YAZARLAR

Asker selamı

Sözün özü, belirsizliğin çok arttığı, kazananı olmayacak savaş sakıncasının temellendiği bir ortamda, önümüzdeki bir iki hafta içinde tahminen Rusya’da gerçekleşecek bir ikili Erdoğan-Putin görüşmesiyle çatışmaların dondurulacağı bir geçici diplomatik uzlaşı penceresi de halen aralık. Bence bundan daha tehlikelisi ülkemize egemen olan ve yaygın asker selâmlarıyla dışa vurulan siyasal durum.

BM Güvenlik Konseyi’nde daimi temsilcimizin ağzından 19 Şubat’ta açıklanan resmi pozisyonumuz şöyle: “Türkiye tehdit teşkil eden tüm hedefleri vuracak. Ay (Şubat) sonuna kadar mevcut pozisyonlarından çekilmesi gereken rejimdir.”

Ardından bir günde 36 şehit veriyoruz, bu rakamın üzerinde ve çoğu ağır yaralımız var. Şubat ayında verilen toplam şehit sayısı 53’ü buluyor. TBMM olağanüstü toplanmak için Salı gününü beklerken, BMGK 29 Şubat günü Idlip’i konuşmak üzere acilen toplanıyor.

Sözkonusu BMGK toplantısında yine daimi temsilcimiz aracılığıyla ifade edilen resmi pozisyonumuz ise on gün öncesine göre nüanslı: "Türkiye savaş istemiyor ama güvenliği tehdit edilirse de güç kullanmakta tereddüt etmeyecek."

Aynı gün Ankara’da heyetler arasında devam eden ikili görüşmelerin ardından Rusya Dışişleri Bakanlığı şu açıklamayı yapıyor: “Idlip’de kalıcı istikrarı sağlamak için somut adımlar gözden geçirildi. İki taraf sahadaki gerilimi düşürmek ve teröristlerle mücadele etmek amacını etti.”

Rus hava kuvvetlerinin dahliyle 36 şehit verdiğimiz saldırının ardından sessizliğini koruyan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan yukarıda alıntıladığım açıklamadan sonra nihayet partisine mensup milletvekillerine konuşuyor: “Putin’e de dedim bizim önümüzden çekilin bizi rejimle baş başa bırakın. Ama biz çekildik diyemiyor.”

Türkiye ile Rusya arasındaki ikili Soçi Mutabakatı Idlip’te İHA uçmasına cevaz veriyor. TSK’nin Idlip’te Suriye ordusuna en büyük zararı da SİHA ve obüslerden yapılan atışlarla verdirdiği görülüyor. TSK’nin Suriye ordusundan kat be kat üstün olduğu tartışmasız doğru. Rusya’nın Idlip hava sahasını SİHA’lara da elektronik karıştırma yöntemlerini daha yoğun kullanarak ve belki hava savunma sistemleri de kaydırarak yasaklayıp, yasaklamayacağını henüz bilemiyoruz.

Askeri tırmandırma ile ateşle oynama herhalde farklı kavramlar. Örnekse yerli üretim Stinger muadili omuzdan havaya füzeyi asimetrik üstünlük adına HTŞ yahut SMO unsurları elinde ortaya çıkarsa, Rusların kendi ürettiği Igla’ların veya tanksavar Kornet füzelerinin Idlip’te görülmesi muhtemel. Üzerine Doğu Akdeniz’deki Rus firkateynlerinden Kalibr seyir füzeleri de HTŞ hedeflerini vurabilir.

Erdoğan’ın “Suriye ordusu ile aramızdan çekil” çağrısının sessiz yanıtı Putin’in “HTŞ’nin arasından çıkın” uyarısı. Geriye “yoksa ne olur?” sorusu kalıyor. Türkiye, Rusya ile de çatışmayı göze alacaksa, Idlip’i Rusya için çok zahmetli, lojistik desteği çok pahalı, Suriye’de siyasal çözümü görülebilir gelecekte olanaksız kılan bir duruma sokabilir. Buna karşılık, Rusların da en azından M4-M5 kavşağındaki Serakıp’ı Türkiye destekli cihatçılara bırakmayacağı ortada.

Diplomasi cenahında da Rusya’nın dış istihbarat teşkilatı SVR’nin şefi Sergey Narişkin üzerinden BAE ve Suudi Arabistan’ı kendi yanında Suriye’nin yeniden inşasına katkı sunmaya imale ettiği görülüyor. BAE ve SA’nın Mısır, Katar ve Libya dosyalarında da ülkemizle hasım olduğunu anımsatmaya sanırım gerek yok. Sözkonusu iki ülkenin ABD’nin Trump yönetimiyle yakınlığı ve ABD’nin Taliban’la (dahi) anlaşabilerek Afganistan’dan çekildiğini de.

Erdoğan’ın ultimatum olarak verdiği Şubat sonu mühleti bugün doldu. Dün geceyarısından itibaren teyite muhtaç pek çok farklı kaynak Türkiye’nin hava kuvvetlerini de kullanarak ağır bir bombardımana girişmekte olduğunu paylaştı. Ancak sabah olduğunda sözkonusu saldırının sanki sanal ortamda cereyan etmekle sınırlı kaldığı izlenimi daha güçlendi.

Yukarıda alıntıladığım BMGK Idlip oturumunda Türkiye, Daimi Temsilci Büyükelçi Sinirlioğlu aracılığıyla şimdilik 36 şehit verdiğimiz saldırının Rusya’nın dahliyle ve taammüden gerçekleştirildiğini somut verilerle ortaya koydu. Oysa Sicilya mafyasını andıran tarzda Putin kendi işlediği cinayetler için mevkidaşı Erdoğan’a başsağlığı dilerken, Erdoğan’ın bu somut verileri Putin’e doğrudan bildirerek hesap sormadığı anlaşılıyor.

İkincil bir gerilim, TSK’nin Suriye’de ilk kez doğrudan İran ordusu ve Hizbullah milislerinin can kaybına da yol açmış olması. Ambargolar, toplumsal çalkantılar, seçim süreci derken bir de korona virüsüyle boğuşan İran’ın buna yanıtı Rusya olmadan ikili görüşme talebi oldu. Yani, İran bu darbeyi şimdilik ve zoraki sineye çekmişe benzer. Şimdilik.

Sözün özü, belirsizliğin çok arttığı, kazananı olmayacak savaş sakıncasının temellendiği bir ortamda, önümüzdeki bir iki hafta içinde tahminen Rusya’da gerçekleşecek bir ikili Erdoğan-Putin görüşmesiyle çatışmaların dondurulacağı bir geçici diplomatik uzlaşı penceresi de halen aralık. Bence bundan daha tehlikelisi ülkemize egemen olan ve yaygın asker selâmlarıyla dışa vurulan siyasal durum.

Muhalefet etkin ve tutarlı sorular sormak bir yana “sözünün tükendiğini” kayda geçirmekle yetiniyor. Sosyal medyanın yankı odalarında #NeyeGülüyorsunErdoğan etiketi “TT” olurken, şehit cenazeleri ülkemizin en yoksul ve en yoksun köşelerinden sessiz sedasız kalkıyor. Aynı Erdoğan, alışageldiğimiz üslubuyla tek eli bayrağa sarılı tabutun üzerinde, diğer elinde mikrofon kitlelere hitap ediyor.

Ulusal televizyon ve radyo kanalları tek sesle resmi propaganda metinlerini, haber bülteni adı altında paylaşıyor. Suriye teskeresinin savaşa kapı açıp açmadığı dahi belirsiz. Zaten sözkonusu bültenlerde daimi biçimde “alçaklığı” vurgulanan bir “rejim” (?) ile “kahramanca” mücadele edildiği sürekli vurgulanıyor. İşte daha boyutlandırılıp, renklendirilebilecek bu ortamın bizatihi kendi en sıcak ve yakın tehlike.

Dinçer Demirkent son yazısını şöyle bağlamıştı: “Erdoğan’ın krizinin içinde çok fazla seçeneği de kaldığı söylenemez. Zor araçlarını güçlendirecek. Demokratik düzenin neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığı, hiç bir ara mekanizmanın bırakılmadığı bir ülkede gerçekliğin yeniden tanzimi, hegemonik biçimde inşa edilmesi ise zor araçlarıyla mümkün değil. Peki ya muhalefet? Muhalefet, ülkenin devrimci gerçekliğiyle ne yapacak? İşte asıl soru bu.”

Belki bir başka akademik soru ülke gerçekliğinin “devrimci” mi, yoksa “darbeci” mi olduğu. Darbeden kastımın da 27 Mayıs, 12 Eylül veya 15 Temmuz olmadığı sanırım anlaşılıyor. Sözünü ettiğim daha ziyade Mitterand’ın “daimi darbe” (“le coup d’état permanent”) dediği. Yurdun her köşesinden birliklerin Idlip’e kaydırıldığı, savunma sanayisinin tam kapasiteyle 7/24 üretime geçtiği dikkate alındığında Demirkent’in değindiği “zor araçları” üzerine oturup bir kez daha düşünmek zamanlı olabilir.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.