Kaçak savaştan kaçırılan cenazelere
“Birkaç” ve “tane”... İstismar siyaseti en usta olduğu bir alanda bile inceliğini yitiriyor. Üstelik Erdoğan ifadesinin devamında Libya’da uluslararası hukuk karşısında Türkiye’yi suçlu durumuna sokacak başka bir gerçeği de artık izlemiyor: “Suriye Milli Ordusu'ndan ekiplerimizle beraber oradayız.”
Siyasetin çağrısı “Bir tek insanımız ölmesin” değil, aksine “Şehitler tepesi inşallah boş kalmayacak.”
Ölüm vaat eden bir strateji.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bunu tekrarlaması Libya ve Suriye’de kararlılığın, daha doğrusu gözü kararmışlığın bir ifadesi. Fakat gelen cenazelerin halktaki karşılığından tam emin olamadılar ki Libya’daki kayıpları sessizce gömüyorlar. Halktan kaçırma, ölen subayın devre arkadaşlarının feveranıyla ortaya çıkıyor. Bunun üzerine gelen itiraf da fecaat arz ediyor: “Birkaç tane şehidimiz var.”
“Birkaç” ve “tane”… İstismar siyaseti en usta olduğu bir alanda bile inceliğini yitiriyor. (Libya Ulusal Ordusu’nun iddiasına göre kaybedilen asker sayısı 16. Ve 100 kadar da Suriyeli milis.)
Üstelik Erdoğan ifadesinin devamında Libya’da uluslararası hukuk karşısında Türkiye’yi suçlu durumuna sokacak başka bir gerçeği de artık izlemiyor:
“Suriye Milli Ordusu'ndan ekiplerimizle beraber oradayız.”
Birkaç asker ölürse iler tutar tarafı kalmamış Suriye ve Libya siyaseti tutunacak bir gerekçe bulur, içeride iktidara imanı pörsümeye başlayan kitleler güdülenir, muhalif sesler susturulur, karşı tarafta Rusya geri ittirilir, beri tarafta NATO’nun desteği alınır! Duygusuzca! Ve de ahmakça!
***
İdlib, iktidarda domino sendromu uyandırmışa benziyor. Burada oyunu kaybederse savaşa yaptığı yatırımın semerelerini toplayamadan perde inecek. İdlib kavgasını Libya ve Doğu Akdeniz’deki hesaplarla bağlantılı hale getirmeleri toptan çöküş korkusunu gösteriyor. İdlib kayıp algısında ‘gulyabani’ ‘gölge’ etkisi yaratıyor.
Ankara gazetecilerine sufle veren saray erbabı İdlib’de aklını yitiren siyaseti şuraya bağlamış:
“İdlib’de atacağımız bir geri adım, Libya başta olmak üzere diğer alanlarda da geri adım atacağımız anlamını doğurur; Suriye sahasındaki diğer alanlarda rejim için talepte bulunma kolaylığını yaratır.”
Suriye’de başarı şansı olmayan bir gidişata son vermek yerine bataklığı Libya’da başka bir yanlışla büyüten Erdoğan, İdlib’i kendisi için bir Pirus Savaşı’na dönüştürüyor.
Tüm dünyaya ilan ettiği net bir takvim var: “1 Mart’a kadar Suriye ordusu 12 Türk askeri gözlem noktasının gerisine çekilmezse Türkiye zor kullanacak.”
Takvimde 5 yaprak kalmış.
Bu ihtarın hayata geçirilmesi sahadaki yeni tablo, bu tabloyu oluşturan Suriye, Rusya ve İran’ın kararlı tutum ve Türkiye’nin müttefiklerinden gelen ikircikli yaklaşım dikkate alındığında tam teşekküllü bir savaşı gerektiriyor. Erdoğan da sonunda İdlib’de olup bitenin adını ‘savaş’ olarak koydu. Fakat en azından hava sahasının Türk uçaklarına açık olmadığı bir savaşın hedefe götürmeyeceği, bunda ısrar etmenin çok fazla kayıp anlamına geleceği aşikâr. “Rusya bir kenarı çekilsin de ben bir savaşayım” diyen bir mantıkla gidiyorlar. Suriye ordusu 15 yerde Türk askerini kuşatma altında bırakacak şekilde M-5 otoyolunu açınca Türkiye de geçen hafta Suriye Ulusal Ordusu, Ulusal Özgürlük Cephesi ve Heyet Tahrir el Şam gibi ortaklarıyla bir püskürtme hamlesine kalkıştı. Önceki iki saldırıdan farklı olarak bu kez Türk askerine nokta atışıyla yanıt veren Rusya oldu. Çatışmanın boyut değiştireceğine dair bir mesajdı.
***
Bu minvalde bir tırmanışın çok kötü yerlere gideceği bir kez daha görüldü. O yüzden masada harita pazarlığı için tüm kanallar zorlanıyor. Erdoğan, Almanya ve Fransa liderlerinin dahliyle yapılması öngörülen dörtlü zirveyle Rus lider Vladimir Putin’in bileğini azcık bükecek bir ağırlık kazanmak istiyor. Erdoğan zirvenin 5 Mart’a İstanbul’da olacağını söyledi ama Kremlin “Müzakereler sürüyor” diyor. Birkaç hamleye rağmen sahada durumu tersine çeviremeyen Erdoğan, 6 Mart’ta Astana ortaklarıyla yapacağı toplantıya elini güçlendirerek gitmeyi umuyor. O zamana kadar fiili haritanın nereye ‘mim’ atacağını da bilmiyoruz.
Bu süreçte karşılıklı olarak demiri biraz soğutma ihtiyacı sahaya da yansımıyor değil. Suriye ordusu, Türkiye’nin Afrin’in altından İdlib kent merkezine inecek şekilde oluşturduğu bariyeri zorlamak yerine operasyonu İdlib’in güneydoğusuna kaydırdı. Böylece M-5’in ardından M-4 otoyolunun açılmasını öngören orijinal plana dönüldü. Malum bu yolların açılması Türkiye’nin Soçi Mutabakatı ile verdiği taahhütlerin başında geliyor.
Müzakere öne çıkarken de Türkiye’nin pozisyonunu tahkim etme arayışı sürüyor. ABD’den istenilen Patriot bataryaları gelirse bunların Hatay’a yerleştirilebileceği, Rusya ve Suriye uçaklarının bu şekilde engelleneceği, Rusya’nın karşılık vermesi halinde Montrö Sözleşmesi’nin 20 ve 21’inci maddelerini işletilip Rus gemilerinin boğazlardan geçirilmeyeceği, Türkiye hava sahasının Rus uçaklarına kapatılacağı gibi senaryolar iştahla servis ediliyor. Hayatta dayak yememiş adamın kıyamet senaryoları. Elbette her bir adımın Rusya tarafında karşılığı var. Yokmuş gibi davranmaları işlerine geliyor. Gerçek, uygulanabilir, giriş ve çıkış için yol haritaları olan, iyi düşünülmüş bir stratejiden söz edilemez. Bunun olmadığı, beyanatlara çarpıcı şekilde yansıyor. Mesela Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Suriye hava sahasını kontrol eden Rusya’nın çıkaracağı zorlukların nasıl aşılacağı sorusuna tuhaf bir naiflikle “Rusya'nın bu konuda karışmaması ile aşılır" yanıtını veriyor. Yani bir savaş çıkmayacaksa bu ancak Rusların inayeti sayesinde olacak!
Ruslar sanki bu savaşı yürüten ana aktör değil! “Türk Akımı’nda ortak olduk, Akkuyu Nükleer Santrali’ni Ruslara verdik, NATO’ya nanik yapıp S-400 aldık, bunların hiç mi hatırı yok” der gibiler. Bunların hatırı domateste bile geçmiyor!
Yani Akar, Suriye hava sahasını kullanıp Suriye ordusunu vurmak için Rusya’ya “Sistemi kapat” ricasında bulunuyor. “Müsaade edersen seni Suriye’de yenilgiye uğratacağım!”
Buna yanıt Şam’dan veriliyor. Genelkurmay Başkanlığı, Suriye hava sahasına girecek her hangi bir yabancı cismin vurulacağını açıklıyor. Bu, Rusya ile konuşulmadan yapılacak bir açıklama değil.
***
Savaş borusu ötüp dursa da “1 Mart’a kadar rejim çekilmezse gereğini yapacağız” ihtarından her halükarda geriye düşüş var. Saray’ın İletişim Başkanlığı’na göre Erdoğan, 21 Şubat’ta telefonda Putin’e “Rejimin dizginlenmesi şart” dedi. Ne ala! Rusya’yı kim dizginleyecek?
Kremlin’e göre ise görüşmede Putin terör tehdidinin bertaraf edilmesinin önemine, Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne vurgu yaptı. Maalesef üç vurgunun da muhatabı Türkiye. Üçü de Erdoğan’ın Astana bildirilerinde altına imza attığı şey. Erdoğan Afrin, El Bab, Cerablus, Azez, Ras’ul Ayn ve Tel Ebyad gibi geri kalan parçalarda kontrolü koruyup Suriye’ye dayatmalarda bulunabilmek için El Kaide ve türevlerinin üslendiği İdlib’deki statükonun korunmasını çare olarak görüyor. Burayı bir ön cephe olarak kurguluyor. Bunun için de Soçi Mutabakatı’na metinden kopuk anlamlar yüklüyor.
Ne var ki harita iki ayda çok dramatik bir şekilde değişti ve Suriye ordusunu Suriye’nin kentlerinden geriye itmek mevcut güç dengeleriyle mümkün gözükmüyor.
Ruslar en kötü senaryoyu bertaraf etme adına yeni bir haritayla Türkiye’yi sınırlandırmaktan yana. Bunu Adana Anlaşması’na dayandırılan 5 kilometrelik güvenlik alanını genişleterek yapmayı öneriyorlar. Rus kaynaklara göre önerilen haritanın derinliği 15 kilometreyi bulabilir. Sığınmacılar için bu alanda geçici barınma imkanı olabilir. Ankara’nın tenezzül etmediği bir harita. Görünüşte hiç esnemiyor. Ancak “İşte Halep işte arşın” misali sahadaki çıkmaz karşısında, Türk askerinin şu anda bulunduğu 20-35 kilometre derinliğinde yeni bir hattın pazarlığını yapıyor olabilir. Hava sahasının kullanılamadığı ama sınırdan obüs toplarının etkili olabildiği bir menzil. Başka bir senaryo; Erdoğan’ın İdlib’de kalan bölgede kontrolün Türk ordusuna geçeceği bir statü için bastırdığı yönünde. Bu, Afrin’de olanın İdlib’de tekrar edilmesi anlamına geliyor. Moskova’nın yol haritası bu seçeneğe de kapalı.
Her ne ise üzerinde uzlaşılacak şu ya da bu haritanın geçici olacağını peşinen kabullenmeleri gerekiyor. Rus ruletini Türk tabancasıyla oynamanın Türkiye’yi getirdiği çıkmaz bu. Türkiye’nin kalan son itibarını da bahse yatırdılar. Bir tarafta kumar, diğer tarafta kaçırılan cenazeler. Bu yönde ısrar çöküş sahnesinin tekrar tekrar çekilmesi anlamına geliyor.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Açılımda Kandil ve Suriye yok! Peki sahada olan ne? 31 Ekim 2024
Fars’ın stratejik aklı ne diyor; ‘Vur’ mu, ‘Dur’ mu? 28 Ekim 2024
Öcalan sahneye neden davet edildi? Ne tür oyunlar dönüyor? 24 Ekim 2024
Kelle koparma ya da ateşkes 21 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI