Dalkavukluk değil diplomatlık zamanı
Ankara’nın tek başına “yalnız süvari” siyasetinde ısrarla, Idlip’te sadece yerdeki, bugün itibarıyla mevcudu yedi bini aşan askeri mevcudiyetini artırması ve sayıları elliye yaklaşan askeri mevkilerini zırhlı araçlar ve obüslerle tahkim etmesi, bir diplomatik kaldıraç sağlamıyor, aksine “hedef büyütmek” anlamına geliyor.
Idlip cebinde Rus hava kuvvetlerinin tek saldırısında, ilk duyum, açıklama ve belirlemelere göre en az otuz üç şehit verdik. Yaralıların durumlarının ağır olduğu göz önüne alınarak sözkonusu karanlık bilançonun daha da trajikleşmesi beklenmeli.
Rus hava kuvvetlerinin, TSK unsurlarının “terörist” HTŞ unsurlarıyla iç içe bulunduğu ve eşgüdüm eksikliği gerekçesiyle anılan saldırıyı gerçekleştirdiği keza Rus makamlarınca duyuruldu yahut sızdırıldı. TSK’nin omuzdan havaya atılan füzelerle (MANPADS) Rus savaş uçaklarını hedef aldığına dair görüntüler de Rus kaynaklarca paylaşıldı.
Rusların resmi olarak “biz yaptık” demediği ancak parmak izlerinin açıkça görüldüğü bu müdahalenin zamanlaması da önemli: Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan Idlip’te “lehimize gelişmeler” olduğunu söylemişti. HTŞ ve/veya SMO adı altında TSK destekli cihatçı milisler stratejik önemi olan M4-M5 karayolu kavşağındaki Neyrap ve Serakıp’ı Suriye ordusundan geri almıştı. Rus heyeti henüz Ankara’daydı, ki sanıyorum halen de başkentteler. Kremlin Sözcüsü Peskov, bir soruya cevaben, Devlet Başkanı Putin’in 5 Mart’ta Türkiye’yi ziyaretinin programlanmadığını açıklamıştı.
Rusya’nın yaptığı kesin olup da resmen üstlenmekten kaçındığı bu ağır saldırıdan Ankara da resmen Rusya’yı değil Suriye’yi sorumlu tutmayı yeğledi. Gece MGK olağanüstü toplandı. CHP de MYK’sini topladı ve TBMM’de kapalı oturum çağrısı yaptı. Baskın beklenti, bugün meclise Suriye’ye savaş ilânı teskeresi geleceği yönünde. Oysa yapılması yahut en azından denenmesi gereken savaş dışında her şey.
Bu bağlamda, HDP ne dese, ne etse “bölücü terörist” yaftasından kurtulamadığına göre, başta CHP, İYİP ve Saadet olmak üzere muhalefetin yapması gereken de önce sorgulamak, sonra savaş dışında tüm seçenekleri hem kamuoyuyla hem iktidarla yapıcı, yaratıcı, tutarlı ve ısrarlı biçimde müzakere etmek. Gerilimi artırmayı değil düşürmeyi, çatışmayı değil diyalogu öncelemek.
Ankara’nın tek başına “yalnız süvari” siyasetinde ısrarla, Idlip’te sadece yerdeki, bugün itibarıyla mevcudu yedi bini aşan askeri mevcudiyetini artırması ve sayıları elliye yaklaşan askeri mevkilerini zırhlı araçlar ve obüslerle tahkim etmesi, bir diplomatik kaldıraç sağlamıyor, aksine “hedef büyütmek” anlamına geliyor. ABD’lilerin askeri konularda dediği gibi, “bir çukurdaysınız, öncelikle yapmanız gereken kazmaktan vazgeçmek.”
Çıkmaz sokakta duvara doğru gaza basmak yerine birleşik ve müşterek çözüm arayışları değerlendirilmeli. Birleşik yani çokuluslu, geleneksel NATO müttefiklerini yanına alan. Müşterek yani yalnızca kara değil hava ve deniz unsurlarını da devreye sokan. Her iki konuda da Türkiye’nin fazlaca etkin seçeneklere sahip olmadığı da teslim edilmeli. Radara görünmeyen F-35 uçağı yerine S-400 hava savunma sistemi tercih edildi. Rusya İstanbul Boğazı’ndan bu sabah iki seyir füzesi atma kabiliyetli firkateyn geçirirken bizim böyle bir imkânımız yok.
Macera aramakla olağandışı yöntemlere başvurmak farklı. Bana göre bugün sorumlu, öngörülü, sağduyulu, soğukkanlı devlet adamlığının, diplomasinin öne çıkması, medya spotlarından uzak durulması gereken gün. Örnekse, olağandışılık adına hem yüzü müttefiklere dönüp hem aynı müttefikleri kapıları açıp, sığınmacıları üzerlerine salmakla terbiye yahut tehdit etmek gayet tutarsız. Savaş meydanında ta Tannenberg’den bu yana “sürpriz unsuruna” iman etmiş yaklaşımın sonucunu verdiğimiz kayıplarla çok acı biçimde deneyimledik.
Diplomasi masasında ise itibar, öngörülebilirlik ve ciddiyetle ölçülüyor. Değerli uzman Aydın Sezer’in dikkatle kulak verilmesi gereken sağduyu çağrısında olduğu gibi iktidarın iletişim stratejisini de disipline etmesi şart. Küçümsemek için söylemiyorum, iletişim önemli ama işin tezgâhtarlığı. Sorulması gereken Idlip’te, Suriye’de, Libya’da dış politika amaçlarının ve askeri stratejinin ne olduğu, hatta olup olmadığı. Bilen, anlayan, duyan var mı?
Ulusal güvenliğe yönelik tehdit algısını bertaraf etmek yeterli bir gerekçe değil. Zira, sözkonusu algı tek elden yönetiliyor. Bir kişi neyi, nasıl algılıyorsa biz yurttaşların da onu sorgulamadan, olduğu gibi benimsememiz bekleniyor. Bu kısır döngüyü kırmak, yinelemek gerekirse, yalnızca yurttaşların değil muhalefetin başat ödevi.
Bu yapıldıktan sonra yanıtın nerede, nasıl verileceği konuşulabilir. “Olağandışı” dediğim de bu. Askeri ayakizini küçülterek de -amaç buysa- etkinlik artırılabilir. Vekâlet savaşı ayrı, ulusal haber alma örgütünce yürütülecek örtülü operasyonlar ayrı, münhasıran Özel Kuvvetler’in dahliyle yapılacak nokta harekâtlar ayrı, paralı asker/lejyoner kullanılacaksa bu ayrı. Bu “tam yalanlanabilir” yaklaşımların hepsinin ya da herhangi birinin uygulanabilmesi içinse Türkiye’nin önce hukuk devleti olması gerek.
Yürütülen şekliyle, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev tanımını aşan cihat çağrıları, AKP sözcüsünce yapılan savaş ilanları, adını koymadan komşu ülkenin topraklarına yerleşmek ve savaşa girmek, tüm bunlar esasen cumhuriyetin altını oyan girişimler. Onu da onlarca yıldır yürütüldüğü biçimiyle kökten eleştiregeldim ama “terörle mücadele” ile “savaş” birbirlerinden çok farklı. Dilerim başta CHP muhalefet de bu temel ayrımın farkında olsun.
Verili anda tırmandırma tekeli Rusya’da. Rusya, Türkiye’ye hayatı yalnızca Idlip cephesinde değil Afrin, Bab ve Raselayn ceplerinde de dar edebilir. Libya’da hızlanan ve yoğunlaşan saldırılar da herhalde tesadüf değil. Gerek buradaki yazılarımda gerek MedyascopeTV’deki haftalık yayınlarımda artık kaygılanmak zamanının geldiğinin altını çizmeye çabaladım. İşte kaygılarım bu tekraren anlattıklarıma dayanıyordu.
Kaygı kaynaklarından kurtulmak en başta disiplin gerektiriyor. Bizde disiplin kavramı sevilmez ve çağdışı bir askeri emir-komuta zinciri anlayışıyla karıştırılır. Verdiğimiz savruk ve gayriciddi görünüm hiç hayra alamet değil ve bundan sonrasına dair umutlanmamıza olanak tanımıyor. Camilerden sala okutmak denli, sosyal medyayı boğmak da hiç akılcı çözümler değil.
Şimdi yurtseverlik iddiasında olanlar için zaman hamaset değil siyaset zamanı. Dalkavuklara değil diplomatlara gereksinim var. Hitabete meftun olmak değil sessiz müzakerede ısrar etmek gerek. Susmak değil sormak, hayıflanmak değil çözüm önermek. Bıyıkaltından gülmek değil, ama doğru ama yanlış içten konuşmak. Sürüklenmek değil hep birlikte muhataplık iddiamızı ortaya koymak.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI