YAZARLAR

'Bugün yalnızca mücadele'

Toplumdan arındırılmış bir sistemin krizi bu. Toplumun etkisi ve izi olmadan çözülecekse, bu her koşulda toplum yararına olmayacaktır.

Yarın göl kıyısında yürüyüşler,

Yarın dostluk haftaları,

Yarın bisiklet yarışları,

Yaz akşamları mahalle içlerinden geçerek…

Ama bugün yalnızca mücadele.

İspanya İç Savaşı’nda Uluslararası Tugay saflarında savaşan Britanyalı şair W.H.Auden, 1937’de yazdığı İspanya şiirinde böyle diyor: Bugün yalnızca mücadele! Güzel yarınların gelmesinin başka yolu olmadığını biliyor.

Bugünden yarına bitmeyecek kaotik bir salgının ilk günlerindeyiz. Salgının henüz potansiyel tüm etkileri görülmemişken, tam olarak nereye varacağı kestirilemezken bile, artık geri dönülemeyecek bir takım toplumsal yönelimlerden bahsetmenin mümkün olduğuna inanan bir kesinlikle “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” söyleniyor. Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı öngörülemez olağanüstü halin yüzyıllık kapitalizmin yürürlükteki bütün eşitsizliklerini görünür kıldığına ve derinleştirdiğine vurgu yapılarak, küresel kapitalizmin süresinin dolduğu, en azından artık kendisini yeniden üretmekte çok zorlanacağı için bugüne dek geldiği haliyle süremeyeceği inancı pek çok kişiyi ikna etmiş görünüyor.

Bu yönde en fazla ümitli vurgu yurtta ve dünyada çeşitli örneklerle ortaya koyulan dayanışma üzerine yapılıyor. Ne tuhaf! Biz de tam Selçuk Kozağaçlı’nın, toplumdaki, hatta toplumdaki bile değil, kendine solcu, muhalif, demokrat diyenlerdeki “dayanışma” yoksunluğuna gönül koyan harika yazısını okumuş ve utanmıştık ki (utanmış mıydık?), korona virüs salgını sonrasında birdenbire dayanışmanın gelişeceğine ilişkin bu türden ümit dolu yazılar yazılmaya başlandı.

YENİLENME

Salgın karşısında kamusal sağlık önlemleri ve sorumlu-dayanışmacı mücadele yöntemleri geliştirmenin gerekliliği, piyasa kapitalizminin ve onun her türden devlet örgütlenmesinin sorgulanışına yol açacağı beklentisini doğal olarak uyandırıyor.

Salgın gibi istisnai olaylar, tıpkı büyük depremler gibi, dayanışmacı ruhun ortaya çıkıp çeşitli yöntemlerle gelişmesine vesile olan istisnai koşullar yaratır. Ama çoğunlukla kendisini var eden istisnai koşulların ortadan kalkmasıyla birlikte bu ruhun kendisi de yok olur. Sivil toplum dayanışmasıyla göğüslenen 1999 depremi koşullarında da “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”tı!

Türkiye için böyleyken dünya için de farklı bir gelecek düşünmemizi gerektirecek güçlü ve somut bir veri yok elimizde. Şüphesiz aynı nedenin farklı koşullarda aynı sonuçları vermesini bekleyemeyiz; salgının her ülkede kendi koşullarına göre farklı sonuçları olacaktır. Ama bu sonuçlar illa piyasa kapitalizminin ve onun her türden devlet örgütlenmesinin sorgulandığı ilerici bir biçim kazanmak zorunda değil, gerici bir biçim de alabilir. Modern dünya tarihi bunun trajik örnekleriyle dolu. (Dünkü yazısında da İlhan Uzgel de korona salgınının bu tarihe güncel bir örnekle katılmakta olduğundan bahsediyordu.)

Deprem gibi türlü melanetin gerçek sorumlusunun bu türden melanetlere tabur tabur mağdur yığan eşitsizlikçi toplumsal sistemin ta kendisi olduğunu göstermiş olan Rousseau’dan beri, eşitsizlikçi sistemler zan altındadır. Ama Rousseau’dan beri bu sistemlerin en örgütlü yapı, kurum ve ilişkilerini geliştirmiş kapitalizmin her krizden yenilenerek çıkma alışkanlığı da dillere destandır.

Kapitalizmin bu melanetten de büyük fırsatlar devşirmesi olası. Oysa “koronadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler, kapitalizmdeki sonu gelmez bir yinelenmeye değil, her şeyin sonunu getiren bir yenilenmeye vurgu yapıyorlar.

SOSYALİST POLİTİKA

İster mevcut duruma ilişkin isterse gelecek öngörüsü olsun, dünyanı her yerinden üretim-tüketim dengesine, işsizliğe, değersizleşmeye ilişkin korkutucu rakamlar, istatistikler geliyor. Ama mevcut sermaye birikimi modeli zaten salgın öncesinde de krizdeydi. Santiago’dan Beyrut’a kadar her yerde (genellikle odağında hâkim ekonomik modelden hoşnutsuzlukların yattığı) protest kalkışmalar yaşanıyordu. Yani mesele korona salgınının bir “devrimci gerçeklik anı” yaratmış olmasıysa eğer, salgından önce de, Aydın Çubukçu’nun muhteşem tespitiyle, “devrim kendine biçim arıyor”du zaten.

Ekonomideki hal ve gidişin gündelik yaşam kültüründen siyasete, hukuktan eğitime dek toplumsal dünyanın her alanında belli sonuçları olacaktır. Amerikalı değerli sosyolog David Harvey, toplumsal dünyanın bütün alanları söz konusu olduğunda işe yarayacak tek politikanın ABD için “Bernie Sanders’ın önerebileceği her şeyden daha sosyalist bir politika” olduğunu söyledi. Harvey’in ABD örneğini yaygınlaştırırsak, İngiltere’de oy oranı yüzde 30’larda gezinen İşçi Partisi’nin, İspanya’da oy oranı Sosyalist Part’iyle birlikte yüzde 40’ı ancak bulan Podemos’un, Yunanistan’da yüzde 31’lik Syriza’nın, Türkiye’de yüzde 1’lik Sol Parti’nin önerip yapabileceği her şeyden daha sosyalist bir politika demektir bu. Öyle bir sosyalist politikaya da ancak toplumun örgütlendirilmesiyle varılabilir, toplum talep eder hale gelmelidir bunu. Krizin etkilerini hafifletmek için önerilen devlet müdahalesi, kamu harcamalarını artıran mali önlemler, işsizlik ödeneğinin yaygınlaştırılıp genişletilmesi, güvencesiz çalışanlara ücretli izin hakkı gibi sosyal politika ve sosyal güvenlikle ilgili sorunlar, ücretli emeğin sorunudur, piyasa kapitalizmi ve onun devlet örgütlenmesinin değil.

Yani, her şeyin sonunu getirecek bir yenilenmenin nasıl gerçekleşebileceği, güzel yarınların gelmesinin yolunun nereden geçtiği çok açık: Bugün yalnızca mücadele!

Gelecek tahayyülüne toplumun dahil edilebilmesi lâzım; toplum, her şeyi değiştirecek yenilenmenin iştirakçisi olabilmeli. Aksi halde… Toplumdan arındırılmış bir sistemin krizi bu. Toplumun etkisi ve izi olmadan çözülecekse, bu her koşulda toplum yararına olmayacaktır.

O GÜNLERDE BİLE…

Bertolt Brecht, Shelley’in (İngiliz hükümetinin 1819’da Manchester’da yaptığı katliamın ardından yazdığı) Anarşinin Maskesi şiirini okuduktan sonraki duygularını şöyle ifade eder: “Shelley’in sömürü ve zulmü lanetleyen şiirini, Mısırlı köylülerin 3000 yıl öncesine ait şarkıları gibi okumak nasıl da dehşet verici! Bunlar hâlâ baskı ve zulümle dolu bir gelecekte de okunacaklar mı ve insanlar şöyle diyecekler mi: O günlerde bile…”

Bakın 14. yüzyılda, Ortaçağ'ın günbatımında yani, Fransız şair Eustache Deschamps ne söylüyor:

Acı ve günah zamanları

Gözyaşı, haset ve karışıklık çağları,

Çöküntü ve lanetlenme zamanları,

Sona götüren çağlar,

Hayatı kısaltan hüzünlü çağ.

Karanlık çağın şairi, her şeyin kötüye gittiğini düşünüyor, insanlığın sonunun gerçekten yaklaştığına inanıyordu. Hayatı karartma arzusuyla değil, hayatın kendisinden ve kaçınılmaz sıkıntılarından duyulan korkuyla söylüyordu bunları.

Deschamps’ın korku dolu şiirini bugün yazılmış gibi okumak nasıl da dehşet verici! Kıyamet alametinin bin türlüsüyle dolu bugünün dünyasında da pek çok insan aynı düşünce ve inançla aynı şeyleri söyleyebilir. “Bugün yalnızca mücadele!” değilse… Salgının yarattığı kaotik ortamda gelecek için kesin hiçbir şey söyleyebilecek durumda değiliz demektir. O halde bir tek şey yapabiliriz; Brecht gibi biz de soru sorabiliriz sadece: Bu şiir, hâlâ hayatın kendisinden ve kaçınılmaz sıkıntılarından büyük korku duyulduğu bir gelecekte de okunacak mı?