Türkiye bir arada eğlenmeyi öğrenirken...
Cümle afili olacak ama başka türlü kuramadım: Bir arada eğlenmek eğlenceli olduğu kadar devrimci de bir harekettir. Size sunulmuş hayatın dışına bir penceredir. Birbirini tanımayan insanlar arasında olanı makbuldür. Tesadüfen olanı ise tadından yenmez.
Metro yeni açılmıştı. Keşif turu atıyordum. Kendimi pek bir Avrupai hissettim. Gayrettepe durağında yürüyen merdivenle yükselirken ben de yükselmiş, ellerimi çırpıp, aşağıdaki kalabalığa “Hoşçakalın güzel insanlar” diye seslenmiştim. El çırpmamla herkes bakmış, sesimle panik yaşamışlardı. Kafalarını nasıl çevireceklerini bilemediler. Nereye bakacaklarını şaşırdılar. Bu kadar gerginlik yapacak ne vardı? Gül geç işte. Yahut cevap ver. Aynı saçma hareketi Bodrum’da yapsam, gülerlerdi. Londra’da yapsam iştirak ederlerdi. BarSelona’da yapsam küçük bir partiye dönme olasılığı vardı. İstanbul’da paniğe yol açıyor. İnsan eğlenmekten, içine gömüldüğü güvenli sıkıntısından kafayı kaldırmaktan bu kadar korkar mı? (Bir başka keresinde İstiklal Caddesi boyunca elime taktığım kancayla yürüyüp Beyoğlu’yu paniğe sevk etmişliğim vardır. O daha acayipti. Şuradan bakabilirsiniz.)
Mutsuzluk maalesef mutluluk kadar bulaşıcı. Yıllar süren mutsuz, rutin bir tür tutuculuk oluşturuyor sanırım. Bu, işin hazin tarafı. Bir de sürekli mızıldanıp, sürekli yandık bittik deyip komplo teorilerine aşkla bağlı kesim var. Bunlar, çevrelerinin enerjilerini tüketmekle kalmayıp eğlenen insanlara da laf ediyorlar. Kimseyi konuşturmayıp herkes mızıldanarak yaşasın istiyorlar. Belediye otobüsünde eğlenen gençler klişesi var misal. Bağıra bağıra cep telefonuyla konuşan nezaketsizi kimse uyarmaz. Ama eğlenen gençlere bir ayar illa verilir.
Halbuki bu ülkenin kültüründe bir arada eğlenmek önemli bir tutuyor. Mutsuz kalmaya yemin etmiş tutucu birileri yüzünden maalesef bir arada eğlenme kültürü bir türlü muasır medeniyetler seviyesine çıkamıyor. Henüz.
Potansiyel yok mu? Feriştahı var. Yeter ki akacak mecra bulsun. Bakınız Gezi.
Cümle afili olacak ama başka türlü kuramadım: Bir arada eğlenmek eğlenceli olduğu kadar devrimci de bir harekettir. Size sunulmuş hayatın dışına bir penceredir. Birbirini tanımayan insanlar arasında olanı makbuldür. Tesadüfen olanı ise tadından yenmez.
Beraber eğlenme olayının fahri sponsoru sokaklar, enstrümanı da müziktir tabii. Dünyanın her yerinde beraber eğlenmek için sokaktaki festivaller ve düğünler, kutlamalar eşsiz fırsatlardır. Türkiye’de maalesef festival yöresel sebze satışını arttırma enstrümanı olarak denenir, düğünler ise plastik sandalye-piyanist şantör ikilisine teslimdir.
Umudumuz sokak müziğidir. Sokak müziği haysiyetli bir para kazanma ve gezme biçimi, çok önemli bir sanat formu, endüstriyel müziğe bir karşı çıkıştır.
...
Şehir hayatı birbirinden çok farklı insanların çok farklı çıkarların, zevkler, renkler ve kültürlerin bir arada yaşaması demektir. Sokaklar herkesin farklı, herkesin eşit olduğu yerlerdir. Onun için güzeldir zaten. Bu yüzden şehir sokaklarını, parklarını, bahçelerini, toplu taşım araçlarını sahne olarak, geçim kapısı olarak kullanmak ciddi bir iştir.
Sokak müziği sokak bulunduğundan beri vardır. Sokak müziği sanattır. İyi sokak müziği iyi sanattır. Blues sözlerinde neden bu kadar çok itlik serserilik ve tren vardır sanıyorsunuz? Blues temelde bir sokak müziğidir. Grateful Dead, Jefferson Airplane, BB King yahut Jimi Hendrix nereden çıktı sanıyorsunuz? Siya Siyabend gibi memleketin en orijinal gruplarından birisi sokaktan çıkmadır.
Üstelik sanıldığı gibi sokak müziği Kadıköy’e özgü bir şey değildir. Abdallar, Muharrem Ertaş, Hacı Taşan da bir çeşit sokak müzisyenidir, sokakta çalan Çingeneler, laternacılar da Madam Anahit de. Dengbêjlik de bir çeşit sokak müziğidir.
...
Ben, (Ertuğrul Çoruk başta olmak üzere) müzisyen arkadaşlarım sayesinde epey sokak müziğine yancılık yaptım. Yalandan perküsyonlar çalıp şapkaya para topladım. Dünyanın dört bir yanında. Sadece bununla geçinerek gezginlik (avarelik/hobo’luk) ettiğim vakitler oldu. Harikulade vakitlerdi.
Ertuğrul’un bir kahramanlık rutini vardı. Az kazanan sokak müzisyenlerine koltuk çıkardı. Saksafonuyla eşlik ederdi. Büyücü gibi çaldığı için ortamı bir anda parti ortamına çevirir, ortama enerji, şapkaya para enjekte ettikten sonra beraber kazanılan paraya elini değmeden yoluna devam ederdi. Arkasında minnet dolu bakışlarla. Böyle bir kolektif haz olabilir mi?
Üstelik sokak müziğinde öyle bir büyü var ki, eğlenmemeye yemin etmiş tipler bile iyi bir sokak müziği karşısında gevşeyebilir.
Çok şükür Türkiye’de de, en azından belli mıntıkalarda epeydir şahane sokak müziği yapılıyor. İstiklal Caddesi zaman zaman Barselona La Rambla’dan farksız bir hale geliyor. Allah sokağımızı güzelleştiren herkesten razı olsun. Umudumuz onlarda ve onlarla beraber eğlenenlerde.
Ama şunu da beş yüz kere tekrarlamakta fayda var. Müzik kutsal değildir. Bir kere müzik opsiyonel olmalıdır. Mükemmel bir müzik bile seçmeli olmadığı zamanlarda işkenceye dönüşebilir. Hele sokak müziği “bangır bangır” ve mesai gibi olmuşsa...
Körler sokak tavernası modası vardı önceden. Çok şükür azaldı. Hatta ben bitti sanıyordum, sosyal medyadan öğrendim ki devam ediyormuş. Beşinci sınıf bir vokal, beşinci sınıf bir klavye, repertuvar. Ama beğenmemek ayıptı. Çünkü körlerdi. Ben tanıdığım bütün körlere sordum. Hiç sevenine rastlamadım.
O da sokak müziği. Ama bu kadar bir örnek yayılmış halde ve bu kadar yüksek sesle ve bu kadar kalitesiz oldu mu daha çok işkence tabii.
Müzikle beklenmedik karşılaşmalar mükemmeldir. Ama müzik her durumda opsiyoneldir. Ya bilet alıp gider seyredersiniz, ya radyoyu açar dinlersiniz yahut yolda geçerken duyup durur dinlersiniz. Müziğe maruz kalırsanız o işkencedir. Çok komik bir tüvit görmüştüm: “Müzik gerçekten de insanı bir yerden başka bir yere götürüyor. Bulunduğum yerde Sinan Akçıl çalıyor mesela. Ben de kalkıp başka yere gidiyorum.”
Bu kadar basit. Müziği beğenmiyorsanız gidersiniz. Konserse çıkarsınız. Radyoysa kanal değiştirirsiniz, kapatırsınız. Ama ya bir vapurdaysanız? Yorgun argın oturduysanız. Ve tam karşınıza birisi geçip amfisini takıp bağıra bağıra türkü bar programına başlamışsa?
Bunun adı tacizdir. Muhakkak beğenenler de vardır o esnada. Belki bir esnada ben de beğenirim. Ama bunun adı her durumda tacizdir. Birilerinin eziyeti üzerine eğlence bina edilmez.
Google’da sokak müziği araması yapayım dedim. Sokak müziği amfi, sokak müziği amfi fiyatları gibi öneriler çıktı. Belli ki sokak müziği ile amfi bölünmez bir bütünlük içine girmek üzereler...
Keza metro istasyonları. Başlarda ne güzeldi. Akustik enstrümanlarla nefis müzik olurdu. Şimdi hepsinin önünde bir amfi, zaten yankılı ortam… Bir yığın insanın bir an önce geçip kurtulabilmek için adımları hızlandırdığı görünüyor. Ha, hep böyle mi oluyor? Hayır elbette. Bazen benim de çok hoşuma gidiyor amfiye rağmen. Konu bu değil.
“Ama şarkı güzel” olayı var bir de. Konu bu da değil. Şarkının güzel olması yahut güzel çalınması hiçbir şeyi değiştirmeyebilir. Seyretmek için sabahlara kadar kuyruk bekleyip servet ödediğin bir müzik başkasının işkencesi olabilir. Bakın şuradan CIA’nin işkencede kullandığı 11 şarkıya ulaşabilirsiniz. Gördüğünüz gibi aralarında Ajdar filan yok. Queen filan var.
Peki ben ne söyledim şimdi? Sokakta müzik yapılsın ama sadece iyi yapılsın mı dedim? İyi de iyi ne? Ben Ertuğrul’la yapınca iyi, Ahmet efendi vapurda yapınca kötü mü? Elbette hayır.
Sokak müziğinden talebim iyilik güzellik değil. Nezaket ve titizlik. İyilik güzellik tartışılabilir. Ama nezaket ve titizlik hepimize lazım. O olunca iyilik güzellik zaten gelir.
…..
Not: 25 yıllık arkadaşım, Türkiye’de rock hayatının öncü ismi, yayıncı, gazeteci, yazar, DJ, güzel insan, “Baron” Çağlan Tekil maalesef kritik durumda. Cumartesi bir beyin kanaması geçirdi ve ameliyat sonrasından beri yoğun bakımda uyuyor. Çağlan hayatı boyunca iyilikten başka bir şey yapmamış çok özel birisi. Hayatını insan biriktirerek sürdürdü. Şimdi de bütün o insanların aklı onda. Bu kadar fazla insanın pozitif enerjisi ona ulaşıyordur umarım. Son zamanlarda 3 arkadaşım 3 mucize yaşadı. Dördüncüyü Çağlan’dan bekliyorum. Hadi aslanım.