politikasını başından beri ihtiyatlı bir zemin üzerine kuran ve diplomatlarını da bu anlayış doğrultusunda yetiştiren bir ülkenin teamüllerini, geleneklerini ve alışkanlıklarını bir anda kenara bırakıp maceradan maceraya savrulması aslında mümkün ya da mantıklı değil. Mutlaka bir takım mahfillerin teşviki olmalı.

Maceracı politikaların artık durulmasını beklerken tam tersi gelişmeler yaşanmasına yol açan birçok neden bulunabilir ama bunların başında iç politikayla dış politika arasındaki ayrımı kaldıran tutumun geldiği açık. Dış politika, içerideki beka çizgisini besleyen bitmek bilmez bir memba olarak görüldükçe bu tutumdan vazgeçilmesi sadece hayal gücünün konusu olabiliyor. Eski müttefikten umut kesildiğinde yeni aktöre onun aklında bile geçirmediği roller yüklenirken Türkiye’nin bölgedeki eski büyük günlerine kavuşacağı yönündeki hülyalar da yeniden depreşiyor. Halbuki tecrübe dediğin, bir delikten iki kez sokulmamaktır. Heyhat, kendi iç dünyasında kurduğu jeopolitik vehimlerle, takıntılı küresel bir güç olma hayalini "photoshop" hileleriyle manipüle ederek sürekli kendisini gaza getiren bir ülke, aslında vatandaşı olunmasa yaşanması çok zevkli bir ülke bile olabilir.

Türkiye’nin kabul etmekte zorlandığı sorunların bir başka yan etkisi de var: Müttefik olduğunu düşündüğü ülkelerle arasında güvene dayalı bir ilişki inşa edememek, hatta tekinsiz bir ülke olarak damgalanmak. Rusya ile beş yıldır yaşanan bahar havasının, yerini birdenbire kötümser bir havaya bırakması, uzun vadeli herhangi bir stratejinin yokluğuyla açıklanabilir elbette ama daha da ötesi, içinde bulunduğu çaresizliktir.

Zira kurumsallığın yerine şahsiliğin, liyakatin yerine sadakatin geçtiği yerde bürokrasi inşa edilemez; ağırbaşlı, oturaklı bir bürokrasisi (hariciyesi) olmayan bir ülkenin de sahadaki gelişmeleri ölçüp tartabilmesine imkan tanıyan, kendi gücüyle mütenasip bir strateji geliştirmesi de ketlenmiş demektir.


İslam Özkan Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.