2020 küresel krizi çoktan başladı
Para politikasının işlevsiz kalması, maliye politikalarının devreye girmesini zorunlu hale getirmiştir. Ardı ardına yaşanan borsa çöküşleri, sanayi üretiminde görülen çok sert düşüşler, sıklaşan firma iflasları ve Alitalia örneğinde olduğu gibi kamulaştırmalar önümüzdeki dönemde artarak gündeme gelecektir.
15 Mart günü Amerika Birleşik Devletleri merkez bankası Fed, mart başından bu yana ikinci kere olağanüstü toplanarak Covid-19 salgınının tetiklediği ekonomik çöküşe karşı cephaneliğinde kalan son mühimmatları kullanarak harekete geçti.
Geçtiğimiz haftalarda Rusya ile Suudi Arabistan arasında petrol fiyatı konusunda yaşanan anlaşmazlık, Covid-19 salgını günümüzdeki boyutlarına varmasaydı dahi özellikle Avrupa Birliği ve ABD ekonomisini deflasyona sürükleyebilecek önemde bir gelişmeydi.
Ancak bu ikisi birleştiğinde kapitalizmin tarihinde eşi benzeri çok az görülen bir çöküş tablosu ile karşı karşıya kaldık. Konuyu tüm boyutlarıyla ele almak tek bir yazı sınırları dahilinde mümkün değil. O nedenle bu yazıda Fed’in 15 Mart kararlarından hareketle dünya ekonomisinin gidişatı ile ilgili ‘giriş’ niteliğinde bazı değerlendirmeler yapacağım.
SIFIR FAİZ
Fed’in 15 Mart 2020 tarihinde yaptığı açıklamaya göre faizler sıfır ile 0.25 aralığına çekildi. Fed Başkanı Jerome Powell basın açıklaması sırasındaki soru cevap kısmında negatif nominal faiz seçeneğine sıcak bakmadıklarını açıkladığına göre, faizlerin sıfıra çekilmesi, Fed’in faiz silahının ekonomik daralmaya karşı bundan sonra kullanılamayacak olması anlamına geliyor.
Geçen hafta Gazete Duvar’da yer alan ‘Fed’in acil faiz indiriminin anlamı’ başlıklı yazımda 2008 küresel krizinden, 3 Mart 2020 tarihinde Fed’in olağanüstü bir toplantı yaparak faizi yarım puan düşürmesine kadar gelen süreci özetlemiştim, o nedenle burada detaya girmiyorum.
Geçen haftaki yazıya ek olarak faiz konusunda iki noktanın altını çizmek istiyorum. Son 15 günde yaşanan gelişmeler, küresel finansal çevrimin 2019 itibariyle girdiği genişleme döngüsünün Fed’in tasvir ettiği gibi ‘geçici’ (mid-cycle adjustments) olmadığını ortaya koydu.
İkincisi şu: Covid-19 ile bağlantılı olarak yaşanan trajik gelişmeler, küresel finansal döngünün işleyişini değiştirebilir. Bu işleyişin nasıl değişebileceğini daha iyi açıklayabilmek için G-7 ülkelerinin krize karşı geliştirdikleri politika tepkisinin nasıl şekilleneceğini görmemiz gerekiyor. Yani biraz daha zamana ihtiyacımız var. Bu son nokta, küresel finansal çevrimin özellikle Türkiye gibi ülkelere etkileri konusunda önemli olacak, bu konuya ileride değineceğim.
YENİ MİKTARSAL GENİŞLEME
Fed’in aldığı ikinci önlem yeni bir miktarsal genişleme (QE-IV) adımı oldu. Şimdilik 500 milyar dolarlık Hazine kağıdı ve 200 milyar dolarlık türev ürün satın alınmasından oluşan 700 milyar dolarlık bir paketten söz ediliyor.
Bu adım da yine 2019 itibariyle Fed’in bilanço küçültme stratejisine son verip yeniden genişletme yaklaşımını benimsemesinin bir devam olarak görülebilir. Ancak Covid-19 salgınının ne kadar süreceğine ve bunun ekonomik etkilerinin ne kadar derin olacağına bağlı olarak miktarsal genişleme uzunca bir dönem için süreklileşmiş bir uygulama haline gelebilir.
SWAP KANALI YENİDEN DEVREDE
Fed’in aldığı üçüncü önlem, 2008 krizi sırasında kullandığı merkez bankaları arası kullanılan takas (swap) mekanizmasının yeniden devreye sokulması oldu. Bunun amacı, küresel finansal hiyerarşinin tepesinde oturan ve dünyada hakim rezerv para olarak işlev gören doların küresel likiditesini artırmak idi. Ancak bu takas mekanizması şimdilik sadece Kanada, Birleşik Krallık, Japonya, Avrupa Birliği ve İsviçre merkez bankalarına açık.
Bir başka ifadeyle, küresel parasal hiyerarşinin daha alt basamaklarında olan küresel Güney ülkelerinin merkez bankaları, henüz dolar likiditesine doğrudan erişim olanağına sahip değil. Yine krizin gidişatı, Fed’i takas kanalını kullanarak küresel düzeyde yaşanabilecek olan olası bir likidite krizini aşmaya yönelik yeni adımlar atmak zorunda bırakabilir.
KÜRESEL KRİZ ÇOKTAN BAŞLADI
Tarihin hızlandığı bir dönemdeyiz. Dün ‘mümkün değil’ dediklerimiz bugün bir anda sıradanlaşıyor. O nedenle iddialı değerlendirmeler yapmamak gerekiyor ama mart ayı başından itibaren yaşanan gelişmeleri toplu olarak değerlendirdiğimizde şu iki ara sonuca ulaşıyoruz:
(i) Küresel ekonomi çoktan krize girmiştir ve bu en iyimser ihtimalle 2020’nin ilk yarısı boyunca sürecektir.
(ii) Krizin gidişatının Covid-19 salgınının seyrine ve salgınla mücadele stratejilerinin nasıl değişeceğine bağlı olarak gelişecektir. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nün ve pek çok ülkenin Covid-19 salgını ile mücadelede benimsediği ‘sosyal mesafe’ koyma stratejisinin daha ne kadar sürdürülebileceği, krizin gidişatı açısından kritik bir değişken olacaktır.
Mevcut durumda 2008 krizi sonrasının ‘daha fazla neoliberalizm’ paradigması çoktan kırılmıştır. Para politikasının işlevsiz kalması, maliye politikalarının devreye girmesini zorunlu hale getirmiştir. Ardı ardına yaşanan borsa çöküşleri, sanayi üretiminde görülen çok sert düşüşler, sıklaşan firma iflasları ve Alitalia örneğinde olduğu gibi kamulaştırmalar önümüzdeki dönemde artarak gündeme gelecektir.
Ancak alınan bu önlemler, neoliberalizmin geri dönülemez bir şekilde aşılmasından çok deyim yerindeyse ‘savaş ekonomisini’ andıran bir müdahale biçiminin gelişmesine işaret ediyor. Ekonomik modelin kapitalizmin ötesine geçecek şekilde yeniden kurgulamak bir siyasi aktörlük olmadan mümkün değil. Bu durumda ‘savaş ekonomisi’ biçimi alan bir ekonomik modele, pek çok ülkede zaten güçlü olan otoriterleşme dalgasının daha da kuvvetlenmesi eşlik edebilir.