Peyaminin öfkesi, Nami Duru’nun peynir dişleri
Eski zaman gazetelerini günümüz medyasından ayıran bir şey de galiba edebiyatın itibarı. İster 1920’lerde ister 40’larda mutlaka tanınmış bir yazar-şair ve herkesin ilgiyle takip ettiği uzunlu kısalı polemikler, tefrika edilen romanlar yer alıyor.
Büyük kapanmanın büyük kahramanı tabii ki internet. Bizi markete bile gitmekten kurtaran, boşaldıkça buzdolabını doldurmamızı sağlayan, iş toplantıları yapıp, dost ve akrabaların yüzünü gösteren, dünyanın bütün dizi ve filmlerini seyredip tembellik etmeyi, kitap okuyup biraz birikim yapmayı yani her şeyi ama her şeyi mümkün kılarak bu büyük kapatmanın ağırlığını alan şey o.
Sınırsız interneti ve onu kullanacak bol vakti olanlara bugünün dağdağasından sıyrılıp, günümüz hırslarını ve iddialarını bir kenara bırakıp geçmişe yolculuğa çıkmalarını öneriyorum. Bunu yapabilecekleri pek çok açık arşiv var. Milliyet gazetesinin vaktiyle internete koyduğu arşivi malum, en ünlüsü. Yıllardır pek çok araştırmacıya hizmet veren harika bir kaynak. LİNK: http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/ 1950’lerden başlayarak gün gün Milliyet gazetesini okuyabileceğiniz gibi, tematik aramalar yapıp merak ettiğiniz konuda haber/yorum kupürlerini de bulabiliyorsunuz.
Yine uzun zamandır açık olan bir arşiv de Türkiye için devasa bir dijital bellek oluşturmak üzere yola çıkan SALT’ın arşivi. Burası da gelişiyor ve yeni kişisel arşivlerle zenginleşiyor. Bunların içinde mektuplar, günlükler ve sayısız fotoğrafa bakarak gezinmek çok tuhaf bir duygu. Kimi artık aramızda olmayan insanların yaşadığı hayata, uzun ve görkemli kariyerlerine bakıyorsunuz. (Mesela Altan Gürman ya da mimar çift Harika-Kemali Söylemezoğlu arşivleri) Toplam 1 milyon 840 bin belge ve fotoğrafın olduğu, kültür tarihimize dair yeni kazılara açık, muazzam bir aysberg burası…
Benim yeni keşfim ise tesadüfen Twitter’da karşıma çıkan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin gazete arşivi. Raflarında bekleyen Osmanlıca, Rumca, Bulgarca gibi çeşitli dillerdeki 18 bin 422 cilt gazetenin 688 cildini tek tek tarayıp dijital arşiv olarak serbest kullanıma açmışlar. 1928-1942 yılları arasında yayımlanmış 55 gazete var. Kimileri sadece bir yıllık… belli ki bu kadar çıkmış. Kimileri ise yıllara yayılıyor. Toplam 581 bin 106 sayfa varmış bu arşivde. İçlerinde gezinmek gerçekten çok çok ilginç ve heyecan verici. LİNK: http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/index.php
Mesela 91 yıl öncesine gidip 1929 yılının gazetelerini karıştırırken ister İkdam olsun ister Vatan, hepsinin arka sayfalarındaki 'emvali metruke' ilanları dikkatimi çekti. Genç Cumhuriyet 'tehcir edilen Ermenilerden' savaş sırasında kenti terk eden Rumlardan ve başka azınlıklardan kalan gayrimenkulü ilanlarla satıyor… Mesela Galata'da, bugün aydınlatmacıların olduğu Okçu Musa Caddesi’nde 'terkos suyu tertibatına havi olan Cozopulo namıyle bilinen' 10 daireli apartman 20 bin TL’ye o günlerde yeni sahibini arıyor. Hem de sekiz yıl taksitle... Hanlar hamamlar böyle satılırken gazeteler de azınlıklara karşı bariz düşmanca ve ayrımcı bir dille çıkıyor. Altı sayfalık İkdam gazetesinin neredeyse her sayfasında bir şey var. Yahudiler ile ilgili bir yazı dizisinin arkasından Ermeni işbirlikçileri anlatan bir işgal İstanbul'u hatırası geliyor…
Sinemalar, gazinolar ve Anadolu’nun dört bir yanına kalkan vapur seferlerini duyuran ilanlar da bakmaya değer. 2 Kanunisani 1929 tarihli İkdam’ın manşetinde Cumhuriyet’in ilk Milli Eğitim Bakanı Necati Bey’in bir apandist ameliyatı sonrasında hayatını kaybettiği haberi var. Aynı gazetenin 23 Mart tarihli sayısında ise manşette Kızılay kongresi yer alıyor. Hemen yanında ise Kalyoncukulluk’ta oturan sevgilisi Viktorya ve annesinin Mısır’a taşınacaklarını öğrenince sinirlenip ikisini de öldüren Sururi Nazif’in yakalandığı duyuruluyor…
1929 yılındaki İkdam gazetesinin eğlenceli köşesi kesinlikle Ahmet Haşim’in birinci sayfadaki polemikçi yazıları. Bir yazısında Halit Fahri (Ozansoy) Bey’i yerden yere vuruyor. "Bu muhterem zat kadar şair görünmeyi, şair yaşamayı seven hiçbir rübab sahibi kalmadı" diye alaya aldığı Halit Fahri’nin şiirlerini belli ki hiç beğenmiyor. Üstelik yeni tarzını da eskisi kadar sakil buluyor: "Eskiden perili ev gibi korkunç seslerin işitildiği bu muhayyelede, şimdi ne tatlı bir bahar havası esiyor!" Bir diğer yazısında ise "Kitap nedir, kitap yazı şeklini almış fikirlerin ikametgahıdır" buyuruyor ve bizde "Ebuzziya Tevfik’ten sonra artık kimsenin kitap mimarisine ehemmiyet vermediği, artık sadece küçük çirkin kulübeler yapıldığından" şikayet ediyor.
30’lu yıllarda gazetelerin yoğunluğu şaşırtıcı. 12-16 sayfa çıkan gazetelerin her yeri yorum, tefrika, yurt dışı ve yurt içi haberler ile dolu. Okuyucusunu saatlerce oyalayacak ve her alanda pek çok bilgi edinmesini sağlayacak şekilde kurgulanmış içerik sunuyorlar. 1940’larda 30’ların çeşitliliği azalıyor ve savaş haberleri her yeri kaplamaya başlıyor. Görüyorsunuz ki savaşın başında Almanlar daha şeytanlaştırılmamış… Gazeteler tıpkı Türkiye gibi, biraz daha ortadan gidiyorlar. Sanki o azınlıklara dönük ırkçı dil de biraz daha az görünür olmuş. Ama öte yandan Yeni Sabah gazetesinde, bugün basılıp satılması yasak olan Hitler’in Kavgam kitabı Hüseyin Cahit Yalçın’ın çevirisiyle tefrika ediliyor!
23 Mart 1940’taki Tan gazetesinde, logonun hemen yanındaki bir ilanla Safiye Ayla, sağlık sebepleriyle Kristal Gazinosu’ndaki 'seanslarına nihayet verdiğini' duyuruyor. Aynı gazetede Zekeriya Sertel’den siyasi analiz, Muazzez Tahsin Berkant’tan aşk romanı tefrikası, Refii Cevat Ulunay’dan Selahaddin Eyyubi tefrikası, Burhan Felek’ten gündelik hayata dair yorumlar okumak mümkün. Batırılan gemi haberleri yanında mesela tek sütuna küçücük bir yerde de Beykoz’da oturan Kamil oğlu Refik’in dün Beyoğlu’nda birden ayağı kayıp 130 numaralı dükkanın vitrininden içeri düşüp yaralandığını okuyorsunuz… Aynı günkü Son Havadis’te ise mesela sinema ilanlarından Johnny Weissmuller’in ünlü Tarzan filminin, şimdi yerinde Demirören AVM’nin olduğu Saray sinemasında 'Tarzan-Maymun Adam’ adıyla gösterildiğini görebiliyorsunuz. Günümüzden en büyük farkı her halde o eski zaman gazetelerinde edebiyata ve edebiyatçılara verilen önem. Hakikaten her zaman mutlaka ünlü bir yazarla, sağlam bir polemikle karşılaşıyorsunuz. 23 Mart 1940 tarihli Son Posta gazetesinde neredeyse tam sayfa bir yazı 'Peyami’ye son cevap' başlığını taşıyor. Döneminin ünlü eğitimcisi Kazım Nami Duru, kendisi için Cumhuriyet gazetesinde "Cami pabucu gibi ayaktan ayağa geçerek eskimiş ve biçimini kaybetmiş orta malı fikirleri babayani üslupla tekrarlayan muharrir" diye yazan Peyami Safa’ya cevap veriyor: "O belki benim peynir dişlerimi bırakır da bu sefer daha kimsenin bilmediği kusurlarımdan bahseder. Zararı yok, bu sözler benim ilk ve son cevabım olacak."