YAZARLAR

'Birkaç tane şehit' bahsi üzerine

Eğer Erdoğan M4 karayolunun denetimini Esat’a ve TSK gözlem noktalarını da yerinde bırakarak sınıra 15 km. uzaklıkta bir dilime çekilmeyi zemin alan bir uzlaşıya yanaşmayacaksa, ki yanaşacağına dair en ufak bir belirti yok, savaş kaçınılmaz görünüyor.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “birkaç tane şehit” ve o bağlamda “yönetici kahraman askerlerimiz ve Suriye Milli Ordusu'ndan (SMO) ekiplerimiz” ifadeleri çok tartışıldı. Tartışılması en hafif tabirle gayet doğal. Ancak bu tartışmanın doğal olduğu denli siyaseten yararlı, ufuk açan bir yola girmesini sağlamaya çalışmak da bizlerin ve her renkten muhalefetin ödevi.

Muhalif çoğunluk Erdoğan’ın ifadelerinin kültürel yönü üzerinde durdu. İnsandan, yurttaştan “tane” diye söz edilmesi, can kaybı sayısına tam olarak hâkim olunmadığı izlenimi veren muğlaklık (“birkaç”). Değerli büyüğümüz Aydın Engin gibi kimileri askerlerimizin Libya İç Savaşı’nın Trablus kanadında “neyi yönettiğini” de sorguladı ki, bence konunun önemli tarafı orası. Ve devamında, SMO’nun ne zamandan beri “ekiplerimiz” olduğunu, ki ikinci önemli boyut da bu bence.

Bilgiçlik taslamak olacak belki ama cumhurbaşkanının son zamanlardaki “lejyoner” takıntısını da ben ekleyebilirim. Hangi metin yazarı danışman bu terimi Erdoğan’ın dağarcığına iliştirdi bilemiyorum, yanlış yaptığını düşünüyorum. Akıllarınca “Fransa’ya da bilinçaltı buradan çakarız” dedilerse onu bilemem. Kısaca “légionnaire” ile “mercenaire” (yahut geçen gün bir filmde kulağıma çalınan anlamlı İspanyolcası ile “pistollero”) çok farklı. Fransa’nın “Yabancılar Lejyonu” günümüzde seçkin bir birlik.

Esasen “mefhum-u muhalifinden” gelirsek, SMO ve benzerlerinden bugün Libya’da yarın başka yerlerde yararlanılacaksa “Yabancılar Lejyonu” üzerinde çalışılabilecek, geçerli bir model de olabilir. İşte mesele de burada. Bir model belirleyip üzerinde çalışmak, bir strateji belirleyip uygulamak. Eğer ulusal haberalma örgütünüzün “eylem” kolu üzerinden sınırötesi hatta denizaşırı bir operasyon yürütüyorsanız, bunun temeli tümüyle yalanlanabilir olması.

“Vekil savaşı” derseniz o başka, Wagner gibi özel şirket üzerinden paralı askerlik yaptıracaksanız o da başka. Wagner’vari bir şirketle, devletinizin resmi haberalma kurumu arasında yasal çerçevede bir çok perdeli emir-komuta zinciri yahut eşgüdüm düzeneği kuracaksanız o da başka. Ha yok, “devlet bazen rutin dışına çıkar” kafasını bir yandan bırakmadan, diğer yandan iç siyasette “şehitlik edebiyatının ekmeğini” yemekten de feragat etmeden, dönüp dolaşıp “asker ne derse o” zihniyetine döneceksiniz, o da daha başka.

Bu işler Türkiye’nin yapmadığı ve verili durumda yapamayacağı, hem de çok pahalı işler. Katar’a, Somali’ye (gerekli, gereksiz) davetle gidip üs kurmakla, gidip Libya İç Savaşı’na taraf olmak karşılaştırılabilir taktikler değil. İşin doğrusu gerek Trablus, gerek Idlip serüvenlerinin içinde bulundukları güncel durum savruk ve gayrıciddi. Bizde bilinen tek yürüme biçimi vardır: Askeriye sahada gücü yettiği denli oldubittiler yaparak ilerler, durduğu yerde hariciye o duruma hukuk kılıfı diker. Askerin girdiği yerden çıkmaması, “monşerin” (masada) bayrağı dikip, geri adım atmaması erdem olarak kabul edilir. Bu öğreti böylece kuşaktan kuşağa aktarılır.

Bu sistem(siz)likte yüzü yere baktırmayacak yani siyasal çözüm, bizatihi yenilgi kabul edilir. Şehitlik yüceltildiğinden; muhalefet “vatan mevzubahisse gerisi teferruattır” hamasetinin peşine takılmaya her dönem hazır olduğundan; hesap verme, saydamlık, kanun devleti bulunmadığından karadüzen kendi kendini sürekli yeniden üretir. Davul kimin boynunda, tokmak kimin elinde karışır. Bugün de Idlip ve Trablus’ta, maalesef hiç olmaması gereken kayıplar verilirse, yani ancak zorla, “geri adım” atılabilecektir. Çünkü başka türlü olması izah ettiğim gerekçelerden ötürü mümkün değildir.

Kıbrıs’ta ucu çıkartma harekâtına varan örtülü örgütlenmeden, ÖKK’de uzun süren MAK-STK ikili yapılanmasına, Irak Türkmenleri dosyasının MİT ile ÖKK arasında gidip-gelip nihayet Dışişleri’nin kapısına bırakılmasına dek aynı yaklaşımın izlerini sürebilirsiniz. Bugün daha vahim olan, tuhaf bir ortaklığın bizlere “millet-devlet ilk kez elele” popülizmiyle dayatılması, soru sormanın gaflet ve ihanete eşitlenmesi. Trablus’ta şehit olan albayın olmayan resmi cenaze töreni, Idlip’te mevcudu yedibini aşan mekanize askeri varlığın elliye yaklaşan mevzide konuşlanması ve her iki cephenin ortak paydası Rusya’nın ateşkese yanaşmaması.

Eğer bir gün kaygılanmak gerekiyorsa, o gün bugündür. Moskova’nın Ankara’yı istişarelerle oyalaması, dörtlü İstanbul formatında Almanya ve Fransa’yla birlikte Türkiye’yle aynı masaya oturmaktan kaçınıp, üçlü Astana formatında İran’ı yanına alarak Türkiye’nin karşısına çıkmaya ise kapı açması durumun vahametini teyit eder niteliktedir. Eğer Erdoğan M4 karayolunun denetimini Esat’a ve TSK gözlem noktalarını da yerinde bırakarak sınıra 15 km. uzaklıkta bir dilime çekilmeyi zemin alan bir uzlaşıya yanaşmayacaksa, ki yanaşacağına dair en ufak bir belirti yok, savaş kaçınılmaz görünüyor.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.