YAZARLAR

Pandemi kültürü ya da yeni faşizmin zemini

En fazla balkona çık ve çok sıkışık değilse evler, birlikte alkışla ve televizyonun başına dön. Sevişmek için sağlık raporu iste, öpüşmek için çok güçlü bir neden.

Her akşam saat sekizde balkona çıkıyor insanlar, çoğu. Alkışlıyoruz hep birlikte. Bazen balkon demirlerine vuruyoruz, bazen tencere kapakları da katılıyor sanki faşist bir iktidar protestosu gibi ama alkış bu, virüse karşı mücadele eden sağlık emekçileri alkışlanıyor İspanya’da…

Sonra koltuğumuza dönüp, kahvemizi yudumluyoruz ya da bir içki alıyoruz üstümüzde hafif bir şeyler giymiş halde. Kaldığımız yerden devam ediyoruz, çok şükür ki öyle bir uygulama var, eskisi gibi biz balkondayken devam etmiyor film, yani hiç bir şey kaçırmamış oluyorsun. Bazen yine durdurup televizyonu ya da her neyse işte bilgisayar ekranını filan, telefona bakıyoruz ve birbirimizin paranoyasını besliyoruz. Kaç ölü var ona bakıyoruz. Alışkınız aslında Körfez Savaşı'nda sortileri seyrettirdiklerinden beri ölü sayısına, bize gelmedikçe sıra…

İstanbul yangınlarını, seyretmeyi kaçırmak istemeyen konak sakinleri gibiyiz, haber vermeleri için tulumbacılara bahşiş veren. WhatsApp gruplarımız var, ışıklı basketbol skorbord'una saniyeler ve sayılar düşüyor peş peşe ve her seferinde çok şükrediyoruz, ölüm bu yana düşmedi usta…

Biraz önce alkışladıklarımız -ki bunu da bulamayan sağlık emekçileri var-, solunum cihazını bir ölüden çıkartıp, başkasına taşıyor mesela, iki iğne yapıyor, ateş ölçüyor bu arada. Biz Süperman’i seyrederken ve örümcek adam duvara tırmanıyor, yapışkan ağları sayesinde.

‘Bir muhtemel karantinada hastanede sıkışıp kalmaktan ve gerçek anlamıyla ölene kadar çalışmaktan korkuyoruz hepimiz’ diye yazdı bir hemşire arkadaş…

Bir ABD’li firma -Pentagon bağlantılıymış- aşı buldu haberi okuyoruz ve bir Alman ilaç şirketi -ki Vietnam’da kullanılan gaz bombalarını da onlar yapmıştı- ben şimdi hazırladım ilacı diyor. Çin yapılmışı var diyor, eczane raflarında. Bir kahraman şirkete bağlamışız hayatımızı, yapışkan ağlarıyla bizi çıkartacak buradan ve sanki başkası yuvarlamış gibi bu çukura bizi.

Sadece virüs değil Pandemi-salgın kültürü ele geçiriyor her yeri. Ben’le başlayor ben’le bitiyor bu. Yeşil adamlar ve kadınlar yani mesela sağlık emekçileri, çöpleri alanlar, sokakları süpürenler, musluk açınca suyun akmasını sağlayanlar, düğmeye bastığında yanan ışığın sebepleri, ekmeği yoğuranlar, pişirenler ve herkes sanki yokmuş gibi hareket ediliyor.

-Ölen ölür kalan sağlar zaten bizden değil.-

Yeni tip bir faşizmin, yabancılaşmanın en üst düzeyinin evrensel tabanı bu. Egemenler bir sürü şeyi ilk önce cezaevlerinde denedikleri gibi, F tipi-izolasyon hücrelerinin her yeri kaplamasından başka bir şey değil bu. Artık hiçbir iktidar, hiçbir mitingi yasaklamak zorunda değil. Hatta kimseye sarılmayacaksın ve arkadaşının cenazesine bile gitmek zorunda değilsin, bulaşır diye. En fazla balkona çık ve çok sıkışık değilse evler, birlikte alkışla ve televizyonun başına dön. Sevişmek için sağlık raporu iste, öpüşmek için çok güçlü bir neden.

Eğer bu travmadan bir şey çıkaramazsak, virüsten ölmezsek bile yalnızlıktan öleceğiz.

Ve yıllar önce, Almanya’da öldükten 2 ay kadar sonra, odasında cesedi bulunan insana döneceğiz. İçeri girdiklerinde televizyon hâlâ çalışıyor olacak…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...