Büyük oyunlar büyük oyuncularla oynanır!
Kalecilik gibi bedenin başka uzuvlarını kullanma özgürlüğüne sahip oyuncuları bir tarafa ayırırsak, temel olarak her oyuncu, aslında her yerde oynamaya hazır olduğunu söyler. "Ben futbolcuyum" demek, her yerde bu oyunu oynarım demektir. Bu noktada ayırım yapmaya imkan veren tek şey, ilişkinin sistem haline getirilmesidir. İlişki ağının taleplerine göre roller dağıtılınca, oyuncular bu görev ve roller temelinde kısmen farklılaşır.
Bu fikrin gördüğü ilgi insanı dehşete düşürür. Biliyorum, herkesin hem kendi yaşamını hem de yaşadığı toplumu anlamlandırmak için kullandığı özel çağrışımları olan sözcüklerden oluşan bir nihai sözcük dağarcığı vardır. Ne demişti Wittgenstein "dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır". Tersi de doğrudur. Kimimiz bu sınırları idrak ederiz, sınırın sınırlamalarını aşmak içinde, birincil dilin yüzeyinde dolaşan ikincil bir dil icat ederiz. Hem kendinizi beladan korumuş oluruz hem de esasen söylemek istediklerimizi bir tür söylemiş oluruz. Buna ironi yapmak deniliyor. Ama yukarıdaki veciz ifade, ifade etmeye çalıştığım ikincil dilin ürünlerinden değildir. Düpedüz kesin ve katı bir yargıyı içerir. Aslında söylenmek istenilen şey doğrudan söylenmiştir. Peki ama öyle mi? Bu doğru mu? Kulağa çok hoş geldiğini biliyorum ve sözün şairaneliğini de kabul ediyorum. Ama eğer bana kalırsa bu söz, dar bir patikada yolunu kaybetmiş bir Mercedes’in yalnızlığını ve yanılgısını ifade eder.
Her şeyden önce oyuna karar veren oyuncu değil. Oyunun, oyun öncesi bütün emek süreçlerine de oyuncu karar vermez. Çünkü bu oyuncunun işi değil ve kontratında böyle bir sorumluluk yazmaz. Oyuncudan talep edilen oynaması değil, belirli bir plana dahil olmak üzere eylemesidir. Oyuncu oynamaz, eyler. Çünkü, futbol oyunu çiftetelli ya da halay değildir. Her oyunun bir tasarımcısı var ve bu tasarımcı da teknik direktördür. "Büyük oyunlar, büyük oyuncularla oynanır" dediğinizde, teknik direktörün ölümüne karar vermiş olursunuz. Çünkü teknik direktörü öldürmeden, oyun oyuncuya teslim edilemez.
Futbol bireysel bir oyun olmadığı için özü ve karakteri ilişkiseldir. Bir oyuna karar vermek, her şeyden önce belirli tarzda bir ilişkiler ağına karar vermektir. Sizi zafere götürecek ya da büyük hezimetlerden kurtaracak bir işbirliği ağına karar vermeden, o çete ya da örgütlülüğü tasarlamadan bir oyuna sahip olunmaz. Hiçbir oyuncu kendi başına 90 dakikalık amansız ve yıpratıcı bir fiziksel faaliyetin dinamiklere cevap veremez. Bu hakikat böyle olduğu içindir ki, futbol oyunu on bir kişiyle oynanır. Geleneksel algının tersine, on bir kişi içinde, oynadıkları ya da üstlendikleri roller bakımında hiçbir ayrım ya da üstünlük yoktur. Tutucunun çok kötü olması, atıcıya özel nitelikler kazandırmaz. Çünkü oyun süreci bir bütündür ve süreç doksan dakikalık periyotlara bölünmüş olsa da bitimsizdir.
Bitimsizlik sürekli tekrarlamayı gerektir. Sürekli tekrar ise, takım niteliğine bağlıdır, oyuncunun değil. Belli bir planlama olmadan, doğaçlama karaktere düzen verilemez. Oyuncunun fit olması, ilişki ve planın ihtiyaçlarına uygun olması yeterli niteliktir. Elbette, oyuncuyu fit tutmak ve ona bedenine bu işi yapabilecek vasıflar kazandırmak yine yetiştiricinin işidir.
Türkiye gibi futbolun düşünsel ve pratik olarak gelişmediği ülkelerde, bu oyun bölüm ve dilimlere ayrılıp tasnif edilir. Bölge ve mevki sırf bu yanlış düşünceden ötürü, hak etmediği bir değer kazanır. Bölge ve mevki aslında star sistemini besler. Bölge ve mevki, bir tür sınıf imtiyazlarına, sınıfsal bölünmelere neden olur.
Oysa her oyuncu bu oyunu oynamaya aday olur. Kalecilik gibi bedenin başka uzuvlarını kullanma özgürlüğüne sahip oyuncuları bir tarafa ayırırsak, temel olarak her oyuncu, aslında her yerde oynamaya hazır olduğunu söyler. "Ben futbolcuyum" demek, her yerde bu oyunu oynarım demektir. Bu noktada ayırım yapmaya imkan veren tek şey, ilişkinin sistem haline getirilmesidir. İlişki ağının taleplerine göre roller dağıtılınca, oyuncular bu görev ve roller temelinde kısmen farklılaşır.
Günümüz futbolunun ulaştığı baş döndürücü zirve dikkate alınınca, aslında bu kısmi görevlendirmelerin bile, ne kadar büyük konfor olduğu daha iyi anlaşılır.
Özetle, oyuncunun ölümüne karar verilmeden, onun tahtına teknik direktör oturtulamaz. Ve oyuncunun tahtına teknik direktörü oturtmadan, bu hak edilmiş saygınlığı içtenlikle kabul etmeden de futbol oyunu gerçek potansiyeline kavuşamaz.