YAZARLAR

'İstiklal Marşı korkma ile başlar, biz Türk’üz, korona korksun'

Korona; iliklerimize kadar işlenmiş içi boş, hamasi milliyetçi damarın egemenliği altında ne hallere geldiğimizi, toplumsal olarak nasıl saçma bir yere evrildiğimizi tokat gibi gösteren bir ayna oldu. 19. yüzyıldan Cumhuriyet’in kuruluş süreçlerine ve devamına, 1960’larda yükselen ve partileşen hareketten günümüz iktidarına kadar uzanan bu sistematik yolculuğun sonunda geldiğimiz nokta, “Türk”ün adeta ölümsüz bir Marvel kahramanı olarak algılanması oldu.

Şurası çok açık ki, beyinlerimiz onlarca yıldır sistematik bir milliyetçilik bombardımanıyla kodlanmış durumda. Bir tarafta biz, yani yenilmezler ordusu, diğer tarafta koca bir dünya… Çocukken “hadi olm ben tek, siz hepiniz” diyerek maç yapmak istememizin nedeni de kendimizi daha o yaşlarda dev aynasında görmemizden kaynaklanıyor muhtemelen. Bir tarafta her konuda dimdik duran Türk milleti, diğer yanda “gavur, Yahudi, bizi parçalamaya çalışan ve elbette kıskanan küresel güçler”. Korona ile imtihanımız, onlarca yıla dayalı içselleştirilmiş bir Türkçülük fetişizminin çıktısı aslında: Türk’e bir şey olmaz!

Türkiye’de habercilik uzunca bir süredir iki temel aks üzerine oturuyor. Birincisi sokak röportajları, ikincisi erkekten geçilmeyen ve mutlaka her konuyu bilen uzmanlardan oluşan programlar. İkisine de yoğun biçimde maruz kaldığımız günlerden geçiyoruz. Sokak röportajları, televizyonun yanı sıra YouTube üzerinden yapılan yüzlerce versiyonuyla birlikte, yaşadığımız coğrafyayı daha iyi tanımamıza vesile oluyor. Röportajı yapanların siyasi meşrebine göre montajda, mevzu nereye getirilmek isteniyorsa o röportajlar öne çıkartılıyor ve bu açıdan baktığımızda elbette manipülatif bir tarafı var bu işlerin. Ancak geçen hafta yapılan onlarca sokak röportajında bir kez daha gördük ki “Türklere hiçbir şey olmaz.” Bizler virüsün bile işlemediği, bayağı üstün bir ırka mensubuz aslında, dışarda mangal yapmaktan balık tutmaktan vazgeçmememizin temel nedeni de bu. Her ne kadar ırk güzellemesini yapan ve ülkemize bu virüsün gelmeyeceğini iddia eden akademisyen Oytun Erbaş’ı, vakaların peşi sıra açıklandığı geçtiğimiz hafta hiçbir mecrada göremedik ama olsun…

Uzmanı böyle olursa halkımız neden “bize korona komaz” demesin ki? İşte size çarpıcı bir örnek: Elazığ şehir merkezinde mikrofon uzatılan bir vatandaş bakın neler dedi: "Korona diye bir şey yok, bunlar uydurma algı operasyonu, bizim imanımız var.” Pekiyi bu size neyi hatırlatıyor, neredeyse her gün her şeye “algı operasyonu” diyen politikacılarımızı değil mi? Misal, “Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye ekonomisine yönelik hem içeride hem dışarıda belli çevrelerin adeta sistematik bir algı operasyonu yürüttüklerini ifade ederek…” Ekonomik kriz nasıl ki yoksa ve bir algı operasyonuysa, korona da algı operasyonu, milliyetçi-muhafazakar “halkımız” böyle düşünüyor, yok diyor, bize gelmez, biz yeneriz evelallah…

Devlet Bahçeli geçen hafta hamasetin zirvesinde, korona ile ilgili şunları ifade etti: “Türk milleti daha nice sorun ve sıkıntılara dayanacak kudrete haizdir. Bir olursak, yardımlaşma ve dayanışmamızı diri tutarsak her engeli aşmamız mümkündür.” Yani aslında anahtar kelime burada “Türk” olmak. Bilime, rasyonaliteye, uluslararası dayanışmaya gerek yok, zira Türk ölmez, Türk yenilmez, Türk korona virüsü de kapmaz aslında. Çünkü o “kudrete haiz”. Varsın aşı için araştırma yapacak yeterli donanıma sahip olmayalım, biz “bir olursak” korona zaten vazgeçer, korkar, buralara gelmez. Karikatürize ettiğimi lütfen düşünmeyin, alt metin de üst metin de aynen böyle. Aynı Bahçeli 2017 yılında da muhtemelen siyasi tarihimizin en nadide açıklamalarından birini yapmıştı: “Türkiye'de diktatör olmaz, diktatör bir kere Türkçe değil'. Bu minvalde faşist de, kapitalist de olmaz ülkemizde. Hatta korona da olmaz zira o da Türkçe değil… Olaya bu cepheden bakınca hakikaten Anadolu insanının “Türk’e bir şey olmaz hani bak dışardayım, nerede korona” tarzındaki özgüveni daha bir anlam kazanıyor. Yok aslında korona, çünkü Türkçe değil. Cem Yılmaz’ın formülüyle ifade etmek gerekirse, biz koronayı Türklüğümüzle “oksitledik.”

Bu kendine ve ırkına aşırı güvenen sokak röportajları, sadece son 18 yılda değil, onlarca yıldır sistematik olarak bizlere zikredilen milliyetçi hamaset politikalarının doğal tezahürü aslında. Urfa’da yasağa rağmen Cuma namazı için cami kapısını kırmaya çalışan dini bütün vatandaşlar; Ziya Gökalp’in “İslamiyet, bir kızdır; bekçisi, Türk bir arslan” sözlerini 21. yüzyıla taşıyan, organize milliyetçiliğin çıktılarıdır. Korona; iliklerimize kadar işlenmiş içi boş, hamasi milliyetçi damarın egemenliği altında ne hallere geldiğimizi, toplumsal olarak nasıl saçma bir yere evrildiğimizi tokat gibi gösteren bir ayna oldu. 19. yüzyıldan Cumhuriyet’in kuruluş süreçlerine ve devamına, 1960’larda yükselen ve partileşen hareketten günümüz iktidarına kadar uzanan bu sistematik yolculuğun sonunda geldiğimiz nokta, “Türk”ün adeta ölümsüz bir Marvel kahramanı olarak algılanması oldu.

“Korona virüsünden korkuyor musunuz” sorusunu soran Sarı Mikrofon’a konuşan yurdum insanlarının cevapları, Alpaslan Türkeş’in “Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur” sözlerinin sahadaki yansımasıdır aslında: “İstiklal Marşı Korkma ile başlar, korkmayız, biz Türküz”, “O bizden korksun”, “Türkiye’ye girdiğine pişman ederiz, kimse merak etmesin…”

Bu milliyetçilik damarı öylesine işliyor ki, Kürt politikasından Suriye’de savaşa, ekonomik krizden korona salgınına kadar hemen her konuda bu butona bastınız mı bütün sorunlar bir anda çözülecekmiş algısı yaratılıyor: “Onlar bizden korksun, zaten algı operasyonu bunlar.” Bu sokak röportajlarını sadece Türkeş’in kavramsallaştırmalarıyla özdeşleştirmek doğru olmaz, zira bugün geldiğimiz noktanın teorik çerçevesini yukarda ifade ettiğimiz hemen her dönemde bulmak mümkün. Örneğin, 1947’de Osman Yüksel tarafından, “Hakka Tapar Halkı Tutar” ifadesiyle çıkarılan Serdengeçti Dergisi milliyetçilik anlayışını, bugün koronadan korkmayan vatandaşlarımızla aynı minvalde pek de güzel özetlemiş: “Allah’tan başka kimseden korkmuyoruz. Bizler münkir (Allah’ın varlığına inanmayan) değiliz. Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız.” Sarı Mikrofan’a verilen yanıtlarla neredeyse aynı değil mi? “Biz Türk milletiyiz, korkmayız hiçbir şeyden”, “Özel bir şey yapmıyorum, abdest aldım, namaza gideceğim işte…”

İçselleştirilmiş, sistematik milliyetçiliğin tıkır tıkır işlemesi neticesinde geldiğimiz bu noktada, sadece iki basın toplantısı yaparak, her gün tweet atarak bizle iletişim kurdu diye sevmeye başladığımız, özel hastane patronu Sağlık Bakanı’nı ve bütün sistemi, bu zamana kadar okulların görece erken kapanması dışında proaktif davranmadığı (kitlerin hazır olmaması, başta maske olmak üzere ekipmanların hastanelerde yetersizliği, yurtdışından gelenlerin organizasyonu, bu virüsün 2,5 ay önce çıkmış olmasına rağmen, iyi örnek Güney Kore yerine İtalya’nın baz alınması...) için eleştirebilecek miyiz? Yoksa geldik mi yine “Şimdi bunları konuşmanın sırası değil, şimdi birlik beraberlik zamanı, zaten Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” aşamasına? Mesele her ay “Şimdi konuşmanın sırası değil” dediğimiz çok sayıda örneğin hayatımızın temel paterni olması ve bu durumda siyasal rejimin daha fazla otoriter olmaya gerek bile duymaması. Çoğunluk, başta milliyetçilik şerbetinden oldukça nasiplenen ana muhalefet partisi olmak üzere, “Ayy şimdi sırası değilmiş” deyip bir tür oto-sansür uyguluyor zaten.

Öyleyse son sözü sokak röportajlarından efsane bir abiye bırakalım: “Korona mı, hani nerde? Ben göremiyorum.”


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.