Moskova hasılatı düşük
İç basın Moskova’dan anlatacak zafer hikayesi olmadığı için “ateşkes” başlıkları attı ama anlaşmada “kalıcı bir ateşkesten” bahsedilmiyor, sadece çatışmaların durdurulmasından bahsediliyor. Bu da her an arıza çıkabileceği anlamına geliyor ki bu durum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerine de yansıdı.
Putin ile Erdoğan arasındaki Moskova zirvesi iki taraf için de sanırız son zamanların en zor geçen buluşması oldu, ama büyük farkla. Rusya Türkiye’yi nasıl ikna edeceğini düşünüyordu, Türkiye ise bu iknadan nasıl kaçabileceğini. İki taraf da şimdilik bir orta yol bulmuş gibi görünse de aslında olan Rusya ve masadaki gizli taraf Suriye’nin istediğinin olması ve Türkiye’nin İdlib’den çıkışının ertelenmesi.
Zirve sonrası yapılan açıklamalarda kullanılan dil/ifadeler zirve ve bundan sonrası için çok sayıda noktaya açıklık kazandırıyor.
İktidarın zirvenin bir gün öncesine kadar kullandığı “Esad çıksın yoksa biz çıkartırız” söyleminin sadece iç kamuoyuna yönelik olduğu ve Rusya tarafından ise dikkate alınmadığı görüldü.
İktidar “küresel oyun kurucu olduğu” iddiasını sınayacağı ilk büyük sınavda beklediği başarıya ulaşamadı.
Rusya ve büyük kayıplar vermesine (fedakarlık yapmasına?) rağmen Suriye, masada ve sahada kazanan taraf oldu. İktidar “daha önceki pozisyona dönülmesini istemiş aksi halde savaşacağını ve Suriye ordusunu püskürteceğini” iddia etmişti, ancak püskürtme bir yana şu anda El Nusra gibi örgütlerin elinde bulunan bölgenin bir kısmını da fiili olarak Suriye ordusunun denetimine verecek. Buna karşılık Suriye ordusu ilerleyerek hakim olduğu yerlerden geri dönmeyecek.
Soçi anlaşmasındaki hat da böylece M 4 karayolu çevresine taşınmış ve zaten ölmüş olan Soçi yerine yeni bir ateşkes hattı oluşmuş oldu.
Türkiye anlaşmada yer alan ve bizatihi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun okuduğu anlaşmanın gerekçesinde “Suriye Arap Cumhuriyeti” adını telaffuz etti. Diplomatik dilde “Esed rejimi” gibi ifadelere yer yokmuş demek ki. Ayrıca bu cumhuriyetin egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütler yinelendi. Taahhüdün “kuvvetli” ve “yinelenmiş” olduğunun belirtilmesi önemli. Bu da Türkiye’nin gelecekte Suriye’de bulunamayacağı anlamına gelir, Türkiye’nin İdlib bölgesinde olası bir devletçik oluşturma niyetine şimdiden set çeker.
BM tarafından terör örgütü olarak tanınanlar ifadesinden ayrı olarak kullanılan “terörizmin tüm tezahürleri” ifadesi de önemli. El Nusra ve benzerleri zaten terör örgütü, ama tüm tezahürleri ifadesi ile Rusya ve Suriye “devlete silah çeken her örgüt ve kişiyi” terörist ilan etmiş oluyor. Milli Orduyu da kapsayacak bu tanıma Türkiye de imza atmış oldu.
Terör örgütlerinin ortadan kaldırılması ifadesi de Türkiye’yi 17 Eylül 2018 tarihli Soçi anlaşmasına göre daha çok bağlıyor. Yani bundan sonra Rusya Türkiye’den El Nusra ve diğerlerine karşı daha net bir tavır bekleyecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’a “Esed’e haber verildi mi?” sorusunu sorması bu zirvenin Suriye’den habersiz olmadığını ve iktidarın da bu durumu bildiğini (kabul ettiğini) ama daha önemlisi iç kamuoyuna ve/veya muhalefete yönelik söylemlerin aksine Esad ile dolaylı da olsa aynı masada yer alındığını gösterdi.
Rusya Erdoğan’ın 2254 sayılı BMGK kararına ve Cenevre’ye yaptığı atıfların ise mutabakatta yer alan “Suriye ihtilafının askeri çözümünün olamayacağının ve ihtilafın yalnızca Suriyelilerin öncülüğünde ve sahipliğinde ...” ifadesi ile değersizleştiği görülüyor. Zira 2254 sayılı karar “BM gözetiminde seçimler” gibi ifadeler barındırmasının yanı sıra Cenevre ile birlikte siyasi sürece yabancıların bir şekilde müdahil olmasını öngörüyordu. Ancak metin Suriye-Suriye diyaloğunu öngörüyor ve Türkiye buna da imza atmış oluyor. Üstelik “askeri çözümün olamayacağı” ifadesi ile aslında bundan sonraki askeri adımlarını da kısıtlamış oluyor. Aynı durum Suriye ve Rusya için geçerli değil çünkü bizatihi aynı anlaşmaya göre bundan sonra “terör örgütleri ile savaşmaya” devam edecekler.
Anlaşmada yer alan “tüm askeri faaliyetler durdurulacaktır” ifadesine de değinmek lazım. İç basın Moskova’dan anlatacak zafer hikayesi olmadığı için “ateşkes” başlıkları attı ama anlaşmada “kalıcı bir ateşkesten” bahsedilmiyor, sadece çatışmaların durdurulmasından bahsediliyor. Bu da her an arıza çıkabileceği anlamına geliyor ki bu durum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerine de yansıdı. El Nusra’nın ateşkese uymayacağı iddiaları henüz teyit edilmiş değil ancak bir provokasyon yaşanabilir.
Bu olmasa bile gelecekte İdlib için yeni bir karşılaşmanın olması kaçınılmaz. Sonuçta Suriye yönetimi doğal olarak kendi toprağını geri almak isteyecektir. Bunun ne zaman olacağını öngörmek için ise henüz erken.
Dikkat edilirse anlaşmada yer alan her ifade çok dikkatli bir şekilde ve tamamen Rusya-Suriye tarafı dikkate alınarak hazırlanmış.
Ancak bu anlaşma Rusya’nın Türkiye’ye olan tavrını değiştirdiği anlamına gelmiyor. Tam tersi Putin bu anlaşmayla aslında İdlib’e giren ancak çıkamayan Erdoğan’a da jest yapmış oldu. Böylece “şimdilik” herkes için durum kurtarıldı.
Bir sonuç daha çıktı ortaya: Türkiye’nin İdlib’te bulunmasının sadece iç kamuoyunda karşılık bulan bir söylem ve gerekçeye oturduğu, dışarıda ise ABD gibi harici tahrik unsurları, Avrupa ama en önemlisi Rusya nezdinde değer taşımadığı görüldü. Bu bir yana uluslararası hukuk ya da oluşturacağı mali yük nedeniyle Türkiye’nin orada bulunma süresi çok uzun olmayacak. Kim bilir belki de Putin Sovyetler'in Afganistan macerası örneğini hatırlatmıştır Erdoğan’a.