YAZARLAR

Muktedirin ruh hali, yurttaşın duyguları

Bizimki gibi ülkelerde, devlet asla acil durumda vatandaşı koruma-kollama esasına göre örgütlenmemiştir. Ve yurttaş siyasetin, kendine ve yakınlarına sahip çıkmak için mecburen girilmesi gereken alanına bu defa gözünü kırpmadan adım atar, çünkü hayatlar sözkonusudur. Çünkü siyaset nasıl yaşadığımızdır.

Çarşamba günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni “kalkan” operasyonu hakkında çok şey söylendi. Haklı olarak. Kararlaştırılan ekonomik önlemlerin ekonomideki dertlere uygun önlemler olmadığı yollu yorumlar, yaşanan insanlık felaketine teknik bile diyemeyeceğimiz ölçüde duyarsız, uzak, “soğuk”. Bunları en az yorumlar kadar umursamaz, kimileri şuursuz sahiplerine bırakarak, yelpazenin öbür ucuna bakalım.

Gerçek tehlikelerle yüzyüze, belirsizlik ve endişenin pençesine düşmüş ve ülke çapında karar alıcılar dışında çare umacağı kimse bulunmayan milyonlarca insan, ev kredisi, otel vergisi gibi kalemlerle oyalanılan açıklamayı izlerken, şu çıplak gerçeğin şamarını bir defa daha yedi: Devleti yönetenlerle ayrı dünyaların insanlarıyız. Ve onlar bizim dünyamızda astığı astık kestiği kestik buyruk sahipleri, muktedirler olarak, biz istemesek de yeralıyor, ancak biz onların dünyasında yeralıyor muyuz, alıyorsak ne kadar alıyoruz, şüpheli.

Eğer cumhurbaşkanının açıklamasını takiben duyduğumuz o korkunç söze, ekonomi bakanının ağzından, hepimize yönelik sahici bir aşağılama hamlesi olarak çıkan “gündemimizde yok” cümlesine bakılırsa, pek almıyor olmalıyız. “Eve kapanmaları beklenen, işyerleri kapanan, ücretsiz izne çıkarılan, dükkânlarını açamayan ahalinin elektrik-su vs. faturalarını erteleyin, tahsil etmeyin” önerisi hakkında, hiç şüphesiz derin bilgi birikimi ve kavrayış gücü, işlek zekâsı, sorun çözme kabiliyeti sayesinde ekonomi bakanı yapılmış zamâne insanı, basitçe öyle dedi: “gündemimizde yok”.

Peki ne var sizin gündeminizde? Nedir gündeminiz? Laboratuvarda harıl harıl korona virüsüne çare bulmaya çalışıyorsunuz da vaktiniz mi yok ayıracak? Yıllardır devlet imkânlarının har vurup harman savrulmasının hesabını bin türlü tehdit ve eziyetle bastırdığınız ahali soramıyor diye hakikat ortadan kalkmıyor ki. “Mermi kaç para, biliyon mu!”nun bilançosunu kimse kurcalayamıyor, bundan cesaret alıyorsunuz. Ama deniz bitiyor. Örtülü ödeneklerle doldurulan havuzdaki su, yani.

'İNTİHAR KALKANI'

Bu memleket koşulların gerektirdiği derli toplu, köklü, komplekslere, korkulara, yalanlara değil akla mantığa öncelik veren bir muhalefete mâkûl sürede kavuşur mu, şüpheli. Ancak iktidarın toplumsal-kitlesel desteği artık sahici destek değil. Sürmesi, yaşaması ancak mevcut kutuplaştırmayı şiddetli, kanlı boyutlara ulaştırmakla mümkün.

Bu da virüs salgını koşullarında zor. Çünkü böyle bir salgın, ister istemez de olsa, geçici süreyle de olsa, herkesi aynı gemiye buyur ediyor. Hoş, bugünkü iktidarın, her tarafı paramparça olup sadece salması elinde olacak olsa bile gemiyi sevmedikleriyle paylaşmaktansa kayalara bindirmeyi tercih edeceğini biliyoruz, ama bu “intihar kalkanı” harekâtında destekçi kitlesinin gözü dönmüş kısmı dışında kimse onlara eşlik etmek istemeyecek. Ya da dünyanın etnik, dinî, siyasî tariflere sığmayacak olan ilk soykırımını yaşayacağız: Doğuştan gelme bu ölçütlere ya da açık siyasî tercihlere göre tutulmuş saflara dayanmayan, tanımsız bir “onlar”a hücum edilecek ki, bu, memleketin hekimlerinin, bilim insanlarının çoğunu da kurban etmek anlamına gelir.

Gerçi cihan hakimiyeti için bu mesleklere ihtiyaç yok, ama işte, virüs falan oluyor, gerek duyulabiliyor. Neyse, sanırım bu ihtimali zihnimizden uzak tutmalıyız. Akıldışılığından ötürü değil. Öylesi bize pekâlâ uyardı. Üstüne akıl yürütmekle halledilecek şey olmadığı için.

HIZLANDIRILMIŞ KURS

İktidarı iktidar yapmaya elveren kitlenin hatırı sayılır bölümünün, yüksek sesle olmasa da, “ötekilere” işittirmeden fısıldanacak olsa da “yeter” diyeceği an geldi. Bundan sonrasının nasıl yürüyeceği, eğer kendine bu sıfatı hak edecek bir çeki düzen verme seferberliğine girişebilirse, muhalefete bağlı.

Duvar’da Hakkı Özdal, cumhurbaşkanının büyük hayal kırıklığı yaratan açıklaması üzerine yazdığı, “Saraylara milyarlık koruma, kulübelere kolonya” başlıklı yazısında, “Mevcut iktidar, Türkiye tarihinde eşine az rastlanır ölçüde açık, apaçık bir sınıf tavrı koymaktadır,” dedi (isabetle, ama yoksulluğun cüzzam muamelesi gördüğü Turgut Özal’lı yılları ihmal ederek). “İnsani bir kriz durumunda dahi, emeğiyle, işgücünü ve zamanını satarak geçinenlerin değil; krizden etkileneceği düşünülen şirketlerin yanında durulmakta ve bu hiçbir demagojik perde arkasına gizlemeye bile gerek duyulmadan ilan edilmektedir.

Cumhurbaşkanının açıklamasını ele alan birçok yorumcu gibi, Erdoğan’ın TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’na, milyonların gözü önünde “neşen yerinde” diye takılışından dehşete kapılmış olan Hakkı, skandalı şöyle tasvir etti: “Aralarına geniş mesafeler konarak oturtulan sermaye temsilcileri bu latife karşısında bakanlarla birlikte gülüşmüştür.” Onlarca askerin ölümü ardından sergilenen gülüşmeli “En Tepedekiler” piyesinden sonra ikinci skandal bu. İkinci “umurumda değilsiniz” duyurusu. “Gündemimizde yok”sunuz. Muktedirlerin haleti ruhiyesine dair hızlandırılmış kurs niteliğinde…

ASGARÎ MUHALEFET ZEMİNİ

Peki biz, çeşitli etnik, dinî aidiyetlere, farklı siyasî eğilim ve hedeflere sahip yurttaşlar ya da günün koşullarında, kendini yurttaş sayan, devletçe de öyle görülmek isteyen ve buna göre insan haysiyetine uygun davranış bekleyen bireyler, kimin gündeminde varız? Asgarî olarak, kuvvetler ayrılığına dayalı, seçimli-parlamentolu bir rejim, devlet görevlilerini de yasalara uymaya zorlayan, adaleti var edemese bile en azından hedefleyen, hiç değilse işkenceyi, keyfî cezalandırmayı yok eden hukuk sistemi, zenginlik eşit dağıtılamasa bile en azından eşitsizliği giderici düzenlemeleriyle, sağlık ve eğitim hakkının herkese sunulmasını temin edecek bir ekonomi düzeni... evet, en azından böyle bir asgarî zemin üzerinde, böyle bir hedefle siyaset yürütecek, kapsayıcı, güven verici, kararlı, zihni, ufku, niyeti açık muhalefet imkânsız mıdır?

Bu muhalefeti tepede biryerlerde birtakım siyasetçilerin kafa kafaya vererek yaratamayacağı açık. Muhteşem bir liderin çıkıp bunun için yol açamayacağı da öyle. Böyle bir siyaset ancak içi yeterince güçlü ve kapsamlı kavramlarla doldurulmuş yurttaşlık bilincinin ete kemiğe bürünmesiyle oluşur.

Salgın günleri, getirdiği, getireceği pek çok acının, eziyetin, yoksunluğun yanısıra, paradoksal şekilde, böyle bir umut ışığı barındırıyor. Dayanışma ruhu ve duygusu nelere kâdirdir!..

Geçen gün, yine Duvar’da, Dinçer Demirkent, salgın-karantina hayatının, “evlerine, kendilerine çekilen, dünyanın geri çevrilmesi imkansız görünen yüksek hızını evlerinde yavaşlatabildiğini gören ‘büyük insanlığın’ dünyaya ilişkin duygularını etkilemesinin kaçınılmaz” olduğuna dikkat çekti.…Dünyaya ilişkin, ortak bir evrene ve eyleme ilişkin düşüncenin filizlerinin atılabileceği bir ortamı oluşturabilecek sosyal mesafe uzun zamandır ilk defa bu kadar kısaldı,” diye yazdı Demirkent, “siyasal özneleşme”den, “evrenselci bir fikri dile getirmekten duyulan korkuyu aşma yönüne kısalan bu mesafenin büyük bir önemi olduğu”nu hatırlatarak: “Çünkü dünya üzerine düşünmenin ve eylemenin çeşitli dinlerin tanrılarına, o tanrıların söylediklerini vazettiklerini iddia edenlere ya da devlet başkanlarına bırakılamayacak kadar önemli olduğu kısa bir sürede ortaya çıktı.

Toplumun en az yarısının kendisini hiçe sayan iktidarla en ufak manevî bağının bulunmadığı, pekâlâ daha iyi koşullarda yaşayabileceğine inandığı bir ülkede, muktedirlerin toplumun suratına -üstelik en olmayacak koşullarda- kendisini umursamadığını kanırta kanırta haykırmaları şüphesiz değiştirici gücü olan eylemdir. Buna karşılık, ister istemez, bencillik ve düşüncesizlik girişimlerinin olağan şartlardakinden fazla ve acil tepki göreceği, dayanışmanın bin türünün şuradan buradan filizleneceği salgın-karantina ortamı, hayatı ve geleceği başkalarıyla birlikte tasarlama-kurma yönünde cesaretlendiricidir. Bu memleketin sivil toplumunun en büyük özgüveni kazandığı ve fiile dönüştürdüğü hadise, 1999 depremi ertesi yardım seferberliğidir.

SİYASET, NASIL YAŞADIĞIMIZDIR

Böyle olağanüstü sıkıntılı zamanlarda insan kavrayışı genişler, derinleşir, daha önce göze gözükmeyenler gözükür: Siyaset birtakım kadroların birbirini alt etme -ihaleleri kimin yakınlarının alacağı, bol maaşlı işlere kimin yakınlarının alınacağı- kimin kimi hapsetmeye gücünün yeteceği- dalaşından ibaret değildir. Bizimki gibi ülkelerde, devlet asla acil durumda vatandaşı koruma-kollama esasına göre örgütlenmemiştir. Ve yurttaş siyasetin, kendine ve yakınlarına sahip çıkmak için mecburen girilmesi gereken alanına bu defa gözünü kırpmadan adım atar, çünkü hayatlar sözkonusudur. Çünkü siyaset nasıl yaşadığımızdır.

Evet, yönetenler bizi umursamıyor; umursanacakları hayatı ancak umursanmak isteyenler kurabilir.

Farklılıkları koruyarak birlikte yaşayabilme arzusu, çok güzel bir hayale hayat verir. Bunun câzibesi büyük. Kibir ve çıkar tanrısına tapar hale gelmiş muktedirler çemberinin en iyi bellediği, çünkü kâbuslarında kendisini boğan ejderha bu. Muktedirin keyfine bağlı sadaka düzenini yerine geçirmeye çalışarak yok saymak ve yok etmek için uğraştıkları toplumsal dayanışma da aynı sûrette yeralır kâbuslarında. Ve salgın-karantina zamanı, toplumsal dayanışma zamanıdır.

Son hücremize kadar düşmanlaştırıldığımız şu ortamda bile sahiden hep beraber yapabileceğimiz tek simgesel eylemden, gece pencereyi açıp, balkona çıkıp sağlıkçıları alkışlamaktan, yalayacak kemik neredeyse oralarda takılmayı bilen, şimdi de bugünün muktedirlerinin attıklarıyla beslenen birtakım yavşakların böylesine ürkmesi başlıbaşına anlamlı işaret. İzi sürülebilecek bir anlam yatıyor burada. Böylelerini görmezden duymazdan gelmek tabiî, doğru olan. Ama bu defa salladıkları bıçak havada öyle asılı kaldı ve yol gösteriyor.