'Her yerdeyiz, ama sanki kimse bizi görmüyor'
Her defasında korkarak eve geliyorum. Aileme en az zarar verecek şekilde davranmaya çalışıyorum. Daha kapı önünde kıyafetlerimi çıkarıp poşetliyorum. Sonra çamaşır makinesine. Her gün 60 derecede yıkanıyor. Sonra duşa giriyorum. Ateşim yoksa, kendimde öksürük bir şey hissetmiyorsam, bir yoklayıp ondan sonra çocuğumun eşimin yanına geçiyorum her gün. Beş aylık ufak bir çocuğum var, eşim de bebek dolayısıyla çalışamıyor.
Bir devlet hastanesinde neredeyse on yıldır çalışan otuzlu yaşlarında bir özel güvenlik görevlisi nöbet çıkışı anlatıyor; bazen yorgunluktan, bazen öfkeden sesi titreyerek. Her gün binin üzerinde insanla yüz yüzeler. İyi ihtimalle bir maske bulurlarsa da 12 saat kullanmak zorundalar. Bankalar, AVM'ler, toplu taşıma durakları gibi yoğun noktalarda çalışan tüm güvenlik görevlileri risk altında. Covid-19 teşhisi konanlar, hatta hayatını kaybetmiş olan var. Seslerini duyan pek yok.
Nöbet alıyoruz, on iki saat, sadece bir tane maske veriliyor bize. O da verilirse. Eldiven yok, dezenfektan yok, hiçbir şey yok! Dile getirince de lütuf istiyormuşuz gibi davranılıyor. Pozitif olup olmadığını bilmiyorum, ama karantinaya alınan acilden hekimlerimiz oldu. Net sayıyı bilmemiz mümkün değil, şu anda yoğun bakımda pozitif hastalar var, servislerde izole edilmiş yatan ellinin üzerinde hasta var.
Özel güvenlik görevlileri özellikle hastanelerde büyük bir risk yaşıyor, hastayı ilk yönlendiren biziz çünkü. Şüpheli vakalar geliyor durmadan. Bu iş başladığında uzaktan eğitim şeklinde bir bilgilendirme aldık. Sisteme düşüyor, otuz günlük sürede almanız gerekiyor, tabii ki gerçek eğitim gibi değil. En önemlisi kendimizi koruyamamamız. Bunu söylediğimizde yönetici “Gidin kendinize kolonya alın” diyebiliyor. Sanki bu ihtiyaçları karşılamak kendi sorumlulukları değilmiş gibi bir işgüzarlık var. Ben şahsen hastanede ilişkilerimi kullanarak başka birimlerden, çocuk acilden, tanıdığım arkadaşlardan kendime maske edinmeye çalışıyorum. Sağ olsunlar, sıkıntı çıkarmıyorlar ellerinde varsa. Çoğu özel güvenlik görevlisi arkadaşım maskesiz çalışıyor. Daha yeni istem yaptılar, dün sabah birer tane dağıtabildiler. İki hafta önce kendim rahatsızlandım, aile hekimliğinde kayıt açtırdım, muayene oldum. Burnum akıyor diye önemsenmedi, gönderdiler. Belki de geçirdim, bilmiyoruz ki.
Ben on yıldır hastanede çalışıyorum. İlk bir mağazada özel güvenlik olarak başladım, sonra hastaneye geçtim. On bir kardeşlik bir aileden geldiğimiz için ekonomik koşullar okumamızın önüne geçmişti, hastanede çalışırken bir yandan okudum da. Emekten yana tutumları olmayan yönetimlerle karşı karşıya kalıyoruz. Onların istediği sendikada olmayanlar sorun yaşayabiliyor. Üye çoğunluğuna sahip olan, hükümetle bire bir muhatap sendika, görünürde var olan ama işleyişte ne yazık ki var olmayan bir sendika. Diğer hastanelerde çalışan arkadaşlara iki-üç aylık geçici görevlendirme yazılarının geldiğini duyuyoruz. Yoğunluğu daha fazla olan hastanelere kendi seçtikleri kişileri yolluyorlar. Mevcut durumu öne sürerek bunu yapıyorlar ama seçme yapıp yoğun riskli yerlerde kendi yandaşlarını görevlendirmiyorlar. O arkadaşlar da başka seçenekleri olmadığı için mecburen imzalayacaklar. İşin bir de bu yanı söz konusu.
Her defasında korkarak eve geliyorum. Aileme en az zarar verecek şekilde davranmaya çalışıyorum. Daha kapı önünde kıyafetlerimi çıkarıp poşetliyorum. Sonra çamaşır makinesine. Her gün 60 derecede yıkanıyor. Sonra duşa giriyorum. Ateşim yoksa, kendimde öksürük bir şey hissetmiyorsam, bir yoklayıp ondan sonra çocuğumun eşimin yanına geçiyorum her gün. Beş aylık ufak bir çocuğum var, eşim de bebek dolayısıyla çalışamıyor.
Normalde mart içinde izne çıkacaktım, ikinci bir emre kadar izinler iptal oldu. Bir yandan bakanın açıklamasına göre biz ek ödemelerden faydalanan sağlık çalışanlarından olamıyoruz. Hiçbir hakkımız yok. Vardiya sisteminde çalışıyoruz, 12 saat, ama 11 sayılıyor. Bir saat molayı düşüyorlar. Bir gün gündüz, bir gün gece, haftada 45 saat biriminde çalıştırılıyoruz. Normalde de çok yorucu. Şöyle diyeyim size, ortak kapıda çalışan bir güvenlik görevlisi, aynı zamanda danışma, yönlendirme elemanı gibi çalışmak zorunda. Nereden baksanız günde bin beş yüz kişiyle muhatap oluyor. Onca servisin ziyaretçisi, refakatçisi... Ve böyle bir dönemde en ufak bir iyileştirme yok. İş kanunu açık, işveren isterse bizi 40 saat de çalıştırabilir, en azından biraz esnekleştirelim dedim. Nafile... Bakanın esnek sistem diye açıkladığı bize işlemiyor. Tek bir değişiklik olmadan çalışıyoruz.
Güvenlik görevlileri her yerde görmezlikten geliniyor. Her yerdeyiz, ama sanki kimse bizi görmüyor. Üç ay boyunca istifa bile yasaklandı bize. Hastalarla bire bir muhatap oluyoruz, risk altındayız diye bilgi-işlemden istifa etmek isteyenler oldu, önlerine engel koydular. Düşünsenize kendini mahkum gibi hissetmez mi insan? Bir sürü hak gaspınız var, sağılıklı bir ortamda çalışmak istiyorsunuz, olmuyor. Yetinmek zorundasınız. Günü kurtarmaya bakıyorsunuz. Ve üstüne üstlük emeğimizin karşılığı yok. Biz abartmıyoruz. Biliyorsunuz daha ilk haftalardan özel güvenlikçi olarak can kayıplarımız var. Endişe çok ama korku imparatorluğu sesini yükseltmeye müsaade etmiyor.
Konuştuğumuz gün 10 bin 827 vaka, 168 ölüm açıklanmıştı.
*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.
Pınar Öğünç Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.
'Bakınca, sadece kadın olduğum için işsizim aslında' 11 Ekim 2021
'Bu halimle beni hiçbir fabrika istemez, biliyorum' 04 Ekim 2021
'Şu an bu işe katlanmamın tek bir gerekçesi var, işsizlik korkusu...' 27 Eylül 2021
'Psikolojik esenliği bozan iklimse, ki öyle, onu değiştireceksiniz' 24 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI