YAZARLAR

Herkesin OHAL’i nasıl olur?

Herkesin kendi OHAL’ini ilan etmesi sözünün bugünler geçtikten sonra güzel bir tınısı olacak belki de. Örneğin, bir gün çıkıp evine davetsiz gelinmesinden hiç hoşnut olmayan sevgili arkadaşım, Canberk Gürer’in evine sabaha karşı gidip kapısını çalabilirim, kendi OHAL’imi ilan ettiğim iddiasıyla.

Türkiye uzun zamandır bir olağanüstülüğü yaşıyor. 20 Temmuz 2016’da ilan edilen “resmi olağanüstü hal” iki yıl sürdü. Ardından 7145 sayılı kanun ile olağan dönemin olağanüstü hali de kanunlaştırıldı. Olağan olan ile olağanüstü olanın uzun zamandır birbirine geçtiği, dolayısıyla anayasal statü olarak bir tür güvence olarak var olan olağanüstü hal ile anayasal olağan halin arasındaki siyasal ve hukuksal ayrımların ortadan kalktığı bir andayız. Aslında bu da tam olarak anayasasızlaştırma, süreklileşmiş bir olağanüstü hal anlamına geliyor. Artık bir ilana, kurala gerek kalmadan. Siyasal iktidarın olağanüstü halin gerektirdiği hukuki rejime ihtiyaç duymadan egemenlik yetkilerini anayasal sınırların ötesine geçerek kullanmasının önünde bir engel kalmadığını biliyoruz artık.

Bu anayasal süreçlere, ciddiliğini gayriciddiliğinin kaynağından alan iki söz damga vuracak belki de. Türkiye’de olağan hukuki rejimi askıya alarak sürekli diktatörlük inşası aracı olarak kullanılan, süresi içinde rejim değişikliğine gidilen 20 Temmuz OHAL’i için dönemin başbakanı Binali Yıldırım’ın “devlet kendine OHAL ilan etti” demesi ile Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilen Covid-19 hastalığına ilişkin tedbirler bağlamında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” demesi arasındaki bağlantıdan bahsediyorum.

DEVLETİN KENDİNE OHAL’İ

AKP hükümeti, Temmuz 2016’da “kendine” üç ay sürecek OHAL ilan etti. Bunu yedi kez uzattı. Temmuz 2018’e kadar geçen zamanda 32 Kanun Hükmünde Kararname çıkardı. Bu kararnameler ile 135 bin 147 kişi hakkında kamu görevinden ihraç kararı verildi. Hiçbir yargı süreci işletilmeden haklarındaki çıkarılan kişiye özel kararnameler yoluyla ihraç edilen bu kişiler SGK kayıtlarında fişlendi, iş bulmaları engellendi. Anayasaya aykırı olarak pasaportlarına tahdit kondu. Seyahat, çalışma, kamu hizmetine girme hakları başta olmak üzere yurttaşlık haklarından mahrum bırakıldı. Seçilme hakları engellendi. Onlarca gazete ve televizyon kapatıldı. Gazeteciler tutuklandı, akademisyenler yargılandı, tutuklandı. Belediyelere kayyım atanmasının yolu açıldı. Yasama organının işlevleri gasp edilerek olağanüstü hali gerektiren sebeple ilişkili olmayan mevzuat birçok başlıkta kalıcı olarak yeniden OHAL KHK’leri ile düzenlendi. Anayasa Mahkemesi içtihadını değiştirerek 'ben bunların maddi olarak OHAL KHK’si olup olmadığına bakmam' dedi. Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin eş genel başkanları tutuklandı, tutuklamalar ana muhalefet vekillerine yayıldı. Grevler yasaklandı, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, kanuni hakim güvenceleri, hak arama hürriyeti yok sayıldı. Anayasamıza göre savaş durumlarında ve olağanüstü hallerde bile yapılamayacak olmasına rağmen suçlar ve cezalar geriye yürütüldü; masumiyet karinesi ihlal edildi. Mutlak yasak olan işkence yasağının ihlaline ilişkiler ciddi veriler hâlâ güvenilir meslek örgütlerince paylaşılıyor.

Erdoğan, “devlet kendine ilan etti” dediği OHAL ile yeni rejimin kuruluşunu yasal zemine kavuşturmaya çalıştı. Türkiye’nin siyasal rejimini değiştiren 16 Nisan 2017 plebisiti bu OHAL koşullarında gerçekleştirildi. Basının, parlamentonun susturulduğu, yargının rakamlarla dizayn edildiği, yurttaşlık haklarının askıya alındığı, ağır baskı koşullarında seçim adaleti ve güvenliğinin sağlanmasının bile koşulları ortadan kalkmışken Türkiye’nin rejimi değiştirildi. Devlet kendine ilan ettiği OHAL’i o kadar sevdi ki OHAL’in resmi olarak sonlandırılmasının ardından 7145 sayılı kanun ile OHAL yetkilerini olağan dönemde sürdürecek düzenlemeleri getirdi.

Evet Binali Yıldırım’ın hakkını yememek gerek. Erdoğan kendini devlet yerine koymuş, kendi için ve kendi kullanımında OHAL ilan etmişti. Milyonlarca yurttaşını haklarından mahkum ederek, on binlercesini sivil ölüler haline getirerek, cezaevlerine koyarak… Hayatlarını yerinden ederek.

YURTTAŞIN OHAL’İ

Şeyhmus Diken’i 2000’li yılların SBF Öğrenci Derneği, 1970’li yıllardaki okul arkadaşlarıyla tanışmaya başladıklarından beri tanır, ağabeyim olarak sayarım. Pazartesi günü, devletin OHAL’i, görevden alınan HDP’li Yenişehir Belediye Başkanı Belgin Diken’i gözaltına aldığında geçmiş olsun için aradım Şeyhmus Ağabey’i. "Sabahın 5’inde geldiler, böyle bir zamanda, insanların evlerinde oturmaları söylendiği bir zamanda, gelip ev arıyorlar, çağırabilecekken gözaltı yapıyorlar" demesi ayrı bir içime oturdu. Her zamanki doğallığı ile polislere de sormuş tabii "virüsün yayılmasını önlemeye çalışırken bu biçimde gelmeniz, gözaltı yapmanız doğru mu" diye. Devletin kendine OHAL’i söz konusu olunca, yurttaşın kendine OHAL’inin bir hükmü kalmıyor. Binlerce hasta ve yaşlı tutuklu ve hükümlü hâlâ cezaevlerindeyken devlet kendi OHAL’ine göre yargı reformu yapıp infazı değiştiriyor örneğin. Siyasi tutuklular, TMK nedeniyle hiçbir şiddet eylemi ile ilişkilenmese bile mahpus olanlar öyle kalmaya devam ediyor, hasta da olsa, yaşlı da olsa. Devletin kendine OHAL’i çünkü asıl olan.

OLAĞAN-OLAĞANÜSTÜ

Erdoğan rejiminin bugün Olağanüstü Hal ilan edip etmemesi değil, buna gerek duyup duymaması problem. 65 yaş üstü bireylerin sokağa çıkmasına kısıtlama kondu. İşyerleri kapalı, işçilerin yarınlarını nasıl sürdürecekleri belirsiz. Sokağa çıkma yasağı gündemde. Bugün örneğin çalışmayı salgın koşullarında işyerinde sürdürmek zorunda olanlar da OHAL ilan edecekler mi? Çalışamadıkları için ücret alamayan güvencesiz, sigortasız çalışanların OHAL’i nasıl olacak şimdilik bilmiyoruz. Salgın bizzat olağanüstü bir durum yarattı ülkede. Rejim, hiçbir kanuni dayanak kaygısı duymadan istediği önlemi alıyor. Bu önlemlerin yerindeliğinden bağımsız olarak hukukiliğini sorgulamak artık hiç kimsenin aklına bile gelmiyor. Çünkü o eşiği çoktan aştık. Olağanüstü hal anayasal statünün ötesine geçmiş biçimde zaten var.

Fakat herkesin kendi OHAL’ini ilan etmesi sözünün bugünler geçtikten sonra güzel bir tınısı olacak belki de. Örneğin, bir gün çıkıp evine davetsiz gelinmesinden hiç hoşnut olmayan sevgili arkadaşım, Canberk Gürer’in evine sabaha karşı gidip kapısını çalabilirim, kendi OHAL’imi ilan ettiğim iddiasıyla. Elbette bu aramızda nahoş bir anı olarak kalır. Fakat daha siyasal bir tını edinmesi, devrimci 19. yüzyılın, proleterlerin sıkıyönetimi dediği şeye zemin olması da mümkündür. Yani devlet kendine OHAL ilan ettiğinde kendisine çizilen sınırları tanımıyor, hükümranlık düzenine geçiyorsa, belki halkın OHAL’inin de benzer bir hükümranlık iddiası olacaktır ileride, gerçek bir olağanüstü halden bahsediyorum, kurucu bir olağanüstü halden.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.