Bütün bunlar ne uğruna?
Sen ne uğruna yaşıyorsun? Ne uğruna yapıyorsun bütün bunları? Ne uğruna eziyet ediyorsun insanlarına? Ne uğruna ölüme gönderiyorsun evlatlarını? Ne uğruna, kimin uğruna?
Naif soru bu. Öyle görünüyor. Pek naif. Birileri dünyanın hesap kitabını yapmış, oradan bunu, şuradan şunu biraraya getirmiş, adımlar atmış, dengeler tutturmuş, berikiler buna karşılık siperler kazmış, tuzaklar kurmuş, şuradan gelmiş, şuraya çekilip beklemiş, herkes zaman kollamış, fırsat aramış, beslenmiş giyinmiş, hazırlanmış, hamle üstüne hamle yapmakta iken, ilişmişsiniz yol kenarına, önününüzden seferberlik kervanları geçmekte, siz göğe dikmişsiniz bakışlarınızı, başınızı usul usul iki yana sallayarak soruyormuşsunuz gibi. Bombalar patlıyor, az önce heyecanla, korkuyla, özlemle titreyen canlı bedenlerin anlamsız kütlelere dönmüş parçaları etrafa saçılıyor, hükmedenler yumruklarını masalara ve hükmedemeyenlerin istikballeri üstüne, kaybetmişler kendi böğürlerine ve sıvasız duvarlara indiriyorken, siz üç-beş santimlik evreninde kendince tâ yukarılara uzanmaya çalışan ince yapraklı otun üzerinde, bunların hiçbirini umursamadan dolaşan böceğin düşüp düşmeyeceğine endişelenir gibi gözükürsünüz, soruyu sorduğunuzda.
Pek duygusal tınılı soru bu. Duygusallığı sevmeyiz. Adamı yumuşak gösterir. Hattâ muktedir kadına bile yakıştırılmaz. Bünyemize uymaz. Hırsımızla bağdaşmaz. İhtirasımıza denk düşmez. Cihan hakimiyeti fantezisini ortalık yerde, herkesin içinde telaffuz edilebilir varoluş amacı zanneden, buna karşılık kendi ruhuna, zihnine, kendi gündelik hayat pratiğine bile hakim olmayı tatmamış, şöylesiyle böylesiyle problemli ergenlik aşamasını geride bırakamamış topluluk için hunharca soru: ne uğruna? Cevap vermeye kalkılsa, mazallah, toplum ve bireyleri yaşadıklarından şüphe edebilir. Sen ne uğruna yaşıyorsun? Ne uğruna yapıyorsun bütün bunları? Ne uğruna eziyet ediyorsun insanlarına? Ne uğruna ölüme gönderiyorsun evlatlarını? Ne uğruna, kimin uğruna?
Hafiften kenara çekilmiş de olanın bitenin sorumluluğunu almayacağını belli eder gibi sorulan bir soru, bahsettiğimiz. Oysa sorarsan öyle kenara çekilemezsin; başka türlü anlam yükleyip yükleyemeyeceğini kendine soramadığı hayatını seferberliğe katanlar topluca tepene binebilir. Kenarda değil, birden, en beklenmedik şekilde ve görülmemiş hızla ya da ancak böyle hallerde görülebilir hızla her şeyin tâ ortasında bulabilir kendini, soruyu soran. Belki yalnız bu bile o sorunun aslında bütün sorun kaynaklarına dair olduğunun kanıtı. Yani bunu çok kişi aynı anda sorarsa bir şeylerin değişebileceğinin.
Soru kaçamaklı, riyakârlığa kolayca yanına itiliverecek yakınlıkta gözükür. Oysa samimiyetin çekirdeğinden alınma malzeme var içinde. Hayal dünyalarından, insanların mutluluk, kardeşlik içinde yaşadığı masal âlemlerinden değil, basit, çıplak, o kadar çıplak ki ortayerde anılmayan gerçeklerin, görülmesinler, alınmasınlar, kullanılmasınlar, onlardan bir şey imal edilmesin, dağıtılmasın, görülmesin duyulmasın diye, üzerlerine radyasyonlu toprak ve hurda askerî malzeme atılarak yığıldığı öbeklerden, tırnakların arasına dola dola, yaralı bereli ellerle çekip çıkarılmıştır. Soranın naif, uysal, usul konuşur, çaresiz görünür hali duyanı yanıltır. Bal gibi, şiddetli sorudur bu.
Ve tam şu anda sorulacak sorudur. Esas soru. Siyasetten sözedeceksek -ki şu anda bizi acaba başka hangi insan işi faaliyet düze çıkarabilir?- söze bu sorudan başlamalıyız. Buradan başlayacak cesareti barındırmayan siyasetin hükmü yok.