Ayar veren kadınlar, 'erkekçe' 8 Martlar
8 Mart yaklaşırken birbirinden zihni sinir, birbirinden aklıevvel ve “erk”ek projeler yaratıcılıkta ‘sinir’ tanımayan afişleriyle gözlerimizi alıyor, ekranlarımızı mor farlara boyuyor. Kadına karşı şiddete, kadın cinayetlerine karşı farkındalık yaratma amaçlı bu projelerde sonuç çoğunlukla o kadar asap bozucu ki niyetin de pek bir önemi kalmıyor.
8 Mart yaklaşırken birbirinden zihni sinir, birbirinden aklıevvel ve “erk”ek projeler yaratıcılıkta ‘sinir’ tanımayan afişleriyle gözlerimizi alıyor, ekranlarımızı mor farlara boyuyor. Kadına karşı şiddete, kadın cinayetlerine karşı farkındalık yaratma amaçlı bu projelerde sonuç çoğunlukla o kadar asap bozucu ki niyetin de pek bir önemi kalmıyor.
Konak Belediyesi Toplumsal Cinsiyet Komisyonu’nun yürüttüğü “Kadın Doğmak” adlı proje kapsamında kadına karşı şiddete dikkat çekmek için siyasetçilerden sanatçılara uzanan bir yelpazede alanında başarılı, güçlü, tanınmış kadınlara plastik makyaj yapıldı, çeşitli şiddet, darp izleri özel efekt malzemeleriyle uygulandı. “Kadın Doğmak Suç Olmasın, Kadın Doğmak Zor Olmasın” türünden sloganlar altında rastladığımız bu (güçlü ama) şiddete uğramış kadın yüzleri farkındalık yaratmaktan uzaktı maalesef.
Şiddeti şiddet görselleriyle anlatmanın kötü bir fikir olduğu son yıllarda üstüne çok yazılıp çizilen bir konu. Ama tekrar etmeden olmuyor, çünkü belli ki, nedense, ısrarla mor far lobisince anlaşılmak istenmiyor meselenin şu çok açık boyutları: Şiddet, istismar, taciz, tecavüze dair görsel paylaşım önleyici değil, zarar verici. Yapanlar bunun teşhirinden zevk alıyor. Sosyal medyada bu tür paylaşımlar altına yazılan “oh olsun, hak etmiştir”li korkunç yorumlar da bunu gösteriyor. Şiddet mağdurlarının bu tür görseller ve içeriklerle travmatize olma, tekrar incinme riski yüksek. Gerçek şiddet görsellerine yer vermek merhamet yorgunluğu ve duyarsızlaşmaya yol açıyor çünkü şiddeti normalleştirip meşrulaştırıyor. Gördükçe alışıyoruz, daha az dehşet duyuyoruz. “Mor far lobisinin” (bu muzip tanımlama bana ait değil, sosyal medyada rastlayıp ilk kaynağını bulamadım) yaratıcı işleri ise her gün yaşananı abartılı, olağan dışı hale getiren “makyaj”la tersinden aynı şeyi yapıyor. Yani dökelim artık şu mor farları, bu işler böyle olmuyor.
Sadece son iki haftada 8 Mart’a dair “konu ancak bu kadar yanlış anlaşılabilir…” dedirten öyle çok cinfikir organizasyon duyurusuna rastladık ki… Mesela “Geleceğin Güçlü Kadınları 2020” adlı bir etkinliğin aşağıdaki afişi. (Son baktığımda ertelendiğini gördüğüm etkinliğin orijinal afişlerinden biri mi, değil mi, katılımcıların onayından geçmiş mi, öğrenemedim ama insanı böyle bir afişin var olma ihtimali hiç şaşırtmıyor işte bu ülkede.) Çağla Şıkel’den Göksel’e, Funda Eryiğit’ten Mine Tugay’a pek çok ünlünün katılacağı etkinliğin tek erkek katılımcısı Cem Yılmaz tepeye oturtulmuş, kadınlar altına bir güzel sıralanmış. Şimdi de yeterince güçlü olan bu kadınların bir afişte bile ortamın en ünlü ve güçlü erkeğini tahtından etmeleri, görsel bir eşitlik mümkün olamamış yani maalesef. Kapasite bu.
Bu yazıyı son kez gözden geçirirken tüm bu “dostlar AVM’de görsün” tarzı 8 Martçılığın şahikasıyla karşılaşınca araya almadan edemedim. “Kadına Şiddete Erkekçe Hayır” defilesi 8 Mart Pazar 16:00’da Ankara Podium AVM’de yapılacakmış. Aşağıda afişi görüyorsunuz, anlatmaya gerek yok ama o “farkındalık için yüzüme moru bastım, yine de karizmamdan kaybetmedim” duruşlu mankenin aynı esnada patates soyması nedir? Bu nedir bu? Defilede ne soyacaklarını hiç merak etmiyor ve “kadının sesi olmaya geliyoruz” türünden aykü zengini sloganlara gülüp geçiyoruz. Bizim kendi sesimiz var, tişikkirlir Potato Man.
Tüm bu muhayyileye eziyet morlasak da mı parlatsak aktivizminin yanı sıra, daha iyi düşünülmekle birlikte hâlâ aynı basit sebeplerle üzücü şeylerle de karşılaşıyoruz. Sözgelimi “#Tarih” dergisinin “Tarihe Ayar Veren Kadınlar” başlıklı Mart sayısı. Kapağa bakınca içeriğinde gayet merak uyandıran yazılar ve nitelikli yazarlar var ama sorun şu ki, yazarların dörtte biri bile kadın değil. Yine erkekler bize tarihi ve bizi anlatıyor yani. En azından bu konsept içinde tersi yapılamaz mıydı, yazarların çoğunluğu kadın olamaz mıydı? Neden? Diye sormamak ya da durumun, bu yanıyla, kadın sorunlarını erkeklerin geniş geniş eril eril tartıştığı asap bozucu TV programlarından büyük bir farkının olduğunu düşünmek mümkün değil maalesef.
Bunlar olup biterken bir de pasif agresif eril mızmızlanma türü var ki, sevimsizler sevimsizi. Mesela “Rağmen” adlı, tamamen kadın yazar ve çizerlerden oluşan bir kitap dizisi üçüncü sayısına ulaşmak üzere. Üç ayda bir çıkan dizinin tüm gelirleri “Kadın Cinayetlerini Durduracağız” platformuna bağışlanıyor. Yazarları arasında olduğum bu yayın, varlığıyla mutlu edip umutlandırıyor bizimki gibi bir ülkede. Böylesi niyeti, amacı, varlık nedeni belli bir yayın için bile “erkek yazar niye alınmıyor? Biz yapsak cinsiyetçi dersiniz…” gibi tartışmalar döndü, dönebildi. Şaka desen değil, kendini gösterme çabası desen, ondan da ibaret değil. Her alanda, her yerde böyle bu. Şiddetin kökeni, artarak sürme sebepleri anlaşılmak istenmediği gibi tüm bu bilerek anlamama halleri de sürüyor. O halde “ayar” da sürecek. Erkekleri yontmak, bilinçlendirmek vs. amacıyla yapılan bir ayar değil bu. Hayat için, erkekler dahil herkesin geleceğine dair ufak da olsa umutlar ancak buradan yeşertilebildiği için. Var olmak, ses vermek, kendi sesimizi bulmak ve mümkün her kanaldan o “ses”le konuşmayı sürdürebilmek için…
“Ayar” demişken, son ayların en güzel, en göz kamaştırıcı, en haysiyetli hareketlerinden birinden bahsetmeden olmaz. “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi” filminin müthiş oyuncusu Adele Haenel, ABD’de çocuk istismarı ve tecavüzle suçlanan Roman Polanski, Cesar’da en iyi yönetmen ödülünü alınca salonu “bravo la pedophilie!” diyerek terk etti. Kendisi de çocuk istismarı mağduru olan Haenel’in salondan o alev gibi, rüzgar gibi geçişi geleceğe dair bin afişten daha çok şey anlatıyor, umut veriyor.
Geçen yıl bu zamanlar yazdığım bir yazıdan alıntıyla sonlandırmak istiyorum bu yazıyı. “Tüm baskılara, şiddete, yaftalamalara, önyargılara rağmen gümbür gümbür yükselen, içinde yaşam, özgürlük, umut barındıran bir akış var. Kadın, erkek herkes için seçim şu: Akışın, berrak suyun yanında mı olacaksın, dibe çeken bataklığın mı?”
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI